Altın Topraklar ve Sonbahar
  1. Anasayfa
  2. Anı

Altın Topraklar ve Sonbahar

0

Altın Topraklar ve Sonbahar

Giriş

Altın topraklarda, yani Turgutreis’te bulunduğum dönemde yazmıştım senin için. Sonbahar Saçlı Kadına, Altın Topraklarda iken yazdıklarımı bir kaç ay sonra ancak paylaşabiliyorum. Zamansızlıktan değil, kasımda aşk başkadır yalanına inanmıyorum, sonbahar fetişim drama sevdalıları ve ilgi orospuları kadar yüksek değil, ama kendisine karşı boş değilim bu mevsimin. Şarap sever, aşırı kültürlü gözüken dallamalardan değilim, küfür ederim. Anadolu’dan kopma, ağır küfürler de ederim, ince ince laf sokarken de ederim. Kaldıramayacaklar siktir olup gitsin, okuyacak birkaç dost ve güzel takipçilerimle beni baş başa bıraksınlar.

Altın Topraklar

Altın Topraklarda beni daima yazmaya iten şeyler oldu. Yeri geldi sahilde geçirdiğim vakitler akşamına düşüncelere gömdü beni, yeri geldi gün batımı duygularımı kabarttı, yeri geldi güzel dostlar duygulandırdı, yeri geldi Sonbahar Saçlı Kadın belirdi zihnimin karanlık taraflarında… Öyle veya böyle, Ankara’ da yazdığımdan daha çok Altın Topraklarda yazıyorum. Güzel mi yazıyorum? Bazıları öyle söylüyor. Bazıları da kötü olduklarını söylüyor. Benim için güzel veya kötü yazmak mühim değil. İnsanın kendini ifade edebilmesi ve anlaşılabilmesi… Sorular sormalıyız, özlediğimiz insanları aramalıyız, anlaşılmak için anlatmalıyız, gitmek için harekete geçmeliyiz, birini sevdiğimiz zaman açılmalıyız, sevmediğimiz şeyleri değiştirmeye kendimizden başlamalıyız. En azından ben böyle düşünüyorum. Hayat kendi çapımızda drama filmleri çekebilmemiz için çok kısa. Özellikle etrafını görmekle yetinmeyen insanlar için bu daha da göze batıyor. Bakmak ve görmek… Gören insan fark edemeyebilir ama bakan insan bilinçlidir. Görmüştür ve sonrasında eyleme devam etmiştir, gözlemliyor ve bakıyordur. Bakan insan anlar ki, insanlar çabuk yaşlanıyor. Orada burada çevrilen minik dram filmlerinin altında onlarca sadakatsizlik yatıyor, herkes dışarıdan mağrur ve derin gözükmeye çalışıyor ama içeride? Kuyu olsa ve kendi içine düşse, ayakları anca batacak kadar derin insanlar minik dram filmleri çekiyor. Hayat bu küçük oyunlar için çok, çok kısa. Altın Topraklarda fark ediyorum ki, sahilin bir ucundan öbür ucuna yürümek kadar çabuk geçiyor hayat. Gerideki 20 seneye bakıyorum da, hızla tüketmişim 20 yılı. Ne kadar vaktim kaldı? 1 saat mi, 10 yıl mı, 70 yıl mı? Bilemiyorum. Tek bildiğim, minik dram filmlerinden uzaklaşırken sizlere gülümsüyorum ve kalemi kâğıtla buluştururken hepinizden tek bir şey istiyorum.

Güzelliğinizi göremeyen insanlar için yarınlarınızı harcamayın!

Altın Toprakları özel kılan şeylerden biri de sizden az, benden çok olması. 3 ay boyunca sizler yoksunuz. Sevdiğim, nefret ettiğim, dayanamadığım, kızdığım, üzdüğüm, mutlu ettiğim insanlar özlemek için uzağımda kalıyor. Altın Topraklarda hiç biriniz yoksunuz. Sadece ben varım hayatımla alakalı. Hepiniz kilometrelerce uzaktasınız ve hüzünlensem de, mutluluğun zirvelerinde dolaşsam da farkında olmayacaksınız. Burada nasıl olduğumun farkında olabilecek bir tek ben varım. Bu beni biraz endişelendiriyor. Burası güzel süslenmiş bir hapishane mi, ütopya mı bilemiyorum. İnsanlar içinde oldukları durumları değerlendirirken objektif olabilirler mi? Sanmıyorum. O yüzden bunun kararını beni okuyan insanlara bırakıyorum.

Buradayken işler Ankara’ da olduğu kadar hızlı gelişmiyor. Mesela gazete sabah kalktığımda salonda olmuyor. Sabah kalktığımda gazeteyi almak için kendim harekete geçiyorum. Canım içecek bir şeyler istediğinde apartmanın altındaki markete gidip hemen almak Ankara’ da bıraktığım bir çabukluk. Burada biraz yürümek gerekir. İşte bu yürümek, bilgisayardan ve insanlardan biraz uzaklaşmak, kendi kendine kalmak belki de burayı özel kılan o tarif edemediğim “şey”dir. Tarif edemediğim için üzerine fazla konuşamıyorum, ama tek bildiğim şey burayı özel kılan bir şey var. Tüm özel insanları Ankara’ da bırakmış olmama rağmen…

Bu arada, iniş ve çıkışlarım oldu. Büyük fırtınaların içine atıldığım da oldu, bir kadın uğruna büyük fırtınalara gönülden atladığım da. Tekrar belirtmek istiyorum, hayat minik dram filmlerimiz için fazlasıyla kısa. Yaşamak için çok çılgın, ölmek için fazlasıyla hoşuz. Dram filmlerini bir kenara bırakalım. Gülümsediğimiz ve gülümsettiğimiz her an, son anlarımızda bize biraz daha huzur verecektir. Kimse son anlarında çektiği dram filmlerini düşünmek istemez, en azından ben aranızdan ayrılırken gülümsediğim ve gülümsettiğim anları düşünüyor olacağım. Ve sakın, benden sonra ağlamayın.

Beni gömdüğünüz vakit zamanla bir parçam toprağa karışacak, bir parçam yenilecek. Toprağa karışan kısımlarım zamanla yer altı sularıyla birlikte şişelenecek ve belki başka insanların içinde yaşamaya başlayacağım. Belki de ölümsüzlük gerçekten vardır ve belki de bu şekilde yaşam sürekli devam ediyordur.

Böyle düşününce, kulağa fena gelmiyor değil mi?

Altın Topraklarda daima güzel düşünüyorum ve daima güzellikleri görüyorum. Enteresan teorilerime, düşüncelerime ve bu güzel topraklarda hissettiklerime burada bir son veriyorum. Hüznümüzü Sonbahar Saçlı Kadın başlığında akıtacağız.

Sonbahar Saçlı Kadın

Sonbahar bir parça korkutucu aslında… Kara bulutların yarattığı o hapsolmuş olma hissi var. Ama hayat garip, bazen yanında öyle biri olur ki o hisleri alır götürür içinden. Hapsolmak… Hangi hapishane ruhu duvarları arasında tutabilir ki? Hangi duvarlar benim sevgimi engelleyebilir, hangi yaz seni benim gönlümden söküp atabilir ki?

Ve o sonbahar… Öyle samimi ki…

Ruhum bir yaprak gibi ve aylarca iç içeyim kocaman bir ağacın içinde diğer yapraklarla.

Bunalıyorum.

Seni arıyor gözlerim,

Bulamıyorum.

Martın gelişi aşkın gelişi olmalı,

Açıyor tüm çiçekler, yeşeriyor yapraklar.

Gözlerim seni arıyor ama,

Bulamıyorum.

Sonra bir kuş konuyor nisan ayında göz ucumdaki dala.

Diyor ki, uzaklarda o,

Ulaşamazsın.

Mayıs geliyor ve kavruluyorum,

Ama hissediyor muyum, bilemiyorum.

Kalbim öyle yanıyor ki,

Haziran gelmiş, temmuz gelmiş,

Hissedemiyorum.

Ağustos ayında haberini alıyorum,

Mutluymuşsun.

İçimdeki alev hala canlı,

Dışım yeşil ama içim sapsarı.

Sonunda eylül geliyor.

Yavaş yavaş sararıyorum.

İçim dışım bir,

Ey sevgili sonbahar,

Aç kollarını.

Ölüyorum.

Son olarak gitmeden, söylemek istediğim bir iki şey daha var.
Ama şunu hatırladım…
Bunları hissedecek yürek bende var.
Ama ifade edebilecek söz yok.

Yazarın (antropolog) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Altın Topraklar ve Sonbahar

İlginizi Çekebilir
Yadigâr

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir