Hasta Mıyım Neyim?
  1. Anasayfa
  2. Eski Yazarlardan

Hasta Mıyım Neyim?

Yazan: Özlem D. P.

0

Hasta Mıyım Neyim?

Her şey iyi güzel de bir de şu aşı işi olmasa. İlla aşı olacaksınız çocuklarla çalışıyorsanız. Aşı kartım yok ki. Yani varmıştır da, ben bebekken varmıştır. Otuzundan sonra sıfırdan başla bakalım her şeye. Alt tarafı aşı olacağım ancak iki saat falan beklemem gerektiğini söyledi sekreter. Oflayıp puflardım ama kızcağız öyle bir söyledi ki sanki iki dakika. Biraz uzun olduğunu anlamış olmalı ki, bir kahve içmemi söyledi. Stresimi alırdı eminim. Gel gör ki hava -17 olunca burnumu dışarı çıkarmak istemedim. Yoksa ona da alırdım kesin. Beyaz yüzündeki gülümsemenin sebebi olmak içimi ısıtırdı. Başka sefere sözüm olsun.

Her zaman yanında kitap taşıyan ben, bu sefer unutmuşum. Hiç olacak şey mi? Telefonun şarjı bitmiş hani biraz oyalansam diyeceğim. Etrafa bakınıyorum. Seviyorum neyse ki insanları izlemeyi. Biraz dergi karıştırıyorum. Satılık evlere falan bakıyorum. Emlakçılar artistlik pozlar vermişler gülüyorum. Biraz ötemdeki kadına bakıyorum epey. Yirmi dakikadır telefonla konuşuyor. Nereli olduğunu anlıyorum konuşmasından. Hızlı hızlı, telaşlı mı telaşlı bir şeyler atlatıyor. Şimdi İngilizce açıklasa bana her şey ne de anlamını yitirir. Duygular söner sanki. Anadil başka bir şey… Emdiğin süt gibi helal ve senin… Sensin. Katıksız sen.

Sarı saçlarını, yani boyadığı sarı saçlarını atkuyruğu yapmış. Bir kaç buklesi çıkmış, gözünün önüne düşüyor. O milletten olup da telefonda kısa konuşanına rastlamadım. Vardır mutlaka. Kim bilir ne zaman geldi buraya. Kesin ülkesinden birisiyle konuşuyor. Söylediği birkaç şeyden vaktin akşam ama bizim burada sabah olduğunu çıkarıyorum. Bir arkadaşım vardı. İşe gelirken, her gün kırk dakika Mısır’dan birileriyle konuşurum, derdi. Niye derdim? İnsan özlüyor, derdi. Özlüyor mu gerçekten bilemedim henüz. Belki de hissedemediğimden. Ama kızım “Anne, Türkçe konuşanlarla mı yoksa İngilizce konuşanlarla mı yemek yiyeceğiz?” diye soruyor bazen arkadaşlarımla buluşacağımızda. Demek ki özlüyor. Oysa o Türkiye’ye sadece tatillerde giden bir bebekti.

Tırnağına bakıyordu en çok. Bordo. Başparmağının ki soyulmuş. Ellerime baktım. Kırmızı ojelerimden birkaçı benim de soyulmuştu. Soğuktan kuruyan tırnaklarıma limon ve vazelin sürüyordum ama nafile. Soğuk, ruhumu da soyuyordu burada. Baharı kucaklamak isteyen kollarımı yakıyordu ayaz. Bir çocuk ağladı, yaklaştı kadına. Başını okşadı. Bay, deyip kapattı telefonu. Oğlan aşı olacaktı anlaşılan. Kolunu tuttu. Nasıl yapılacağını gösteriyordu. Sıyırdı kazağını. Gözünü kapattı oğlan ve küçük bir öpücük kondu minik pazısının azıcık aşağısına. Anneler öpünce acımazdı. Her millette aynıydı işte. Sol tarafındaki organın görevi değişmiyordu ırka göre, dile göre.

Seslendi beyaz yüzlü sekreter. Sanki yılbaşı gecesindeyiz. Hafiften kar yağıyor sesinde. Pamuk şeker gibi… Kâğıt helva gibi… Oğlan telaşlı, anne şefkatli… Eli, anasının avcunda gezmeye çıkmış minik bir kalp onunkisi. Dua ettim onun için. Bana geçsin acısı diye. Oysa ben bayılıyorum aşı olduğumda desem. Kocaman çoluk çocuk sahibi, ömrünün yarı yoluna gelen ben, bayılıyorum evet. Ama ağlamasın istiyorum çocuk kalbi o oğlanın. Gözyaşının rengi aynı… Kaynağı aynı. Damlıyor iki gözünden iki iri damla. Kalbimde bir acı.

Anasının avcunda bir eli, diğer kolu sıvalı. Rüzgâr öpüyor o minik deliği, anne kokluyor. Yavaşça indiriyor kolunu. Kan rengi kabanı sırtında, siyah şapkası başında. Usul usul soğuğu kucaklamaya gidiyorlar ana-oğul. Daha yarım saat olmuş geleli. Böyle sağlık sistemi mi olur diyorum. Aslında küfür ediyorum, beni kimse anlamıyor. İşte buna çok seviniyorum. Oysa ben hiç küfretmezdim. Ama ediyorum artık. Hatta öğrenci yurdunda bir arkadaşım küfrederdi. Ana avrat dedikleri tarzda. Kulağımı kapardım, bir de kızardığımı görünce bir daha etmeyeceğim söz derdi. Kantine gidip etti bir kaç ay. Sevmiyorum küfür duymayı ama sana da yakışıyor be Sibel deyip, kulağım duya duya dinledim küfürlerini. Birkaçını iyi kazımış olmalıyım ki çıkageldi şimdi kullanıyorum.

Bir kez daha küfür ettim yere bakarak. Kendime kızdım kitap getirmediğim için. Telefona kızdım şarjı niye dayanmıyor diye. Sonra kalkıp kar yüzlü sekretere başka zaman geleceğimi söyledim. Başka zaman işte… Kitabımı ve telefonumun şarjını unutmayacağım başka bir zaman. Hem belki o zaman fazla da beklemezdim. Kim bilir? Adımlarımı kapıya yöneltip hızlıca çıktım poliklinikten. Başka bir çocuğun daha gözyaşı dökmesine şahit olmadan kırmızı botlarımla karı ezmeye başladım.

Diğer yazıları da okuyabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– Hasta Mıyım Neyim?

İlginizi Çekebilir
Şiir: Zey’

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir