0

Garip Bir Hayat

Anı: Garip Bir Hayat

Belleğin sınırları hiç olmadık zamanlarda, bir nedenden ötürü üstünü örttüğümüz ama silemediğimiz çokça anıyı kapsamaktadır. İşte bizleri bu güne taşıyan şey de o anılardır. Olumlu ya da olumsuz yaşamımıza yön veren anılar, zaman geçtikçe unutulur gider. Sözün uçup yazının kaldığı bu gelip geçen evrende, ben de anımsadığım anılarımı ara ara kaleme almaya karar verdim. Yenilerini ekleyeceğim anı yumağıyla karşınızdayım. Çokça gülümseyeceğiniz, yer yer hüzünleneceğiniz “Garip Bir Hayat”ın ilk nüshası sizlerindir…

***

Henüz yürümeye yeni başladığım yıllar… Ankara’daki dubleks lojmanımızın bahçesine kaçıp fıskiyelerin altında ıslanmaktan keyif aldığımı ve annemin çokça kez beni sırılsıklam bir şekilde buradan eve taşıdığını hatırlıyorum. Acaba şimdilerde yağmur altında ıslanmaktan huzur duyuşum bu silik anının bir yansıması mıdır bilinmez… Belki de yağmur herkes için bir arınma vesilesidir. Ama nedense öte yandan şemsiyeyi de icat etmişiz. Oysa benim hiç şemsiyem yok…

***

Biraz daha büyüyüp 5 yaşına geldim. Malum, yıllar su misali akıp gidiyor. Şimdi Mardin’deyim. Anımsadığım hikâye, pek çok arkadaşımın bir servise binip bir yere gitmesinin bendeki kederiydi. Akabinde ben de o servise üzerimde kırmızı bir önlükle binmemle eğitim öğretim hayatım başladı. Zübeyde Hanım Anaokulu’nda iki sene okuyacaktım. Müdüre hanımdan ve iki sınıflı okulumuzun diğer sınıfındaki öğretmenden korktuğumu hatırlıyorum.

Okula dair eksik görüntüler geçiyor gözümün önünden. Karşılıklı iki sınıf, patates baskıları, çeşit çeşit boyalar, yerdeki halıfleks ve diğer sınıfın öğretmeninin hiç görmediğimiz kocaman sopası… Bizim nesil şiddetle terbiye ediliyordu o zamanlar. Tabi hatırladığım kadarıyla orada hiç şiddet görmedim.

Anaokulundan aklımda kalanlar; görkemli bir 23 Nisan kutlaması -ki bu kutlama Mardin sokaklarında büyük bir coşkuyla gerçekleştirilmişti- ve bir de müdüre hanımın olmadık bir zamanda beni odasına çağırıp tek gözümü elimle kapatmamı istemesi olmuştu. Haliyle elimle bir gözümü kapatmış ve ne olduğunu anlamamış bir şekilde bakınıyorken müdüre hanımın, “Nasıl, böyle güzel görebiliyor musun?” sorusuna verdiğim sessiz bir “hayır” yanıtı ve müdüre hanımın “bir daha asla arkadaşlarına vurma, yoksa çok fena olur” türevinde gerçekleşen diyaloğumuzu hiç unutmadım. Çünkü bu ilkti. İnsan ilkleri saklıyor bir köşesinde. Benim de haksızlığa uğrayıp kendimi savunamadığım ilk yutkunuşumdu. Keşke o gün “Ama ben kimseye vurmadım” diyebilseydim… Ben kimseye vurmadım…

***

İlkokul 1… İki senelik rengârenk dünyadan hayatın gerçeklerine sert bir geçiş oldu benim için. Yine Mardin’deyim. Sınıfta farklı yaş gruplarından çokça öğrenci var. Artık önlüğüm mavi. Taktığım yakaların bir kısmı boynuma yara yapıyor. Dilsiz bir kız var. Muhtemelen benden 7-8 yaş büyük. Garip sesler çıkarıyor ama çok güzel bir kız. Uzun boylu, beyaz tenli… Arka sıramda ikizler var. Birbirinin kopyası adeta… Defterlerinde hazır kaplık kullanıyorlar -bana da bir tane hediye etmişlerdi-. Plastik, kırmızı renkli, ön yüzünde isim bölmesi olan ve istediğiniz zaman başka bir deftere takılabilen bir kaplık… Sonra Zeynel var. Benden kalıplı. Üçüncü sınıfları bile dövdüğünü hatırlıyorum. Onun güç denemelerinden payımızı çokça aldığımızı söylemem yanlış olmaz. Şimdi nerelerdedir, ne yapıyordur bilmiyorum. Göktuğ, okulda da lojmanda da en yakın arkadaşım. İkimizin de BMX marka bisikleti var birbirinin aynısı. Bir zaman sonra benim hatam yüzünden Göktuğ’un bisikleti geri geri gelen bir arabanın altında eziliyor. Bisiklet iki büklüm şekilde uzunca bir süre apartmanlarının altında öylece duruyor. Göktuğ bana bir şey demese bile ben apartmanlarının önünden her geçişimde ağlamaklı oluyorum. Sonra Göktuğ’un babasının tayini çıkıyor. Bisiklet de ne oldu bilmiyorum…

Havalar soğuyup sınıfın orta yerine kurulan sobayla tanışmam ve ilk yanışında önlüğümün kollarını alışık olduğum kalorifer peteklerine yaptığım gibi üstüne yaslayışım, babamın yeni bir önlük almasına sebep oldu. Nereden bileyim, önlüğüm sobaya yapıştı… Hece fişlerim, fasulye ve çubuklarım, abaküsüm, kurdelem… Okumayı söken ilk beş kişiye verilen takdir, aldığım en değerli takdirdi. İlkokul birinci sınıfta takdir mi olur demeyin. Mardin’de her şey o dönemler olabiliyordu…

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

Garip Bir Hayat – Anı

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir