Varılamayan Yol: Kar, Cemre, Anlam
0

Varılamayan Yol: Kar, Cemre, Anlam

Bunca parçalanıp, kırılıp dökülünce hangi çiçeğin yaprağı olabilirsin? Ya da yaklaşabilir misin bunca kederle bir nergisin sarısına?

Beyaz karanlıkların içinde, kadifeden bir menekşe gökten bana bakarken, boşluğa akıp giden zamanı düşünüyorum. Kırıp dökülenleri, tamir edemediklerimi, kırıp dökenleri, her köşesinden bir parçayı bambaşka zamanlara ve mekânlara bırakmak zorunda kaldıklarımı… Açık yaraya benzetmiş bir şair laleyi, gülün hükümdarlığı ise sonsuz. Bunca parçalanıp, kırılıp dökülünce hangi çiçeğin yaprağı olabilirsin? Ya da yaklaşabilir misin bunca kederle bir nergisin sarısına? Yahya Kemal’in “Kar Mûsikîleri” diye andığı o sesleri duyuyorum. O şanslıymış, “bin yıldan uzun sürecek bir gecenin bestesi”ni duymuş. Tanburi Cemil Bey’in notalarından kar kristallerine varan bir yolculuk onunki, bedeni Varşova’da olsa da ruhu İstanbul’a yol almış. Bir şairin Karacaoğlan’ın izinden gittiği mısraları var şimdi önümde. “gamın kederin her ne varsa bırak/sal gelsin ciğer pare sana geldim/kapında kulun olsam candan özge/bastığın toprak olup sana geldim”… Toprak olabilmek de zor iş. Her şeyi kabul etme hoşgörüsü mü ağırlığı mı yoksa yükü mü? Hangisi söylenir toprak için? Kim gitse, kabul edilen tek yer. Büyükannemin “toprak bile kabul etmez öylelerini” dediği bazı insanlar vardı mesela, ne ağır söz. Toprak bile seni kabul etmiyorsa, sen nasıl bir yaşam var ettin, onca acizliğinle? Bu nasıl aymazlık?

***

İlk cemre düşeli çok oldu, ikincisi bugün şereflendirdi buraları. Karlarla çevrili bir ovanın cemreye muhtaç tüm damlaları için bayram günü. Toprak ya da su ise senin ustan, böyle güzellikleri oluyor sana tabiatın. Toprağa düşen cemre, senin avuçlarının içine de uğruyor, senin de bir parçan oluyor. Toprak ki yanan alevin bağrı, göğün vuslatı, suyun sır ormanı, kutlu otağı. Bereketiyle başlatıyor zamanı. Suya düşenin işi zor… Ne de olsa “kor”, düşen. Hava, ilk olan; kök verdikleri, anlam kattıklarına bir nefes olmadan başlamıyor bu kutlu zaman. Havanın değdiği, kendinden parça verdiği su geliyor sonrasında. Bir kitapta “Kış Şehriyarı ile Bahar Sultanı”nın hikâyesi anlatılır. Bir çiçek ordusu ile nasıl o cemreden güç aldığı. En sonuncusu belki de en kıymetlisi benim gözümde “toprak”… Ona düşen cemre, hem yepyeni bir zamanı başlatıyor hem de kime dokunmuşsa hepsi için, hem de kendi için, bir defa daha, şarkıdaki o “Yüz sürdüm o gün yerlere, öptüm ayağından” mısrasına nazire yaparcasına, “kal’e-i küfr-ü ilhada savrulan güller” gibi yaratıyor. Meyvesiz, çiçeksiz bir hazan bahçesi bir anda arasında benekleri rengârenk kelebeklerin dolaştığı, yakut gibi ışıldayan mis kokulu narların olduğu, eflatunun en güzel hali erguvanlarla dolu bir bahçe oluyor. Tıpkı insanın “anlaması” gibi. Anlamak ve bilmenin özgürlüğünden bahsediyor Türker Kılıç son kitabında. Diyor ki insanın bulunduğu yerdeki nesneler, olaylar, olgular değil; aslolan onlar arasındaki “bağlantısal bütünlük” ve bu bütünlükte oluşan, her an yeniden yaratılan “yaşam”. Bu bağlantı kadar özgürsün, seçimlerin ancak bu bağlantıların çokluğu ya da diğer bir ifade ile bu bağlantıları anlamlandırdığın kadar. Fark edersen, sezebilirsen, doğru soruyu sorarsan, o zaman “yaşam bağlantısallığı”nı oluşturuyorsun, yani bilip anlıyorsun. Verdiği mutluluk, paha biçilemez. Çünkü insan anlamlandırdığında, “kendinden yaratıyor”. Tanrı ile bir derdi yok, tek derdi anlamak. Anlamlandırmak. Neyi?

Unutmanın, unutmaya çalışmanın “kurumak” olduğunu. Unutmadan önce, “öldürmek” gerektiğini; sükûtun bir yalan olduğunu. Ölümün yaşamayı istememek olduğunu ve aslında hastalık dediğimiz mefhumun ruhun isyanı; yaşamanın ise beklemek olduğunu. Yıldızları sönen göğü, kuruyan denizi, zindana bahar getiren mektupları; kimi zaman ise mektupların Gök kubbe, kelimelerin bir yıldız yağmuru olabileceğini… İnsan yaralarıyla çıkmaması gerekirmiş ortaya; bir nehrin kenarında, döne dolaşa saçlarına pamuklar konduran kar tanesi kış armağanı bırakırken, karşısında kör bir kuyuya sağır olunca anlıyor misal. Sonu olmayan, hançerleşen karanlığın perişanlığını anlıyor en çok. Damlayken denizleşmeyi; derya olanın bir damla ziyan edilmemesi gerektiğini. Ve en mühimi, yaşayanın yazmadığını…

Bunlar, “şiirin alacakaranlığında, şuurunun lambaları sönük, ateş böcekleriyle dolu bir karanlıkta” yazanın anlattıkları. Kendini kitapların zindanına gömenin.

***

Eskiden yağmur “bereket” demekmiş, kar ise “hasret”. Hasretin de bereketi varmış. Toprak gibi. Bir cemrenin düşüşünü bekleyen o toprak. Yıldızlı bir atlasa sığınanlar gibi. İşte o sığındıkları atlasta, göklerin gelişini büyük seslerle bildirdiği, toprağın büyük bir sessizlikle beklediği yağmur anlatılır. Neden “bereket” olmuş adı, şöyle devam eder kitapta:

“…Sarı ekinler, kırmızı güller bekliyor, ben bekliyorum… Sonra senden küçük bir ilk damla yuvarlanıyor alnıma. Hani nerdeyse ipekten bir damla… Ay ışığının üstüme düşmesi gibi güzel, elma çiçeklerinin suyun üstünde yürümesi gibi hafif. Derken damlalar, söylediğin şarkının notaları olup, bir bir düşüyorlar her yanıma…”

***

Anlamak, anlamlandırmak bereketi bol bir yolculuk. Bilmeyince, anlayamıyorsun, anlamlandıramıyorsun. Mutsuzluk başlıyor o zaman, en koyu zindanların müebbeti sana veriliyor. Bir de seni bu zindanlara atanlar var. Anlamana, anlamlandırmana engel olanlar. Cehennem zebanileri. Yine de insanın en büyük “zebanisi”, kendisi. Çepeçevre kapatıyor her yanını; ışık almasın, gün görmesin ki bildikleriyle -ya da bilmedikleriyle- mutlu olsun. Bir bilmenin –anlamlandırmanın- mutluluğu var, bir de bilmemenin mutluluğu. Bilmeyenin derdi, hiçbir zaman anlamlandırmak olmadığı için, mutsuzluktan habersiz. O sadece bilmemenin emeksiz, zahmetsiz kısmında… Oysa anlam vermek, anlam yüklemek; kelimelerle büyüler yapmak zihinde. Sarp kayalıkların parça pinçik ettiği avuçlar gerektiriyor; buz kesmiş, ayaza durmuş mekanlarda tir tir titreyerek perişan olmayı. Yapraksız, renksiz kalmış bir ağacın, donmuş gövdesine bakıp, bir bahar zamanının da var olduğunu umut etmeyi. Varamasan da bir yola çıkmayı…

Yazarın (filhakikas) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Varılamayan Yol: Kar, Cemre, Anlam

Varılamayan Yol: Kar, Cemre, Anlam

İlginizi Çekebilir
Sevgili Tarık

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir