Sona Doğru
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Sona Doğru

Bahar - 2

0

Sona Doğru

NİSAN 1991

Bahar her şeyi unutmadan 1 yıl önce…

Geriye dönüp baktığımda güzel bir yaşam yaşadım diyebiliyorum. Hayatta beni çok zorlayan anlarım oldu. Herkes gibi veya herkesten daha az. Genel resme baktığımda hâlâ tam emin değilim. İyi miydim? Yoksa kötü mü? Yapmak istediklerimi yaptım mı? Bilmiyorum. Yaptıklarım çok daha az. Denemek istediklerim, yapmak istediklerim, hayallerim…

İnsan ister. İnsan istemek üzerine programlanmış bir tür. Bu bebeklikten itibaren süre gelir. Bir bebek doğduğunda ağlamak ister, doymak ister, uyumak ister, huzur ister, annesini ister…

Ben de çok şey istedim. Çok şey diledim. Çoğunu hatırlamıyorum. Yaşlandığımdan mı? Yoksa bu yeni başıma gelen unutkanlığımdan mı bilmiyorum. Yaşamımın son 50 yılını gerçek anlamıyla yaşadım. Sahiden hayatın tam içindeyken dolu dolu yaşadım mı? Bilmiyorum ama yaşadım.

Gitmeyi çok sevdiğimi hatırlıyorum. Tanrı’nın beni upuzun yollar boyu gitmelerden yarattığını ve ruhumun sancısının yaradılışıma riayet edememekten geldiğini zannediyordum, sonra gittim. Gitmenin de bir yeri, bir zamanı varmış gördüm ve geri döndüm. Geri döndüm ve bir hayat kurdum. İyi oldu. Evet, 50 yıla yakın bir süre geçti ve ben hep iyi oldu diyorum, çünkü iyi oldu. Genç yaşta yapmış olduğumuz seçimlerimizin bütün bir ömrümüzü etkilemesi ne ilginç… Neyse ki akıllı kızdım. Doğru seçim yaptım ve geri döndüm.

Bazı anların sonsuza dek sürememesi ne kötü… Ailemle yaşadığım anların sonsuza dek sürmesini isterdim. Aile büyük şans ve dünyanın en güzel şeyi. İnsanın kendi kurduğu aile de güzel ama bir insanın en güzel hali, çocuk hali. Ben çocukken her şey daha güzeldi. Güzel miydi? Pek hatırlamıyorum. Çok yıl önceydi. Ya da şimdiki acı veren zamandan kurtulmak için uydurduğum bir yanılsamaya düştüm. Yaşamın sonuna bu denli yakın olmak garip bir his.

Hayat bana bazı dersler verdi. En önemlisi belirsizlikle yaşamak, kabullenmek ve hayata devam etmek… Tanrı gerçek karanlığın siyah değil gri olduğunu öğretmişti. O günden sonra hayat artık benim için bir parça hep gri kalacaktı. Var olan ama aslında olmayan, olmayan ama aslında var olan rahatsızlıktı ilk dersim ve bir ömür boyu bu belirsizlik sürecekti. Kazandım diyemeyeceğim ama kaybetmedim. En azından bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. İşte bu benim elimde olan bir şey değildi. Ama benimdi. Bu bir öğretiydi. Kabullenmek çok uzun aylarımı aldı. Dersi öğrendim. Ben dersi çok iyi anladım. Kendimi çok sevmeyi bu dönemde artırdım. Kendimi pamuklara sararak sarıp sarmaladım ve baktım. Ben kıymetliydim. Dünyada bir taneydim. Herkes gibi. Şimdi geçmişe gitmeyi öyle çok isterdim ki, geçmişe gidip gençliğime bakmayı ve destek olmayı. Neyse ki onun çok büyük destekçisi vardı. Kardeş dünyanın en güzel kelimesiydi.

Hayatıma gri rengini aldıktan sonra olgunlaşma hızım arttı. Oysa ben büyümek istemiyordum. Bu büyüme olayında fikrim alınmadı ama işleri hep yavaştan aldım. Babamın “hayatın boyunca hep büyük olacaksın ama kısa bir dönem çocuk kalacaksın” cümlesini hatırlıyorum. Kelimenin tam anlamıyla korkmuştum. Elimde kıymetli bir çocukluk vardı ve elimden alınacaktı öyle mi? Buna izin vermeyecektim. Vermedim. Benim hayatla çok oyunum vardı. Bazısını sordular, bazısını sormadan anlattım dinlemediler, bazısını dinletecek insanlar buldum, bazısını unuttum, bazısını yazdım ve okuttum. Ama tek bir büyük oyun vardı. Diğer oyunlar bu tek büyük oyundan çıkmış, dallanmış ve bir ağaç gibi yayılmıştı. Büyük oyun; çocuk kalacaktım. Bu önceleri bir savunma mekanizması olarak ruhumda vuku bulmuştu. Hayatta ürkek bir çocuğun çocuksu gözlemi ile verilen bir karardı. Memnundum. Çocukların üzerine az yüklenen sorumluluk, yapılan deliliklerin hoş görülmesi, yargılanmaması ve bolca sevgiyle bu savunma mekanizması ruhuma işlemişti ve artık geri dönüş yoktu. Kaldı ki dünya bu halimi sevmişti ve beni böyle arasına almıştı. Dünyada kabul görüyordum. Hem de en istediğim halimle… Ailemin, “büyü artık…” laflarına aldırmadan bütün çocukluğumla kulak arkası edebiliyordum. Şimdi geriye dönüp baktığımda oyunu iyi kurduğumu anlıyorum. Oyunu iyi ki kurduğumu anlıyorum.

Einstein, “hayat iki şekilde yaşanır; ya hiç mucize yokmuş gibi ya da her şey birer mucizeymiş gibi.” demişti. Ben hayatla kurduğum oyunla ikinci seçeneği seçmiştim ve 70 yıllık hayat baştan aşağı mucizelerden, tesadüflerden, aileden, sevgiden, sevgiliden, dostluktan, şarkılardan, ökse otlarından, Noel coşkusundan, renklerden, bu yaşa kadar öğrendiğim çiçek isimlerinden, parlak yıldızlardan oluşuyordu.

Benim görkemli dünyama eşlik etmesiyle, çocuk oyunlarıma oyun arkadaşlığıyla, mucizelere ortaklığıyla, tesadüflerin sonucuyla hayatımda olan sevgiliye her baktığımda anlıyorum ki yaşamı keyifli yaşadım. Başıma gelen sonsuz olasılıklara coşkuyla bir kez daha kadeh kaldırıyordum.

Velhasıl şimdi hep hayalini kurduğum bir evde, hep hayalini kurduğum halimle ve hep hayalini kurduğum ailemle uyanıyorum ve yazıyorum. Yazmak çok güzel…

Ben sizi unutacağım. Siz beni unutmayın.

Sona Doğru

Yazarın (Simay Kurtoğlu) diğer yazılarını da okuyabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– Sona Doğru

Sait Faik zamanında; "yazmasam deli olacaktım” demiş. Ben de o vesileyle yazıyorum. Yazmak benim ben olmamı sağlayan bir unsur.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
Son Şarap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir