Yedi Ölümcül Günah!
  1. Anasayfa
  2. Anı

Yedi Ölümcül Günah!

Yazan: Aycadısı

1

Yedi Ölümcül Günah!

25 Haziran 2017 /Bayram Gecesi…

Dün gece David Fincher imzalı Se7en filmini izledim yine, yeniden. Piyasa şartlarına göre bir yazı değil bu, önceden uyarayım. Hani yazı boyunca başroller, filmin konusu ya da gişede elde ettiği hasılat falan da yok. Bu zamana kadar izlemediyseniz, valla o sizin kaybınız!

Haziran’da Ülkem Şeker Bayramı’nı kutluyor. İslam ülkelerinin hepsinde kutlanan bir bayram. Eskileri anlatıp hiç kimselerin kafasını ütülemeyeceğim. Ama sıcağı sıcağına yedi ölümcül günahı izleyince, bir kaç detay takıldı koca kafama! Yazmadan duramadım anlayacağınız.

Bana göre Bayram demek; sevgiyle kuşanmak, rahatlamak, hayata ve sorunlara mola vermek, gönül almak ve gönül vermektir. Kısacası hengamelerden birkaç günlüğüne de olsa uzaklaşmaktır. Saymak ve sevmekle başlar en güzel günler nihayetinde. Ve özgürsünüzdür bunları yaparken. İster en yakınınızdakileri mutlu edin, ister komşularınızı, isterseniz kimsesiz çocukları… Kimse mutluluğa ‘Hayır!’ demez… Sonuçta Bayram’dayız değil mi? İşte bizim bayramlar da, bunları hatırlatmak için varlar bana göre.

Üniversite’de okurken en yakın arkadaşımla (hala en yakınım) birlikte haftanın iki günü Bursa’daki, Sırameşeler Çocuk Esirgeme Kurumu’na giderdik. Gönüllü olarak emek verir, kurum çalışanlarının bize verdiği isme layık olmaya çalışır, altı yaş gurubu çocuklara ‘Abla‘lık yapardık. İsmimiz yoktu. Sadece ‘Abla‘ydık orada.

Finallerimiz, yıllar önce bir Şeker Bayramı’na denk gelmişti. Yumurta-Kapı dengesi o çağlarda da vardı! Ders çalışacağız diye evlerimize gitmedik. Ama gönülden yardım etmeye çalıştığımız çocuklarımıza gidip, onların Bayram sevincine ortak olmaya karar verdik. Erkenden uyanıp, süslenip, püslendik. Sonuçta bayram kutlayacaktık. Giysilerimize ayrı bir özen göstererek, belimize kadar inen uzun saçlarımızı kendi imkanlarımızla sarıp sarmaladık! Olmuştuk! Bukle bukleydik artık!

Altı yaş gurubu sınıfımız yaklaşık altmış çocuktan oluşuyordu. Kızlı erkekli hem de! İçlerinden bazıları belki inanmazsınız ama gözlerinden şimşekler fırlatırdı. Zehir gibi, sevimli, sadece sevgimizi isteyen ve afacan altmış çocuk… Gözünüzün önüne gelmiştir muhakkak.. (ne mutlu bana!)

 

Büyük bir bayram heyecanıyla ‘Papatya Sınıfı‘na girdik. Girmesine girdik ama, kapının önünde donup kaldık!

Çünkü tüm çocuklarımızın saçları, hiç biri ayırt edilmeksizin sıfıra vurulmuştu! Evet…Yavrucaklar bitlenmişti! Ve bula bula o bayram gününü bulmuşlardı çocukların saçlarını kazımak için!

Bu durum erkek çocukların  pek umurunda değilken, kızların hemen hepsi bir köşede içini çeke çeke ağlıyordu. Bilen bilir; kızlar için saç çok mühim bir şeydir.

Olan olmuştu. Biz sadece iki günlük ablalarıydık… Elimizden gelen tek şey o anda, kapıldığımız hüzün seline yakalanmadan onlara oyunlar oynatmak ya da şarkılar söyletmekti. Aynen öyle de yaptık. Dikkati dağılan ve ister istemez oyunların, şarkıların büyülü çekiciliğine kapılan çocuklar tek tek oynadığımız oyunlara katıldılar. Eğleniyorduk artık. Ağlayan, içini çeken, burnu kızaran, hıçkıran, sümükleri akan tek bir çocuk bırakmadık ortalıkta.

Çocuklar oyunların, dansların kandırıcılığıyla sakinleştiler bir süre sonra. Öğle yemekleri geldi. Büyük bir iştahla yediler. Bayramdı ya, mönüleri de özeldi o gün. Hayırsever vatandaşlar hayır işlemişlerdi. Sağolsunlar-dı!

Arkadaşım ve ben bir köşeden onların yemekleri gördüğünde yaşadığı sevinci ve neşeyi izlerken, yemekten sonra ne yapacağımıza karar verdik. ‘Hayal kurmak, dünyanın en güzel şeyi’dedik. Her biriyle özel olarak ilgilenecek ve hayallerini soracaktık onlara. Hatta eğlence mönüsünde Küçük Prens’i anlatmak bile vardı.

Derken, yemeğini bitiren yanımızda alır oldu soluğu. Önce kocaman bir çember yaptık. Minik sandalyeler yettiğince yer kaptı erken gelenler. Sandalye lüksünü kaçıranlarsa yerlerde ama yine de yanımızdalardı. Kel kafalarına, incecik suratlarına büyük gelen kocaman, umut ve beklenti dolu gözleriyle şimdi yeni oyuna hazırlardı. Bitlendilerse bitlenmişlerdi… Abla‘ları onları o gün musmutlu ediyordu ya, gerisi pek de önemli değildi.

‘Çocuk işte!’ dediniz değil mi?

Hımm…. Biz de öyle dedik!

İlk soru:’ Büyüdüğünde ne olacaksın?’  idi.

İlk yanıt kucağıma aldığım kocaman yeşil göllere benzeyen gözleriyle Eda’dan geldi : ‘Uzun saçlı Abla olacağım ben, Abla!’

Edacık ne doktor ne öğretmen ne mühendis ne de polis olmak istiyordu. İstediği tek şey, onları inciteceğini bilmeden ve istemeden, süslediğimiz saçlarımız gibi saçları olan, bizim gibi Abla olmaktı!

O gün saçlarımızdan utandığımızı anımsıyorum…

Hıristiyanlık  inanışına göre; yedi ölümcül günah  demiştim değil mi? Kibir, Açgözlülük, Şehvet Düşkünlüğü, Kıskançlık, Oburluk, Yıkıcılık ve Tembellik… Bakıyorum, görüyorum  ve düşünüyorum da, hepsi bende, sende, onda, bunda, şunda, bizde, sizde, onlarda  bir şekilde az ya da çok mevcut! Çocuklar hariç!

İçinizdeki çocuk hep yaşasın…

İyi bayramlar dostlar.

Sevgiylekalın.

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Yedi Ölümcül Günah!

İlginizi Çekebilir
artık yeter

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (1)

  1. Büyüdüklerinde sadece mutlu olmalı bütün çocuklar. ❤
    Hatıralarına ve kalemine sağlık Aycadısı. ??

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir