Feminizmi Doğurmak
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Feminizmi Doğurmak

Yazan: Özlem D. P.

0

Feminizmi Doğurmak

Bende ilk ne zaman başladı bu feminizm diye soruyorum kendime. Cevap yok. Sanırım yıllar içinde şahit olarak, bir dakika bir yanlış olmalı sanki falan diyerek taşlar yerine oturdu. Erken çocukluğumdan hatırladığım çarpık ve tutarsız davranışların sorgulanması da eklenmeli tabi. Mahallede şahit olduklarım, annem komşularla otururken duyduklarım derken hiç de bizim aileye uygun olmayacak şeyler düşünmeye başlamamı yine tamamen aileme ve içinde bulunduğum çevreye borçluyum. Yoksa uyanışlarım daha geç olabilir ve maruz kalmadığım davranışların empatisini de yapamayabilirdim.

Gelelim neler olduğuna bana. Dört kız kardeş olarak büyüyünce oğlan kardeşle kıyaslanma durumunda kalmadık. Ancak doğamamış oğlan çocuklarının da yükünü taşımayacağız demek değildi bu. Ben ve kız kardeşimin doğmadan önce oğlan olursak diye isimlerimiz bile hazırdı. Hatta bana seçtikleri isim boşa çıkınca bir akrabamız müsaade istemiş büyükbabamdan biz oğlumuza bu adı verebilir miyiz diye. Oğlan aşkı epey duyurulmuş anlaşılan. Ancak ben doğduğumda gözbebeğiydim herkesin bunu inkâr edemem. Anneme de aile büyüklerinden bir baskı olmadı bu konuda, olsa annem dillendirirdi mutlaka. Ama bu demek değil ki annem bu “eksikliği” hiç yaşamadı ya da hissettirilmedi. Komşumuzun oğlu olduğunda, annem de komşunun yakınlığına binaen yardıma gitti. Altını değiştiriver demiş arkadaşı, tam değiştireceği esnada kayınvalidesi gelip sen bilemezsin diye elinden almış. Annem dört çocuğa sahip ve en büyük çocuğu olan ben sanırım 14-15 yaşlarındaydım o sırada. Annem çocuğu bırakıp günlerce ağlamış ve o çocuğu epey sevemediğini çok sonradan söylemişti. Komşu da hatasını laf ağzından çıkar çıkmaz anlamış ancak ok yaydan çıkmıştı bir kere. Çok özür dilemiş, annemin gönlünü almaya epey uğraşmıştı hatırladığım.

Bizim evde, mahallede, akrabalar arasında çok sorgulamaya başlayacaktım sonra. Kocalarının tırnaklarını kesen, vücut temizliğini yapan kadınların varlığından haberdar olacaktım. Banyosundan önce şofbeni açıp çamaşırlarını hazırlayan, bir yere giderken ne giyeceğini, ne alınması gerektiğini söyleyen kadınları görecektim. Çoraplarını ellerine verilen ve hatta giydirilen, dışarı çıkacağı zaman rüzgâr gibi koşup ceketlerini, kabanlarını getirilen ve giydirilen kocalar. İşe gidecekse saati kuran, kahvaltısını hazırlayan, su içecekse suyunu dolduran, bitirene kadar bekleyen ve boş bardağını alan… Kızmasına set, öfkelenmesine yamalar yapan kadınlar gördüm. Yemeğin kıymalısını, etlisini kocalarına veren, çocuklarının tabaklarındakini kaşıklayan, soğuk çayları bisküvileriyle katık eden kadınlar ve onların yetiştirdikleri kızları gördüm. Salonda oturup odanın lambasını söndüremeyip odalarındaki kızlarına çağrı atıp onlara ışığı söndürten babaları biliyorum. İçinden çığlık atıp sessizce denileni yapan, annelerin kızları… Belki de minnetlerini böyle ödüyorlardı bilmiyorum. Açta açıkta olmamalarını sağlayan kadınların, şartlanmışçasına hizmetinde bulundukları kocalarına ne yaptıklarının farkına da varmadan edilen bir teşekkürdü bu. Hep daha kötüsünün varlığından haberdar eldekine minnet etme, nankörlük etmeme. Aman, şükür elimizde paramız hiç değilse her istediğimizi alıyoruz, karışmıyorlar, lafını öyle çok duydum ki. Bir de yokluğun getireceği kederi düşünemiyorum bu cümlenin üzerine.

Düşünüyorum, hafızamı zorluyorum ancak çevremde gördüğüm, tanıdığım hiçbir babanın çocuklarının ve buna oğlanları da dâhil ebeveynlik yaptığını hatırlamıyorum. Ve bunu yıllar sonra babam, kendi torunu ağladığında bana seslenerek itiraf edecekti. Sen ağlasaydın muhtemelen anneni seninle ilgilenmesi için bile çağırmayacaktım. Kendisi kucağına alıp sakinleştirmekten bile bahsetmiyor. Neden, diye sorduğumda ne bileyim çekinirdim herhalde demişti. Babam ki mahallede her çocuğun başını okşayan bir adamdır aslında ve bizim evde sevgi gösterilirdi de, demek ki büyükbabamdan çekinip babalığını bastırmış. Kendi yavrusuna kendisine gösterilmeyen merhameti gösterememiş. Ondan değilmiş demek ki herkesler dede derken ben büyükbaba ya da babayı kullanacaktım büyükbabam için. Hiç altını değiştiren bir baba görmedim ben desem bu ifade bir 30 yıl önceye çok da cömert bir beklenti olur. Ama ödev yaptırmamış, beslenme çantasını hazırlamamış, veli toplantısına gitmemiş, banyo yaptırıp saçlarını taramamış, tırnaklarını kesmemiş, kırtasiye alışverişi yapmamış babalar tanıyorum. Eee ne olmuş, bir şeyden eksik mi kaldık yani? Her şeyimize de annemiz yetti mi? Bazen düşünüyorum da niye anneler hep babayla aradaki köprüdür lafını hatırlıyorum. Neden doğrudan babaya ulaşılamıyor, korkuluyor ve araya anne sıkıştırıyor hava yastığı gibi. Babanın gazını alıyor. O kadının günahı ne? Kadınlığın tek başına getirmiş olduğu zorluklara evin bütün yükü ve elçilik görevi de bonusu.

İlk keskin çıkışımı bir düğüne gidişimizde yapmıştım. Annemle otururken yeni evli bir çifti görmüş ve annem, kocasını böyle mi getirir insan düğüne, pantolonunun paçası sökülmüş çocuğun demişti. İki aylık evli kadın koskocaman bir gelin oluyordu ama ne hikmetse otuz yaşındaki adam birden bakıma muhtaç çocuğa dönüşüyordu. Niye böyle söyledin demiştim anneme. İnsan kocasını insan içine böyle mi çıkarır falan demişti. Yılların alışkanlığı vardı tabi. Babam bir yere giderken filinta gibi olurdu ve bu annemden bilinirdi. Nasıl oluyordu da kendi giydiğinden, söküğünden bir başkası, eşi sorumlu oluyordu bir insanın? Ben de mi öyle olacaktım? Kocamın çamurlu ayakkabıları, söküğü, kirli gömleği benden mi bilinecekti? Ben ne annem gibi, ne de çevremde gördüğüm kadınlar gibi olmayacaktım! Bir arada yaşamanın kuralı, birinin diğerine hizmet etmesi olmamalıydı. Kendisi de dikebilir anne dediğimde, çocuk akşama kadar dışarıda çalışsın, kadın da evde yatsın kocasının söküğünü dikmesin… İnşallah bana böyle laflar getirmezsiniz derdi. Oysa ben annemin hiç sere serpe evde yattığını görmemiştim. Orada burada uyuyakalırdı. Hiç sormadı mı neden diye kendine? Sormaya fırsatı olmamış sanki. Keşke ben sorsaymışım, sen kaç kez sere serpe yattın anne diye…

Beni etkisi altına alan narin bir edebiyat öğretmenimiz vardı lisede. O konuşunca herkes nefesini tutsun isterdim. Okul sonu oldu mu muhabbetlerimiz daha samimi olur, bize içten, hayata dair bir şeyler söylerdi. Bir keresinde size bir bardak çay getirip birlikte konuşabileceğiniz kişileri hayatınıza sokun demişti. Çok yakın bir arkadaşım, “hocam, erkek dediğin masaya yumruğunu vuracak, ne öyle çay getirmek falan” demişti dün gibi hatırlıyorum. Dişlerinin ucuyla gülmüş ve bir şey söylememişti. Arkadaşımı yakinen tanıdığım için garipsememiştim. Abisi, babası ve büyükbabası vardı sürekli gördüğü ve hepsi de sert mizaçlıydılar. O arkadaşımın hep kendi ifade ettiği gibi sevgilileri oldu sonra. Ayrılıp evinin önüne arabayla gelen, tehditkâr bakışları olan erkekler… Benimsin, diyen. Belki de kimimiz kendi ailemizde gördüğümüz o hastalıklı sahiplenmeye alışıp hayatımızda yer açmaya çalışıyorduk kim bilir. Acaba şu anda o arkadaşım da farkına varmış, değiştirmeye çalışıyor mudur bir şeyleri hiç bilmiyorum.

Eşimden önce arkadaşımın ısrarı üzerine tanıştığım bir kişinin sürekli konuyu yemeğe ve benim mutfaktaki başarımı sorgulamasına dayanamamış, aynı soruyu üç kez sorunca, hayat mutfakta geçirilecek kadar basit olmasa gerek deyip kalkıp gitmiştim. Beni oğluna layık gören bir tanıdığımız, benim yüksek lisans yapıyorum ve aynı zamanda çalışıyorum, evliliğe zaman ayırabilecek durumda değilim demem üzerine, iki çatalı-kaşığı masaya koyamayacak mısın kızım deyince, koyamam teyze demiştim sesimi de kontrol edemeyerek. Kadın yine de oğlunu getirme cesaretinde bulunmuş ancak ben direnişimi sürdürmüştüm. Sağ olsun büyükbabam da benden yana olmuştu talipliyi görünce:)

Ne istediğim konusunda net değildim ancak neyi istemediğimi çok iyi bildiğim için adımlarımı ona göre attım sonrasında. Mutlu olacak ve hayatımı birinin hizmetine sunmayacaktım. Bunu pek ala güle oynaya yapabilirdim ancak kendimi şartlandırmışçasına, öz benliğimi çiğneyerek yapmayacaktım. Bunu Yaratıcı’ya da bir saygısızlık olarak görüyordum esasen. Bedenen ve zihnen yorulan bir kadın olarak bu dünyadan göç edip bana sorulacak ilk sorulardan biri olacak olan ‘Bu bedeni nerede harcadın?’ cümlesine cevabım kuluna kul oldum olmamalıydı. Bu istenmiyordu benden. Derinlemesine inemesem de okuduğum kaynaklar bana, hayatın kadına ve erkeğe eşit biçimde sunulmasından yana olduğunu gösteriyordu. Peygamberlerin eşlerine yardımından, örnek oluşlarından süt sağmaktan, söküklerini diktiklerinden, eşlerinin regl bezlerini yıkadıklarından bahsediyordu. Erkeğin 25 yaşında ilk evliliğini yaparken kadının 40 yaşında olup ikinci evliliğini yapmasının olabilirliğini, bekaretin sadece kadın üzerinde bir tabu oluşunun 1400 yıl önce nasıl da yıkıldığını kanıtlanırken; ben, elimin hamurunun gündem olmasını istemediğim bir evlilik yapmalıydım, eğer yapacaksam.

Birçoklarına göre şanslıyım evlilik konusunda. Bunu belki de eşimin kız kardeşiyle arasındaki yaş farkından ötürü onun çok da bir oğlan olarak ilah görülmemesine borçluyum. Nispeten Ege kültürünün etkisi ve babasının sakin bir insan olması ve küçük bir ilçede yaşamaları da bu durumu olumlu etkilemiş gibi geliyor bana. Onların ilçede tanıştığım her erkek, kendi mahallemle kıyasladığımda daha ılımlı insanlar ve bu durum da davranışlara daha bir sakinlik katıyor. Evlendiğimizden beri yurtdışında yaşıyor olmamız bizi, her işi birlikte yapmaya sevk etmesi hem bağlarımızı hem evliliğimizi güçlendirdi. Birimiz yemek yaparken bir diğerimiz ortalığı topluyor ve günün sonunda birlikte oturup konuşacağımız ya da bir şeyler izleyebileceğimiz ortak zamanlarımıza yer açtı. Oysa o tüm gün çalışırken ben evdeydim. Her şeyi pek ala yapabilir ama ona kapıyı yorgun açabilir, sonrasında onu hiç aklına gelmeyen davranışların beklentisine sokabilirdim. Ama yapmadım, yapamadım.

Çocuğumuz olunca hayat telaşemiz de değişti elbet. Doğuma eşim de girecek dediğimde bir yakınım, yok artık, tiksinir senden demişti. Kelimenin tam anlamıyla şok olmuştum. Ortak bir karar alıp bir insan dünyaya getirmeyi planlıyoruz ve bu planın ana parçalarından biri eşim, doğum anında yanımda olduğu için benimle sevişmek istemeyebilirdi ha! Hiç öyle düşünmedim diyebilmiştim. Eşime söylediğimde o sadece ‘yuh’ diyebilmişti bu ifade karşısında. Neyse ki doğumdan sonra ne hissettiğini eşime sorduğumda her babanın şartlar el verdiğince bulunması gereken bir hadise demişti ve gözyaşları içinde bunu ifade etmişti. Kızımın bebekliğinde altını benden daha çok değiştirmiş, banyosunu yaptırmış, gece gündüz beslemeleri sırasında hep yanımda olmuştu. Yanımıza ne annemi ne de kayınvalidemi çağırmış bu duruma elimizden geldiğince kendimizi adapte etmiştik. Türkiye’ye ziyarete gittiğimizde, yeni bebekleri olan bir arkadaşına bebeğin pişik olmaması için taktik verirken babamın bıyık altından gülmelerini unutamıyorum. Annemin, keşke ben de size böyle bakabilseydim, farkına varabilseydim hezeyanlarını duyacaktım gitmemize yakın. Zaman değişiyor işte, bazen suçlasam da daha iyi anlıyorum onu da zamanla.

Peki ben başkalarına göre niye şanslıydım? Eşim yemek yaptığı, çocuğumuza baktığı, temizlik yaptığı için olsa gerek. Acaba kaç erkek, arkadaşlarına eşleri yemek yapıp, çocuk baktığı için şanslı görüyordur? İronik buluyorum. Oysa bir evde bir erkek ne kadar iş yaparsa yapsın bir kadın kadar dolu ve yorgun bir zihne sahip oluyor mu? Çarşafları kim değiştiriyor mesela? Diyelim eşiniz değiştiriyor. Siz mi diyorsunuz yoksa kendi mi fark ediyor? Söyleyip de hatırlatılan öyle çok şey var ki evde. Bir dünya. Ama ben bir arkadaşımın dediği gibi demiyorum; ben niye banyo çöpünü dökeyim ki, o yapacak tabi, mutfak çöpünü de ben dökecek değilim ya. Eşime evde tiksindiğim işleri sırf o erkek olduğu için yüklemiyorum. Yapabileceklerimi yapabildiğim ve yapmak istediğim kadar yaparken onun da katkısını bekliyor, beklentimi ifade ediyorum.

Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor, herkesin gıpta ve kıskançlıkla baktığı o şansım da hop diye kucağıma düşmedi tabi. Ancak yıllar içinde şahit olduklarım bana şunu fark ettirdi ki talep etmeyince ve konuşup uzlaşmayınca evde de hayatta da iş bölümü gerçekleşmiyor. Merhamet duygusunun gelişmiş olmasının da ilişkilerdeki önemli bir dinamik olduğuna inanıyorum. Öyle olmasaydı annemin de yorulabileceği bilinir ve hiç olmaması gereken yaşta olmaması gereken yerden ameliyat olmayabilirdi. Vücut pes ederken ruhlar bu düzene niye karşı çıkamıyor diye sorasım geliyor, cevabı bildiğimden susuyorum. Umarım merhamet duygularının yoğun olduğu kişiler olup o kişileri de yetiştirebiliriz. Taleplerimiz, salt egolarımızı tatmin etmek için değil de birbirimizin hayatlarını kolaylaştırma üzerine kurulur. İşte o zaman kadın olarak önce kendi değerimizin farkına varacağız ve bu değeri başka bir şey ile takas etmeyeceğiz. Feminizmi Doğurmak

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. Feminizmi Doğurmak

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Feminizmi Doğurmak

Feminizmi Doğurmak

İlginizi Çekebilir
Şiir: Hâl

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir