Koca Fabrika
0

Koca Fabrika

https://www.youtube.com/watch?v=c_dO7ZqRd1g

13.12.2017

Salih’in bedeni kızı ile damadının kolları arasında ayaktaymış gibi dursa da ruhu oldukları yere çökmüştü sanki. Hafızası kaç zamandır kocaman bir boşluk ile doluyken birden bir ağırlık kaplamıştı o boşluğu. Hatırlamıştı. Yalnız simasını değil, bu kez adını ve onun ile yaşadıklarını da…

Hastaneden çıkarlarken karşılaşmışlardı. Kısacık bir an dahi olsa yeniden değmişti gözleri gözlerine. Salih daha uzun zaman öylece kalıp Sevda’nın gözlerine bakmayı arzulasa da Sevda şaşkın ve özlemiş bakışlarını telaşlı adımlarına katarak yoluna devam etmeyi tercih etmişti. Salih bir daha dönüp arkasına bakmayı akıl edememişti. Bu kez boşluğa düşen gözleriydi. Kızı ve damadı ne olduğuna anlam veremeden yürümeye zorlamışlardı onu. Hastaneden çıkıp evlerine gitmek üzere arabalarına binmişlerdi.

Sevda, bu karşılaşmadan sonra ne hissetmesi gerektiğini bilmediği bir zamanda sıkışmış kalmış gibiydi. Aradığı oda numarasının önüne geldiğinde, aralık bırakılan kapının ardından kendisine sevinçle seslenen torununu fark edince, toparlanmaya çalışmıştı. Ne olursa olsun o an, bu küçük hastasıyla meşgul olmalıydı. Torunu on bir yaşındaydı ve sokaklarında bisiklet sürerken yaşadığı küçük bir trafik kazası sonucunda hastaneye getirilmişti. Sağ bacağında kırık vardı. Sağ kolu da yaralar içindeydi. Neyse ki başından hiç yara almamıştı! Bunun için şükrediyordu Sevda. Torununa gülümseyen ancak kirece dönmüş yüzünü oğlu ve gelini fark edip halini sorduklarında “Telaşlandım ya ondandır!” cevabını vermişti torunun saçını okşarken. Oysa çok daha başka hislerdi içine dolan. İçini bulandıran, içine sığmayıp yüzüne vuran… Aldıkları cevaptan tatmin olmuşlardı çocukları, üstelememişlerdi. Sevda torununun yüzüne gülüp, saçını okşamaya devam etmişti.

Salih uzun zamandır ilk kez hatıraları bu kadar tazeyken kendini odasına kapatmış, kucağındaki kutuyla oyalanıyordu. Kutunun içinde eski zamana ait fotoğraflar ve mektuplar vardı. Fotoğraflardan birini bir eline, mektuplardan birini ise diğer eline rastgele almıştı. Önce fotoğrafa baktı: sekiz, dokuz yaşlarında biri kız, biri erkek iki arkadaş birbirlerine sarılmış gülümsüyorlardı. Gülümsedi. Sonra fotoğrafı bırakıp mektubu parmaklarıyla okşamaya başladı. Zarfın üzerinde büyükçe bir kalbin içerisinde isimleri yazıyordu: Sevda ve Salih. Mektubu açtı. O kadar mektubun arasında bu, sonuncusuydu. “Ne güzel günlerdi!” diye başlıyordu. “Çocuk olmak tek sahici zamanlarıydı belki de sevdaların. Oyun oynamak ile eş değerdi âşık olmak. Hayal kurmak yıldızlara sahip olmak değil, yıldız olmaktı. …” Belli ki çok yıldızlı bir gecede, çok âşık olduğu ama oyun oynama yaşını da çoktan geçtiği bir zamanda yazmıştı Sevda bu son mektubunu. Salih yüzünde buruk bir tebessümle düşüncelere dalmıştı. Hatırladığı, çok büyük bir fabrikanın tek tük ağaçlarla süslü geniş bahçesiydi. Salih ve Sevda bu bahçede saklambaç, kovalamaca oynayarak büyümüşlerdi. İlk kez bu bahçede öpmüştü Salih Sevda’yı, koşarken taşa takılıp düşünce canı çok acıdı diye. Sevda da ilk kez burada kendi kalbinden çalıp Salih’in kalbine emanet etmişti yıllarca kabuk bağlayacak, kanı hep içine akacak yarasını. Hiç vazgeçmemişlerdi o bahçede koşmaktan. İkisinin de babası o fabrikada işçiydi. Akşam saatlerine kadar ekmek paralarını çıkarmak için çalışan, hava iyice kararınca da çocuklarını yanlarına alıp evlerinin yolunu tutan, iki güzel adamdı babaları.

Salih ve Sevda lise çağlarına gelmişlerdi. Bir gün okulun erken paydos etmesini fırsat bilip yine fabrikanın yolunu tutmuşlardı ki kasabanın telaşından, koşuşturmasından kötü bir durum olduğunu anlamışlardı. Çok geçmeden berberin çırağının “Fabrika yanıyor!” diye bağırarak meydanda koştuğunu fark etmişlerdi. Korkuyla birbirlerinin gözlerine baktıktan sonra el ele tutuşup koşmaya başlamışlardı. Bozuk makinelerden birini, neden çalışmadığını anlamayarak zorlayan bir işçinin makinenin motorunu yakması sonucunda çıkmıştı yangın. Bunu fabrika artık işlemeyecek hale geldikten, birden çok işçi yanarak hayatını kaybettikten sonra öğrenmişlerdi. Ölen işçilerin arasında Sevda’nın babası da vardı. Salih’in babası o gün izinli olduğundan talihsiz kazadan kurtulmuştu. Salih ve ailesi Sevda’nın babasının ölümünün ardından Sevda’yı ve annesini desteksiz bırakmasalar da Sevdaların İstanbul’daki akrabaları onları yanlarına istemişlerdi. Sevda’nın annesi de buna razı olmuştu. Sevda’ya söz söylemek tabii düşmemişti. On altı yıl sonra ilk kez ayrı düşeceklerdi Sevda ile Salih. Nereden bakılsa bir on yıldır da âşıklardı birbirlerine. Hiç dillendirmemişlerdi o zamana kadar bu aşkı ama konuşmak bazen gereksizdi. Göz göze geldikleri her an çarpan kalpleri anlatıyordu zaten anlaşılması gerekeni. Artık koşup oynayacak havası olmayan bahçede sımsıkı sarıldığı Salih’in tam kalbinin üzerine bir öpücük kondurarak veda etmişti Sevda. Salih ise ne kadar sarılırsa o kadar ayrılmayacaklarmış gibi sımsıkı kavramıştı Sevda’nın belini ama ayrılacaklardı. Sevdalar İstanbul’a taşındıktan sonra bir süre mektuplaşmışlardı.

Salih liseyi bitirdikten sonra kasabanın merkez kütüphanesinde çalışmaya başlamıştı. Sevda, İstanbul’da ülkedeki siyasi karışıklık sebebiyle ancak lise eğitimini tamamlamış, o da üniversite eğitimi almamıştı. Annesinin dizinin dibinden ayrılmayan bir ev kızı olmuştu. Annesi tekrar evlenmemişti. Durumları da iyiydi. Sevda, annesine ev işlerinde yardım ettikten sonra artakalan zamanlarını dayısının oğlunun ona getirdiği kitapları okuyarak geçiyordu. Salih ile mektuplaşmayalı epey olmuştu. Unutmuşlar mıydı birbirlerini? Asla! Sadece susmuşlardı. Hâlâ içlerinde koca bir fabrika yanıyordu.

Dayısı Sevda’yı hali vakti yerinde bir aile dostlarının oğluyla evlendirmeye niyetlenmişti. Sevda dayısına Salih’ten söz etse de karar çoktan verilmişti. Tabii ki onun için en münasip eş, aile dostlarının oğluydu. İyi, has adamdı. Birbirlerini tanıyacak, illa ki seveceklerdi. Adı Önder’di. Evlenecekleri günün bir gün öncesinde; çok yıldızlı, yine Salih’e çok âşık olduğu bir gecede Sevda, Salih ile nicedir süregelen suskunluklarını bir mektupla bozmuştu. Son kez yazıyordu ona.

Kapının açılıp kapanmasıyla odadaki sessizlik, hatıralar bütünü yok olmuşlardı. Kızı, Salih’in ilaçlarını içirmek için odaya geldiğinde gördüğü manzara; yatağında düşmüşçesine uzanmış babası, yere düşüp dağılmış bir kutu ve yatağın üzerinde, babasının hemen yanında duran açık bir mektuptu. Şaşırmıştı. Soğukkanlılıkla önce şimdiye kadar hiç görmediği kutuyu, fotoğrafları ve mektupları toparlayıp yatağın altına itmiş; yerden kalkarken de yatakta açık duran mektubun bir satırına gözü ilişmişti: “Hatıralara açılan kapıların kimsesizliğidir bazen o kapılara çıkan yollar.” yazıyordu. Mektubu alıp derhal cebine sıkıştırırken gözlerini babasına çevirdiğinde, babasının cansız bedeniydi içini titreten. Kızını bile hatırlamayan hatırasız bir adamdı Salih son zamanlarında. Anlamıştı ki babası onu, o zamana kadar hiç açık etmediği hatıralarıyla terk etmişti. Ne acıtan bir gerçekti ölüm; unutmak kadar, aşk kadar!

Salih’in kızı, Handan, cenaze işlerinin ardından mektupların izini sürerek bulmuştu Sevda’yı. Sevda o sabah iki gündür hastanede olan torunuyla telefonla konuşmuş, öğleden sonra taburcu olurken yanında olacağına söz vermişti. Sözünü tutmak için tam hazırlanıp evden çıkacakken Handan çalmıştı kapısını. Kapı açıldığında hemen tanımışlardı birbirlerini. Yüz yüze bakarlarken ikisi de çok heyecanlıydı. Handan, babasının hiç bilmediği hikâyesini, annesinin de öncesinde tek sevdasını ilk kez Sevda’dan dinlemişti. Hâlâ şaşkındı. Sevda, Salih’in başına gelenleri öğrendiğinde nefesi boğazında düğümlenmişti. İstediği, Salih’in mezarına gitmekti. Gittiler. Handan mezarın başında, ayakta çaresizce ağlarken Sevda toprağa eğilmişti. Konuşacak tek sözcüğü yoktu dilinde. Sımsıkı sarılmıştı yine Salih’in bedenine. Gözyaşları toprağa karışırken tam kalbinin üzerine gelecek şekilde öpmüştü toprağı. Kaç kez öptü? Kaç saat öyle bekledi? Hesap edememişti. Sevda kendine geldiğinde Handan çoktan gitmişti. Torunu dahi çıkmıştı hatırından. Güç bela dizlerinde topladığı dermanıyla ayağa kalkmıştı Sevda. Söz vermişti Salih’e “Hep geleceğim.” diye ve usulca yol almıştı torununa gitmek için.

Yazarın (eceeskiköy) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. (Koca Fabrika)

Koca Fabrika

Yazar-Çevirmen Fransızca Öğretmeni

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
1-2-3-TIK

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir