Jane AUSTEN Ve Darcy Sendromu!
  1. Anasayfa
  2. Araştırmalar

Jane AUSTEN Ve Darcy Sendromu!

Yazan: Aycadısı

0

Jane AUSTEN Ve Darcy Sendromu!

Kitap okuma sevdasına düşen hemen hemen tüm kadınlar bilirler ki; hayatları boyunca bir Darcy  hayal etmek tadına doyulmaz bir düştür. Biliyorum! Zira ben öyleyim…

18.Yüzyıl sonları ve 19. Yüzyıl başlarında yaşamış bir papaz kızının, yazdığı romanların , yüzyıllar sonra bile geçer akçe olmasını başka türlü nasıl açıklarım, bilemiyorum. Sadece 42 yıl yaşayan bu kadının adı malumunuz: Jane AUSTEN… Hakkında tam 200 yıldır konuşuluyor, tartışılıyor ve irdeleniyor. Bir yazar, hele de o yıllarda kadınsa daha başka ne isteyebilir ki?! Sanırım Austen, kullandığı sarkastik kalemi ve realizmden uzaklaşmadan yaptığı tasvirleri, o dönemin toplum kurallarını ironik bir dille eleştirmesi ile bunu sonuna kadar hak ediyor.

Taraflı bir yazı olacak bu… Baştan söyleyeyim. Zira kendisini ve yazdığı romanları çok severek okudum. Okuyacağım. Taraflı olacak; beyaz ya da pembe dizi (Austen mertebesine ulaşabilmeleri için 200 yıl gerekli oysa değil mi?!!) kitaplarının atası olan romanları, suya sabuna dokunmadan yazdığını söyleyenler mi ararsınız, aşk romanları klişelerinin ‘ataanalığını’ yaptığını belirtenler mi ararsınız?… Ararsanız e tabii bulursunuz! Ön yargılı bakarsanız eğer, bu düşüncelere sizde sahip olabilirsiniz. Onu okumadan karar vermeyin derim. Hele de zamanımızın en çok tutan romanlarının buram buram tutku ve cinsellik koktuğunu göz önüne alacak olursak! (Bknz: Grey Serisi… Fi-Çi-Pi Serisi..vs) Ve inanın bana Austen romanlarında temel dayanak: Masumiyettir.

Açıklayayım: Austen aslında romantik bir kadın yazar değildir! Evet… Bu kadar netim bu konuda. Değildir  zira; yaşadığı dönemin kadın ve erkeklerini, içinde bulundukları sınıflara göre ayıran, değerleyen, yargılayan ve nihayetinde  mahkum eden toplum kurallarıyla alay ederek yazar romanlarını. Sınıf farklılıkları esas zemindir yazılarında. Kadın-Erkek eşitliği  en çok üzerinde durduğu konudur. Burnu büyük, soyluluk budalası, kibirli, açgözlü, erdemsiz kadınlar ve erkeklere kendince dersler verir. Bir şekilde ilahi adaleti sağlar, had bildirir  kısacası. Soylular ile sıradan insanlar arasındaki bağı  işler durmadan. Aile ismi işe yaramayan ve soylular karşısında, davranışları dalkavukluktan öteye geçemeyen insanları yazar. Bir nevi  statükoculuk eleştirisidir aslında romanları. Ayrıca Feministtir! Feminizmin, 18.yüzyılda  en ateşli savunucularından Mary WOLLSTONECRAFT ‘ın kendisinden etkilendiği kadar, Wollstonecraft‘ın da Austen’dan  etkilendiği bir gerçektir.

Özellikle romantik şiirlerin ve erkek yazarların / şairlerin revaçta olduğu bir dönemde yazdığı  romanlarla  düzene başkaldırmıştır Austen. Kadın kahramanlarının gücü, bağımsızlığı ya da  iyiliksever yüreğinin doluluğu buradan gelir. Her romanında, ki dilimize çevrilenler sadece  altı tanedirler, statükoculuğu, toplum tarafından sorgusuz sualsiz kabul edilmiş normları ve öğretileri, ‘asalet’  kavramını, sarkazmın ta dibine sokar. Romanların sonundaysa daima iyilik, dürüstlük ve aşk kazanır. Burada şunu da eklemek zorundayım: Jane Austen, ard arda yazdığı romanlarla özellikle ‘kadın’ karakterlerinin, erkek karakterlerini dize getirmesini ve kendilerine yapılan haksızlıklarla en adil şekilde savaşmasını sağlar. Engin bir Hak/Hukuk bilgisi ile çok iyi bildiği Fransızca ve İtalyancayı da araştırmalarında kullanır. Tabulara karşı çıkarken, feminist söylemlerle konuşturur karakterlerini. Ve fakat, hareket merkezi bunlar olmasına rağmen  en doğru evliliği yaparak, bu evliliğin getirisi sayesinde toplumda sağlam bir yer ve maddi güç edindirir kadınlarına. Onları ‘Yenilmez’ kılar… Bununla da bir dilemma yaratır. Sonuç olarak nasıl görmek ve değerlendirmek isterseniz ‘O’dur Austen.

Zamanımızın roman, sinema, tiyatro hatta resim gibi sanat olgularında kullanılan, esin masasının dört bacağından biridir Austen’ın romanları. Son yüz yılda çekilen filmler, diziler mitolojiden beslendiği kadar, Gurur Ve Önyargı‘dan da beslenmişlerdir. Hele de BBC!… Kanal, yazarın en çok sevilen romanı olan Gurur Ve Önyargı‘yı her ne kadar ilk olarak 1980’de mini dizi olarak yayımlamışsa da,

1995 yılında Colin Firth ve Jennifer Ehle ikilisi ile ölümsüzleştirmiş, tam altı bölümlük muhteşem bir uyarlama çekmiştir… Ya Sir Laurence Olivier ve Greer Garson tarafından canlandırılan Elizabeth ve Darcy‘e ne demeli?… 1940 yılında çekilen filmin senaristliğini Aldous Huxley yapmıştır.

En son sinema uyarlamasını ise bilmeyeniniz yoktur sanırım: 2005 yapımı bir Joe Wright filmi…

En son, ünlü roman zamanın yine en ünlü anti-kahramanlarına ev sahipliği yapmış ve ‘Zombiler’ de olayın içine dahil edilmiştir… (bknz: Pride and Prejudice and Zombies)!

Ünlü  ‘Lolita’ romanının yazarı Vladimir Nabokov‘un verdiği  Edebiyat derslerinde, Austen’in Mansfield Park  eserini ilk ders olarak okuttuğunu, daha sonra aynı hamurdan yoğrulduğunu düşündüğü Madam Bovary’e, Anna Karenina’ya, geçtiğini biliyor muydunuz? 1950’lerde hemde…! Peki: “Jane Austen’ın yazdığı kitapların olmadığı bir kütüphane, içinde başka hiçbir kitap olmasa bile iyi bir kütüphanedir.” diyenHuckleberry Finn’in babası Mark Twain‘i duymuş muydunuz? Yazar, Austen’ı ve yazdıklarını ne kadar eleştirse de hayatı boyunca yazdığı mektuplarda ya da notlarda sık sık Gurur ve Önyargı‘ya ironik atıflarda bulunmuştur. Eleştirmesine eleştirmiş ama romanı da defalarca okumuştur!

‘A Lady’  olarak imzasını atar Austen. Toplumdaki saygınlığını  korumak, ‘kadın’ olduğunu özellikle vurgulamaktır gayesi. Ünlü bir yazar olmaktansa, evde kalmış bir kız kurusu olmayı, sık sık sosyalleşerek yazacağı romanlar için malzeme biriktirmeyi uygun bulur. Düşünülenin aksine Bronte Kardeşler (Charlotte ve Emily Bronte) gibi asosyal bir kadın olmamıştır hiçbir zaman. Aksine  yazdıkları sosyalleşmesinden kaynaklıdır. Yaşamının son yıllarında yazdığı roman olan, ‘Bir Sahil Kasabası‘ ‘nı bitiremeden öldüğü için onun yerine başka bir ingiliz kadın yazar romanı devralmış ve Austen’ın eserlerini, hayatını, insan ilişkilerine kadar tüm detayları didik didik ederek söz konusu romanı tamamlamış ve ‘Another Lady’  imzasıyla yayınevine teslim etmiştir. Bir yazardan etkilenmek,ona saygı duymak, yazdıklarını anlayabilmek de sanırım gerçek anlamda budur!

Austen Romanları içinde, en başarılısı kuşkusuz Gurur Ve Önyargı (Pride And Prejudice)’dır… Bennet Ailesinin evindeki telaşla başlayan gün ve “Mr Bennet! I have wonderfull news…” çığlıkları arasında koşuşturan Bayan Bennet ve beş kızının öyküsünü anlatır. Kurallar gereği kız evlada bırakılamayacak babaevi ve mirastan yoksunluk, evin annesi için sadece iyi ve zengin bir koca bularak çözümlenebilecek bir kaostur. Zira Anne, Anne’dir. Oldukça kalabalık bir karakter kadrosunu içinde barındıran roman boyunca kızlara kah kızar, kah güler, kah acırsınız… Tüm bu duygulara rağmen sizi onları sevmekten hiçbir şey alıkoyamaz! En büyük kardeş Jane ‘de duygusallığı ve yumuşak başlılığı, Kitty ve Lydia ile havailiği ve sorumsuzluğu, Marry ile  sadeliği, Elizabeth ile akılcılığı, hazırcevaplığı, inatçılığı ve hırçınlığı yeniden keşfedersiniz. Baba Bennet, mantığı, kendi dünyasında kaybolması ve çekinceleri ile sizi bugün bile bir çok sorgulamayla baş başa bırakabilir. Bayan Bennet’a ise  önceleri kızsanız da, aslında ne yapmaya çalıştığını zamanla anlarsınız.

Bingley ve Darcy ise romandaki iki ana erkek karakterdir. Bingley, toplumsal kurallarla  yetiştirilmiş, doğuştan asil ve varlıklı bir ailenin tek erkek varisidir. Duygusal, heyecanını gizleyemeyen, iyi kalpli ve  yeterince cesur olmayan bir karakterdir. Darcy ise… İşte burada romanı okuyanlar için ‘sendrom yaratan adam‘ tamlamasını yapmak zorundalığı oluşuyor. Zira adamda yok, yok! ‘Cesaret’ kelimesini izninizle en başa alıyorum. Cesur… İyi… Akıllı… Güçlü… İnatçı… Başarılı… Asil ve tabii  çokça da zengin. Ama en önemlisi feci derecede KİBİRLİ  görünen, aslında ONURlu olan bir genç adam.

İlk romanını  yirmili yaşlarında bitiren Austen’ın, 42 yıllık yaşamına sığdırdığı ve ne yazık ki henüz dilimize çevrilmemiş  bir çok şiiri, mektubu ve romanı bulunuyor. Kitaplığımın en özel köşelerinden birinde yer verdiğim, dilimize çevrilmiş  romanları ise yayınlanma sırası açısından, kronolojik olarak şöyle:

Sense And  Sensibility  (1811)-Akıl Ve Tutku ya da Aşk Ve Mantık

Pride And Prejudice      (1813)-Gurur Ve Önyargı ya da Aşk Ve Gurur

Mansfield Park              (1814)-Mansfield Parkı ya da Umut Parkı

Emma                             (1816)-Emma (Yazarın en sevdiği romanıdır )

Norhanger Abbey         (1818)-Northanger Manastırı

Parsuasion                     (1818)-İkna ya da İnanç

Son bir Austen sözüyle bitireyim: ‘Yapmacık bir tevazudan daha aldatıcı bir şey yoktur. Bu, dolaylı yoldan böbürlenmenin ta kendisidir!’

 

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Jane AUSTEN Ve Darcy Sendromu!

İlginizi Çekebilir
Dönüşüm

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir