Döngü
0

Döngü

Her ne olduysa 3. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla oldu…

A ülkesiyle B ülkesi, C ülkesinin doğal su kaynaklarına sahip olmak için ittifak kurup C ülkesine savaş açtı. A ve B’nin karşısında hiç şansı olmadığını anlayan C, gidip D ülkesinden yardım istedi. Bunu fırsat bilen D ise su kaynakları üzerinde eşit haklara sahip olmak şartıyla bu savaşta C’nin yanında yer aldı.

Üç farklı kıtadan dört ülkenin başlattığı savaş, A, B, C ve D ülkelerine komşu olan ülkelerin de savaşa dâhil olmasıyla kısa sürede büyüdü. Böylece, sonraları tarihe “Mahşerin Dört Atlısı” olarak geçen A, B, C ve D ülkelerinin başı çektiği 3. Dünya Savaşı başlamış oldu.

A-B ittifakına katılan ülkelerin savaş stratejisi kimyasal silahlarken, C-D ve yandaş ülkeler biyolojik silahlarla misilleme yaptılar.

Her biri kendisinin dünya üzerindeki tek ve mutlak süper güç olduğunu iddia eden üç büyük ülke; X, Y ve Z bu duruma bir müddet seyirci kaldıktan sonra X, sözüm ona arabuluculuk yapmak için 3. Dünya Savaşı’na müdahil olan ülkelerle barış görüşmelerine başladı.

Bu göstermelik görüşmelerde verilen yegâne barış mesajı kısaca şuydu:

“Savaş çok kötü bir şey, özellikle de kaybeden tarafsanız. Bu durumda yapılması gereken en akıllıca hareket ürettiğim son teknoloji silahları, diğerlerinden önce davranıp satın almaktır.”

Fakat Y, bu savaşın sınırlı olan doğal kaynaklara zarar verdiği, dolayısıyla biran önce durdurulması gerektiği düşüncesiyle, savaşmakta olan ülkelere atom bombası attı. Yaptığı kârlı silah ihracatının sekteye uğratılmasına kızan X ise Y ülkesinin üçte birini yok eden bir hidrojen bombasıyla karşılık verdi.

Yaşanan kaos ortamı karşısında ilgisizmiş gibi görünen Z ülkesi, bir antimadde bombası üretip en büyük rakipleri olan X ve Y’yi haritadan silmek için alanında en başarılı bilim adamlarını bir araya topladı. İşte bendeniz bu ekibin başına getirilen Profesör Etna’yım.

“Gelişmekte Olan Ülkeler” listesinde adı olup da bir türlü gelişemeyen V ülkesinde, jeolog bir ailenin tek çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve bilim uğruna gerçekleşen beyin göçü kervanıyla sürüklenip Z vatandaşlığına geçmiş; fakat asla Z ülkesinin ideallerini paylaşmamış bir bilim insanı olarak bambaşka planlarım vardı oysa benim.

Öncelikle Z hükümeti; laboratuvar ortamında üretilen 10 miligram antimaddenin, bomba yapılması için değil de uzayda keşfedilen yüksek miktardaki antimaddenin hasadı için kullanılması yönünde ikna edilmeliydi.

Ülkenin sahip olduğu maddi kaynakların %60’ına mâl olacak projenin onaylaması amacıyla Z Başkanıyla görüşmeye gittim. Yıllar önce antimadde konusundaki araştırmama kaynak sağlaması için basit birkaç cümle yetmişti;

“Bir atom bombası yalnızca %1 oranında etki gösterir, yani uranyumun yalnızca minik bir miktarı enerjiye dönüşür. Oysa bir antimadde bombası kütlesini %100 oranında enerjiye dönüştürebilir. Özetleyecek olursak antimadde bombası, gelmiş geçmiş en ölümcül kitle imha silahından 100 kat daha etkilidir.”

Hepsi bu…

“Amaç 3. Dünya Savaşını durdurmak ve böylelikle Z ülkesinin gücünü ispatlamaksa 10 mg. antimaddeye sahip olmak yeterli bir başarıdır. Fakat amaç mutlak hâkimiyet sağlayıp dünyaya hükmetmekse daha fazlasına ihtiyaç var Sayın Başkan.”

“Sahip olduğumuz tek kozu, bazı tahminlere dayanarak kaybetmeyi göze alamayız.”

“Bu bir tahminden çok öte, bir keşif Sayın Başkan.”

“Açıkla!”

“Bir elektron ve bir antielektron karşılaştıkları zaman 1.02 milyon elektronvolt enerjiye sahip gama ışınlarına dönüşerek yok olurlar. Güneş sistemimizi bu enerji düzeyinde gama ışınları açısından tarayarak Venüs ile Mars yörüngeleri arasında 125 gram civarında bir antimadde çeşmesi tespit ettik. Sahip olduğumuz 10 mg antimadde, uzay gemimizi sekiz gün içinde belirlediğimiz koordinatlara ulaştıracaktır. Hasattan elde edilen 125 gram antimaddeyi, penning tuzağı sayesinde depolayıp aynı sürede geri dönebiliriz.”

Güç hırsıyla yanıp tutuşan ve süreçten çok sonuçla ilgilenen Z hükümeti; projeye onay vermekle kalmadı, hazırlık aşamasının bürokrasi nedeniyle yavaşlayacağı endişesiyle bize denetimsiz yetki bile verdi.

***

Dedim ya, benim bambaşka planlarım vardı diye…

Ben ve ekibim fark ettik ki 3. Dünya Savaşı insanlığın sonunu getirmekle kalmayacak, yeryüzündeki tüm yaşam son bulana kadar devam edecekti. Ülkelerin kullandığı kitle imha silahları, sadece düşmanlarını değil aynı zamanda hükmetmek için savaştıkları dünyayı da yok ediyordu. Yapılabilecek en akıllıca hareket; yaşanabilir bir gezegen bulup koloni kurmak, böylelikle ırkımızınn devamlılığını sağlamaktı.

Uzay yolculuğumuzun 9. gününde hasat işlemi başarıyla tamamlandı. Elde edilen antimaddenin 17 gramı, gemimizi Alpha Centauri’ye götürmek için yeterliydi. Yakın zamanda yıldız sisteminde keşfedilen, dünya benzeri bu üç gezegeni araştırmak ve içlerinden en uygun olanına yerleşmek için geriye 108 gram kalıyordu.

Yıldız sistemine tahmini varış süresi 1593 gün…

***

Noah Yıldız Gemisi /45. Gün Kaptan Gano’nun Seyir Defteri:

Bana bu görevin 18 gün süreceği söylenmişti; fakat yapılan hazırlıkların mahiyetini görünce bunun koca bir yalan olduğunu hemen anladım. Tahminime göre bu göreve, dünyaya dönmek için hiçbir nedenim olmadığından seçilmiştim.

Bağlılık yemini ettiğim ülkemin bana verdiği talimat, hasat sonrası dünyaya geri dönmek olsaydı eğer hiçbir kuvvet beni bu talimata uymaktan alıkoyamazdı. Fakat Profesör Etna’ya kesin suretle itaat etmem emredilmişti. Profesör tarafından bana verilen koordinatlar sayesinde, Alpha Centauri Yıldız Sistemi’ne doğru yolculuk ettiğimizi biliyordum. Ama neden?

Noah Yıldız Gemisi 105. Gün Kaptan Gano’nun Seyir Defteri:

Ben, 5 kişilik mürettebatım ve 28 kişilik bir bilim insanı topluluğu… Alpha Centauri’ye doğru yol alırken sağdan soldan edindiğim bilgi parçalarını bir araya getirdim ve sonunda resmin bütününü görmeyi başardım. Amaç; Dünya benzeri bir gezegende, ırkımızın devamı için koloni kurmaktı.

Benim için bu gerçekle yüzleşmek yeterli değildi; Profesör Etna’yla da yüzleşmeliydim. Ülkesine ihanet edip hepimize yalan söyledi. Yalancılık bir dereceye kadar affedilebilir, fakat vatan hainliği? Onun emri altında çalışıyor olabilirim ama hâlâ bu geminin kaptanı benim; bu da bana tahkikat yapma, yargılama ve gereken cezayı infaz etme hakkı verir.

Noah Yıldız Gemisi 165. Gün Kaptan Gano’nun Seyir Defteri:

Profesör Etna’nın gemidekileri bir araya toplayıp attığı nutuklar, ben hariç herkeste işe yaramıştı. Ben hâlâ ülkemi yarı yolda bırakmamak adına geri dönme taraftarıydım. Fakat mürettebatım bile Etna’yı destekliyorken, otuz üçe karşı bir gibi ezici bir çoğunluğa karşı durmak imkânsızdı.

Noah Yıldız Gemisi 175. Gün Kaptan Gano’nun Seyir Defteri:

Geminin bilim insanlarına tahsis edilen bölümüne girme yetkisi karşılığında Profesör Etna’nın verdiği talimatlara uyacağıma dair söz verdim. Buna değdi mi? Kesinlikle… Şimdi bu geminin adını nereden aldığını daha iyi anlıyordum. İnsan yaşamının devamlılığı için elzem olan tüm canlı türlerine ait örnekler, daha sonra klonlanmak üzere gemiye yüklenmişti. Amaç, modern bir “Nuh’un Gemisi” yapmaktı. Peki ya insan ırkı?

Gizlice yürütülen “Eva Projesi” için hamileliğinin son ayında olan 127 kadın gönüllü olmuştu. Koloni kurulacak gezegene varıp gerekli tedbirler alındığında uyandırılmak üzere anne adaylarının yaşamları askıya alınmıştı.

Noah Yıldız Gemisi 185. Gün Kaptan Gano’nun Seyir Defteri:

3 gün önce rotamız üstünde bir gama ışını patlaması tespit ettik. Prof. Etna’nın tahmini; bunun muazzam güçte bir hipernova olduğu ve kaybolduğu zaman yerini kocaman bir karadeliğin alacağı yönündeydi. Nitekim haklı da çıktı.

Karadeliğe çekilmekten kurtulmak için rotamızdan ayrılmayı denedik denemesine ama sonuç değişmedi. Karadelikler ıstakoz kafesi gibidir; her şey içeri girebilir fakat hiçbir şey dışarı çıkamaz. Karadeliğin “Olay Ufku ”nu bir kez geçerseniz asla geri dönemezsiniz. İçine aldığı tüm cisimlerin atomları kütleçekimi tarafından esnetilir ve parçalanır.

Fakat içine çekildiğimiz karadeliğin içerisinde pusuya yatmış bir solucan deliği, bizi aynı hızla dışarı püskürttü. Solucan deliklerinin uzay/zamanı yırttığı düşünülerse, evrenin tahayyül bile edemediğimiz bir yerinde, hiç bilmediğimiz bir zamanda olabilirdik. Gemimizin hâlâ tek parça halinde olması tutunduğumuz tek iyi haberdi.

Yine de çok fazla hasar almıştık. Yapılacak en mantıklı şey, en yakın gezegene iniş yapmaktı. İniş yapacağımız gezegenin yaşanılabilir olup olmaması önemli değildi; önemli olan gemideki hasarı giderecek kadar vakit kazanabilmekti. Sistemlerin sadece %18’i çalışır vaziyette olduğundan inişi körü körüne gerçekleştirdik.

Noah Yıldız Gemisi 195. Gün Kaptan Gano’nun Seyir Defteri:

Planın dışına çıkmış olmanın yarattığı korkuyu üzerimizden attığımızda, hızlı bir durum değerlendirmesi yaptık. Gezegenin mevcut iklim koşullarını, atmosferinin solunup solunamayacağını, gezegendeki canlı türlerini, kısacası hiçbir şeyi bilmiyorduk.

Birinci adım; bilim insanlarından oluşan ekipteki bir viroloji ve immünoloji uzmanı tarafından geliştirilen biyolojik silahı kullanarak gezegeni, olası tehlikeli yaşam formlarından temizlemekti. Bu, (insan ve klonlanmak üzere gemiye yüklenen canlı türleri dışındaki) tüm yaşam formlarına bulaşarak onların DNA genomunu kopyalayıp ani hücresel yıkıma sebep olacak şekilde programlanmış bir virüstü.

Kulağa çılgınca geliyor değil mi? Karadeliğe çekilip sağ kurtulan ve neredeyse tüm sistemleri çökmüş bir gemiyi, sadece çekim gücünü hesap ederek gezegen olduğuna kanaat getirdiği bir gök cismine indirmeyi başaran biri için o kadar da çılgınca değil… Hatta sıradan bile sayılabilir. Az önce espri mi yaptım, yoksa deliriyor muyum? İşte bu da delirmediğimin kanıtı; çünkü hiçbir deli kendine “Deliriyor muyum?” diye sormaz…

Noah Yıldız Gemisi 215. Gün Kaptan Gano’nun Seyir Defteri:

Günlerdir gemiyi tamir etmek için uğraşmamıza rağmen sadece iniş yaptığımız gezegendeki ısının yaşanabilir düzeylerde olduğunu tespit edecek kadar ilerleme kaydedebildik. Virüsü, gezegen atmosferine 9 gün önce yaymıştık. Yarın bilim insanlarından oluşan öncü bir ekip araştırma için gemiden ayrılacak.

Profesör Etna çok endişeli, dediğine göre sistemlerdeki hasar ve güç kaybı nedeniyle yaşamları askıya alınan anne ve bebeklerde kalıcı hasar oluşmuş olabilir. Muhtemelen hepimiz solucan deliğinden geçerken, gemideki koruyucu kalkanlara rağmen bir miktar radyasyona maruz kalıp hasar aldık. Şuan için olası etkilerini tespit etmek çok zor. Sanırım yaşayıp göreceğiz.

Noah Yıldız Gemisi 365. Gün Kaptan Gano’nun Seyir Defteri:

Bugün; Dünya’dan ayrılalı tam 365 gün, Dünya’ya iniş yapalı tam 180 gün ve de indiğimiz gezegenin Dünya olduğunu keşfedeli tam 148 gün oldu.

Gemiden ayrılan öncü ekibin karşılaştığı dev dinozor cesetleriyle başlayan bir dizi keşif, solucan deliğinin bizi paralel bir evrene sürüklediğini işaret ediyordu. Fakat bilinen Dünya tarihinin tekerrürü bize, yolculuğun paralel bir evrene değil de zamanda geriye doğru yapıldığını gösterdi.

Yaklaşık 20 yıl önce okulda bir araştırma ödevi hazırlamıştım; 231,4 milyon yıl boyunca Dünya’ya egemen olmuş dinozorların, 65 milyon yıl önce kısa bir süre içinde toplu olarak yok olmalarının nedeni… Hatırladığım kadarıyla bu konuda birçok iddia vardı; yanardağ patlamaları, iklim değişiklikleri, meteor yağmurları, Dünya’ya çarpan kocaman bir göktaşı… Günlerce araştırıp sayfalarca yazdığım ödevin aslında üç harften oluşan tek bir kelime olması ne kadar da ironik: BEN! Evet, dinozorları yok edecek biyolojik silahın ateşleme düğmesine bizzat ben bastım.

Bir diğer durum; Eva Projesi’ndeki 127 kadın yaşama döndürülerek, bebeklerin doğumu gerçekleştiğinde ortaya çıktı. Profesör Etna’nın da tahmin ettiği gibi tüm bebekler bir tür fiziksel kusurla doğmuşlardı. Radyoaktiviteden etkilenen bebeklerin tamamı, geniş üst gövde ile orantısız kalan kısa kol ve bacaklara, kısa kalın bir boyna, büyükçe basık bir alına ve alnın aksine oldukça çıkık göz, ağız ve çene yapısına sahiptiler. Böylelikle, bundan 10 binlerce yıl sonra fosilleri bulunduğunda, insanın ilk atası ve maymundan evrimleştiğinin kanıtı kabul edilecek “Neandertal İnsanlar” dünyaya gelmiş oldu.

İnsanoğlunun; evrenin sonsuzluğunda, kısır bir döngünün içinde hapsolduğunu bilmek… Tıpkı kocaman çarkların arasında, kendi etrafında dönüp duran basit bir dişli misali… Ya da benim deyimimle, hiç durmadan kendi kuyruğunu kovalayan bir köpek misali…

Nesiller sonra genetik bozulma yavaş yavaş düzelecek. Ateşi bulup, mağara duvarlarına resimler çizecek, tekerleği icat edip, avcı-toplayıcılıktan yerleşik hayata geçeceğiz. Önce toprağı işleyecek, sonra toprak uğruna öldürecek, gerekirse öleceğiz. Savaşı icat edeceğiz.

Uzun süre, sonsuz geçmişe ve sonsuz geleceğe uzanan “Döngü”nün DNA’larımıza kodlanmış gerçekliğine karşı mücadele edeceğiz. Bilinçaltımız hayatta kalmak için yerimizde saymamız gerektiğini bilecek. Bu nedenle din, gelenek, töre adı altında mucitlerin, bilim insanlarının önünü keseceğiz. Arşimet’i Romalı bir askere öldürtecek, Lavoisier’in boynunu giyotinle uçuracak, Giardano Bruno’yu kazığa geçirip diri diri yakacağız.

Her şeye rağmen tarih tekerrür edecek; Taş Devri, Maden Devri, İlk Çağ, Orta Çağ, Rönesans, Reform, Aydınlanma Çağı, Sanayi Devrimi, Coğrafi Keşifler, Kolonileşme, Dünya Savaşları, Uzay Çağı… Tarihimizi bir kez yazdık, sonsuz sayıda tekrarlayacağız ve ben gelecekte bir kez daha bu satırları karalayacağım; tıpkı geçmişte sonsuz kez karaladığım gibi…

SON

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. 

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Döngü

İlginizi Çekebilir
Bu Son Perde

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir