Pandemi ve Biz
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Pandemi ve Biz

Yazan: Özlem D. P.

0

Pandemi ve Biz

Alışkanlıklarımıza kilit vurup evimize döndüğümüz günlerin yüzüncüsünü devirmişiz. Yeni alışkanlıklar ediniyoruz. Markete gidişlerimizi seyrelttik mesela, 10 günü bulur oldu o da kırk kez düşünerek. Gerçekten ihtiyacımız var mı, sorusu bizim evin açık ara önde kazanan sorusu olur bu süreçte. Market dönüşü ise tam bir kaos. Yıkamak, kurutmak, buzdolabında virüs yaşar mı, kaç gün yaşar, elini temizlemedin dur sen, ben hallederim, kızım dokunma, bekle. Bekle. Dur. Dilimize pelesenk olan ifadeler artık. Şu poşetteki elmalar yere düşmüş. Ee niye aldın, bıraksaydın diyorum. O zaman başkası alırdı ya virüs varsa? Ya virüs varsa işte hayatım diyorum, söyleseydin görevliye, getirmeseydin eve. İsraf mı olsaydı, diğerlerinde virüs olmadığı ne belli? Anne virüs mü var evimizde? Ölecek miyiz? Tamam ben temizliyorum, kimse karışmasın. İşte bu ifadelerle muhabbet eder olduk. İlk haftalar tam da bu meyanda giderken virüsün muhabbetlerimizden uzaklaşacağına da inancım tamdı ve oldu.

Sosyal medyaya göz gezdiriyorum mutfaktan kendimi koltuğa bırakınca. Evren bize yavaşla demiş, sakinleş, etrafına bak demiş ifadeleri dolduruyor ekranımı. Bunu diyenler online etkinlikler yağmuruna tutuyor telefonumu. Gezilmedik müzeler, gidilmedik konser kalmıyor. Meğer insanlar nelerle geçiriyorlarmış pandemiden önce hayatlarını… Yavaşlarken, kendilerini soktukları kültürel şoka bakıyorum. Benim istediğim bu değil diyorum. Ben zaten bir durağanlığa, sakinliğe açken, aslında minicik hayatımda her şey çok da sakin ve olağan giderken karantinaya kendimi alırken onu aktivitelerle boğmak değildi. Uzun kahvaltılar yapıp, bir yere yetişmenin kızımla oynamama set koymayacağı, kimseye hadi geç kalıyoruz iki dakika içinde arabanın hareket etmesi gerekiyor demediğim sabahlarımın olmasıydı dileğim ve olmuştu. Didi için yaparsın diye gönderilen etkinlikler, çoğunun yazarının haberi olmadığı kitap pdf’leri ile doluyordu mesaj kutum. Hazır evdeyken Didi’ye de okumayı öğret gitsin diyenler. Her ne kadar öğretmen olsam da kızıma ne İngilizce ne de Türkçe okuma-yazma öğretme telaşında olmadım. Ancak o kendi kendine ikisini de öğrendi. Hiç oturtup sana bunu öğreteyim demedim. Her şey kendi doğal zamanında ve keyifle olsun istedim. Ve öyle de oldu.

Sanırım en çok kendi adıma seviniyorum. Kızımla doyasıya vakit geçirme dileğim, şu an üç ayı aştığımız 7/24 birlikteliğimiz şeklinde kabul oldu. Bu sayede 15’i aşan kitap okudum, o da fena değildi bence. Canımızın istediği bir şeyi yapmak için SS ile mutfağa girmelerimiz sıklaştı. Zira işten gelip yorgun argın yapılacak şeyler olmuyordu bunlar. Sadece istediğim kadar yazamadım. SS, yazmalısın, buna ihtiyacın var dedi durdu. Adam dinlemek istemiyordu beni artık belli :). Ancak elim bir türlü istediğim kadar gidemedi maalesef.

Evimizin yakınlarında güzel sokaklar keşfettim. Gökyüzüne ağaç yollayan sokaklardı. Yollarında patenli çocukların olduğu, renkli bisikletlerin gökkuşağına çevirdiği, küçük evlerin çiçekleriyle renklendirdiği sokaklar. Sincapların, yabani tavşanların, kardinallerin önümden yürüyüp uçtukları patikalara çıktı yollarım. Küçük göllerin kıyısından yürüdüm, kafamda bin tane fikirle yeşilliklerin arasında kayboldum. Kalp atışlarım hızlandı, oturdum sakinleştirdim kendimi. Köpeğiyle geçenlere selam verdim, çocuğunun elinden tutanlarla muhabbet ettim. Terledim. Üzerine soğuk sular içip vanilyalı dondurmalar yedim. Bahçedeki ağacın altında uyudum, rüzgâr bir yaprak örttü üzerime, titredim. Gözümü açınca Didi’yi gördüm. Saklambaç oynadım, binlerce kez saklandığı aynı yerden bin birinci kez bulamamayı başardım. SS’in yaptığı iskenderi parmaklarımı yalayarak bitirdim. Arkasından hurmalı, tahinli tatlımızı yedik. Hiç acele etmeden… Gece 11 demeden. Ağzımızın tadını kaybetmeyelim diye dualar ettik.

Özlediklerimiz elbet vardı. Her hafta sonu dışarıda yemek yemek maziye karıştı desem yeridir mesela. Didi’yle yeni bir keşfetmişken ve o da bayılmışken. Havalar ısınmışken yapamadığımız piknikler de kendini özletenler arasında. Mağazalara gidip birkaç şey bakmak, reyonlar arasında Didi’yi bulmaya çalışmak, birbirimize onu almanın sırası mı bakışları atmak ve sonra herkesin istediği bir parçayla çıkmasına karar vererek alışverişi bitirmek… Buzlu birer kahve içmek, Didi’nin denemek istemesi ve galiba sevdim demesini işitmek, kahkahaya boğulmak. Çocukların doğum günlerine gidebilmek ve pastayı yiyebilmek, oysa şimdi arabayla düğün konvoyu gibi korna çalıp geçmekler literatüre girdi, bir de Zoom’dan kutlamak. Didi’yi birilerine bırakıp SS ile güzel bir date yapmak da çok özlenenler arasında mesela. Arkadaşlarla uzun yemeklerde buluşmak, kahvaltıların ardından kahveler içmek. Onların da zamanı gelecek elbet. Sabır. Umut…

Ya tedirginlikler yok mu? Üzülüp ağlamalar. Gırla. Bir kere ağladım 🙂 Bir kere de uyuyamadım itiraf edeyim. Ailenizden uzakta pandemiyi yaşamak bazen panik ataklara sebep olabiliyor. Hadi diyelim birimize bir şey oldu, bana mesela. Öldüm. Ne yapacağım? Ölmüşsün aslında sen değil geride kalanların düşüneceği şey ne yapacakları :)… Kızımı, SS’i düşünüyorum. Ya SS’e bir şey olursa? Tası, tarağı toplayıp Türkiye’ye döner miyim? Sekiz yıl olmuş artık. Sanki yapamam. Kızı okula nereye gönderirim. Her şey çok pahalı Türkiye’de, vakit az. Özlem bugün ağla ve bu tedirginliklere seni rahatlatacak somut adımlar bul ve rahatla diyorum. Bankadaki parayı hesaplıyor, daha küçük bir eve çıkmanın daha mantıklı olacağını düşünüyor ve hayatın bir şekilde yoluna gireceğine kendimi ikna ederek evham sayfasını şimdilik kapatıyorum.

Telefonuma mail düşüyor. Bizim eyalette kreşler açılıyormuş, içimde bir kelebek ne yana gideceğini bilemiyor. SS ile Didi’ye söylüyorum, işe gideceğim diye. Evde bir telaş! Maske, eldiven ayarlamaları… Alarm kurmayı hiç özlememişim. Didi, “benim okulum açılmıyor, seninki niye açılıyor,” diye soruyor. SS, salata götürecek misin diye başka bir soru soruyor. Başka bir mail daha geliyor. Çocuklar için açılmıyor henüz, sadece öğretmenlerle neler yapacağımıza, nasıl adımlar atacağımıza ilişkin konuşacağımız bir mesai başlangıcı olacakmış. Eee aylardır bunu zoom’dan yapmıyorduk zaten diye küfür ediyorum. Evet, fuck falan da diyorum. Niyeyse hoşuma gidiyor. Türkçe söyleyemem yine de ama. İngilizce’de keyfi başka. Az çocuk kabul edecekmiş kreş, her gün ateş ölçecekmişiz, çocuklar ağlarsa ki ağlayacaklar çarşafa dolayıp öyle kucağımıza alıp sarılacakmışız. “if possible” diyor müdür. Nasıl mümkün olsun diyorum içimden. Çok korkacak yavrucaklar. En az üç hafta daha açmamayı planlıyorum diyor müdür, her şey çok havada. Bilgiler sürekli değişiyor ve hızına yetişemiyoruz. Her gün iki saat işe gitme şeklinde açılmış olan mesaime yine de seviniyorum. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve biz gelen her ne ise ona alışacağız…

Üç aylık süreçte anladım ki iş beni yoruyor, çalışmayı sevsem de evde kalmayı da sevebiliyormuşum. Evdeki doğal yaşamın içinde olmayı özlemişim. Didi’nin, “ben hunter olup senin için tavuk ve tavşan avlayacağım ama onları pişirmeyeceğim, sadece yakından bakacağım” deyişini. SS’in “ne üç ayı sanki bir haftadır evdeyiz ve seninle daha uzun evde kalmayı özlemişim” deyişini, benim de iki yıldır oturduğum mahallede yaptığım yürüyüşlerle başka hayatları keşfettiğim günleri özleyeceğim…

Pandemi ve Biz

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. Pandemi

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Pandemi

Pandemi ve Biz

Pandemi ve Biz

İlginizi Çekebilir
Mektup: Dokun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir