Bir Yılbaşı Hikayesi
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Bir Yılbaşı Hikayesi

Yazan: Yonca Tandoğan

12

Bir Yılbaşı Hikayesi

Işık yanıyor. Sönüyor. Yanıyor. Sönüyor. Duvara vuran şavkı türlü şekiller oluşturuyor odanın içinde. Sağ tarafta, süslü yılbaşı ağacının hemen üstünde kızımın fotoğrafları duruyor. Her ay yenisini eklediğim siyah beyaz fotolara bakıyorum. Hipnotize olmuş gibi onları takip ederken cep telefonumun mesaj uyarısıyla irkiliyorum. Gelmesini beklememe rağmen yine de tahmin etmediğim bir şekilde huzursuzlanıp telefondaki mesajı okuyorum. Eş zamanlı olarak sanki oda küçülüyor, ben o dünyanın içinde daha da küçülüyorum. O kadar ufacığım ki ciğerlerime hava gitmiyor, nefes alamıyorum. Salonda ayak sesleri duyuyorum bir de sanki kırılan bir şeyin sesi. Ama emin olamıyorum. Belki o ses okuduğum mesajdan sonra içimden bir yerlerden geliyordur, kırılan parçaları görmedikçe bilmem mümkün değil. Endişem parmaklarıma da yansıyor. Cevap yazarken topu topu iki kelimeyle soracağım soruyu birkaç kez düzeltmem gerekiyor.

“Şimdi neredesin?”

Karşıdan cevap hızlıca geliyor. Kısa, net ve umarsızca.

“New Jersey’de. Bir arkadaşın evinde”

“Bir…arkadaşın…evinde? New Jersey de? Amerika’da olan yani?”

Küçük dünyam altüst olmuş bir şekilde yanıtlıyorum onu. Ekrandaki kelimeler önce anlamsızlaşıyor sonra içimdeki panik hissi giderek artıyor. Harfleri bile birleştiremiyorum bir süre. Nihayet mantık devreye giriyor, aklıma mukayyet olup içimden tekrarlıyorum sessizce. “bu kelimelerin bir anlamı var, bu kelimelerin anlamı var.”

Elbette var da, ben anlamak istemiyorum. Çam ağacı küresinden yıldızına kadar süslenmiş, dolmasından o çok sevdiği kestaneli pilavlı hindisine kadar yemekleri özenle pişirilmiş, kırmızı örtülü masası hazır, sadece onu beklediğimiz bu yılbaşı akşamında beklentilerle gerçekler birbirine giriyor aniden.

Telefonun ekranında beliren cevaba tekrar bakıyorum. Ne kadar sakin, nasıl da kolay çözümlemiş, nasıl rafine edip süzmüş bitirmiş her şeyi.

“Başka kimseye haber verdin mi?” Sorulması gereken milyon tane sorudan bunu seçmem gerçekten duruma çok uygun. Kendimle hâlâ dalga geçebiliyorum. Bu bir hayat belirtisi; hâlâ yaşıyorum.

“Tabii ki hayır!”

“Bana sorarlarsa söylerim ama.” İçimdeki soru cevap sağanağı devam ediyor. Kime karşı neyi kullanıyorum? Bu mu onu korkutacak? Zavallılığıma küfrederek kendime kızıyorum. Şu an camı açıp söylesem bağıra bağıra tüm dünyaya nerede olduğunu ne değişecek sanki?

Yanıt gecikmiyor.

“Sana sormazlar”

“Neden?”

“Çünkü seni.” tamamlamıyor cümlesini.

Kaale almıyorlar? Kabul etmiyorlar? Sevmiyorlar? Uygun görmüyorlar? Yakıştırmıyorlar?

Mesajların nasıl da can yakıcı bir dile sahip olabileceği avucumun içinde, parmaklarımın ucunda keskin bıçak gibi duruyor. Parmaklarımla yazdıkça için için kanıyorum.

İş seyahatine gidiyorum dediği ve ondan haber alamadığımız dört gün dört gecedir tuttuğum nefesimi bırakıyorum kızımın siyah beyaz fotoğraflarıyla dolu duvara doğru. O zamana kadar hiç üçümüzün bir arada olduğu bir fotoğrafımız yok. Renkli fotoğraf da yok zaten. Her şey siyah ve beyaz. Doğru ve yanlış. Gündüz ve gece gibi birbirinden çok farklı. Ortası yok. Bundan sonra da olmayacak belli ki. Üçümüzün birlikte görüneceği renkli bir fotoğrafın hiç olmayacağı gibi… Anne- kız olarak kurduğumuz dünyada hiçbir zaman Anne-baba-kız evlat olamayacağımız gibi. Ağacın ışığı yüzümü aydınlatıyor. Siyah beyaz dünyamın acı gerçekliğiyle aydınlanıyorum. Bu yılbaşında kızımıza bir babası olduğunu birlikte söyleme planlarımı sonsuza kadar erteliyor, beyazın o ortası olmayan gerçekliğini gittikçe koyulaşan siyaha gömüyorum. Nefesim içimdeki kırıklarımın arasından kendine yol bulmaya uğraşarak düğüm düğüm olan boğazımdan çıkıyor. Sağ tarafta plastik çam ağacına ulaşan hava akımının etkisiyle dün meleğimle birlikte tutturduğumuz küçük, yaldızlı bir kürecik sallanıyor. Hayret ediyorum nefesimin böylesine güçlü olmasına, ta oraya ulaşmasına. O küçük kürecik benmişim, benim dünyammış ve sarsılıyormuşum. Tutunmaya çalışıyormuşum dönerken sağa sola kendi nefesimle. Soruyorum çok da beklemeden yanıtını zaten bildiğim soruyu.

“Neden?”

Aynı şeyi tekrar yazmak nasıl da içimi parçalıyor. Aklımdan bin bir soru geçmesi gerekirken yılbaşı hazırlıklarımı, heyecanla onu bekleyen kızımı düşünüyorum.

“Çünkü seni…” cümleyi tamamlamıyor. Yine.

“Çünkü ben” diye başlayan cümleler kuramayacak kadar uzak şimdi. “Çünkü seni” diyebilip tamamlamama özgürlüğüne de sahip. “Çünkü biz” hiç olamadık bu ilişkide. Ne onun ne de ailesinin gözünde. Yasaktık çünkü. Tamamlandığımız tek kutsal yer benim rahmimdi. Yüce Yaradan da bizi kızımızla kutsadı. İkimizin ortak tek varlığı, benimse her şeyim; kızımız.

Yanıp sönen ışığa bakıyorum yine. Yanıyor. Sönüyor. Yanıyor. Sönüyor. Bir gün gideceğini biliyordum daha ilk günden. Ama bu yılbaşında olacağı nedense hiç aklıma gelmedi. Yeni yılda yeni kararlar almak bazılarını nasıl da rahatlatıyor. Uzak bir ülkeye git, birdenbire peydahlanan bir arkadaşın olsun, sen onun evinde kalırken tüm sorumluluklar, problemler, hayatındaki kişiler de geride en gerilerde bir cep telefonu mesajı mesafesinde kalsın. Ne kadar çözüm odaklı, ben merkezli, küresel bir yaklaşım. Yaşasın modern dünya! Beni sevmiyorlarmış. Çok da umurumdaydı. Hiç kimse umurumda değil! Neden biliyor musun? Çünkü ben, senden daha cesurum sevgimde de üzüntüm de de. Çünkü ben, daha gerçeğim yaşadıklarımda, sahip olduklarımda ve hatta kaybettiklerimde. Çünkü seni sevdim, Çünkü zorluklara göğüs gerdim. Çünkü birken iki oldum sonra üç, sana rağmen seninle. Çünkü ben kaçmadım, buradayım!

Bunları yazmıyorum. Kendi kendime söylüyorum satır aralarında. Sonra küçük kızım sarı bukleli saçları kıvır kıvır sallanırken kırmızı kadife elbisesinin içinde kapıdan başını utangaçça uzatıp geriye kaçırıyor gövdesini.

Yüzü allak bullak. Endişeyle yanıma çağırıp soruyorum. “N’oldu bebeğim, neyin var?”

“İçine Barış abi için şeker koymak istemiştim. Elimden kaydı.” diyor hayata tutunma nedenim.

Arkasına sakladığı kırık Noel Babalı şeker kasesine bakıyorum. Tam ellerinin olduğu kısımdan kopmuş. Artık hiçbir şeyi tutamaz. Hiç kimseyi saramaz, koruyamaz.

Derin bir nefes alıyorum. Ciğerlerim şişiyor içime dolan havayla. İçimin kırıklarını bir kenara itiyorum. Eğilmiş omuzlarımı dikleştiriyorum.  “Söyle hadi!” diyor bir yerlerde sağlam kalmayı başarmış iç sesim.

“Ah, ben sana söylemeyi unuttum.”

“Neyi? Neyi söylemeyi unuttun Anniş?” Babasının tıpkısı meraklı bakışlarını gözlerime dikiyor. Ah çocuk, bana bakma öyle! Gözlerimi kapatıp, bir süre sonra tekrar açıyorum. Belki açıldığında her şey yoluna girer diye bekliyorum ama nafile.

“Ba…Ba. Barış…Abin… bu akşam gelemeyecekmiş…” derin bir nefes daha gerekiyor devam etmek için “çok uzaklara gitmiş” diyorum.

“AA, ama söz vermişti…”  Yeşil gözleri buğulanıp, küçük dudakları ağlamaya hazır bükülürken üzüntüsü sesine yansıyor. Sadece başını okşuyorum. “Şanslısın” diyorum içimden “Bana söz bile vermedi. “

“Bu ne olacak? Yapıştırsak iyileşir mi?” Çocuk aklıyla elindeki kırık parçaları gösterirken soruyor.

“İyileşmez” diyorum “yapışsa bile eskisi gibi olmaz.”  Sesim kulağıma yabancı. Konuşan kadını tanımıyorum. O sesteki kararlılığa hayret ediyorum.

“Napacağız? Bir sürü şekerim var benim?” Elinden kırılmış Noel Babalı şekerliği alıyorum. Dünyanın en önemli işiymişçesine hassasiyetle, kırıkların ona zarar vermemesine gayret ederek yavaşça hareket ediyorum.

“Yenisini alacağız Işığım, çarşıdaki mağazada bundan çok daha sağlamları var!”

Nefesimle ağaçtaki küçük küre dönüyor. Işık yanıyor. Sönüyor. Yanıyor. Sönüyor. Şavkıyla duvarda şekiller oluşuyor.

Seydikemer,

Aralık 2019

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Bir Yılbaşı Hikayesi)

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Bir Yılbaşı Hikayesi

Bir Yılbaşı Hikayesi

İlginizi Çekebilir
Cadillac

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (12)

  1. Kalemine sağlık Yonca, çok güzel 🙂

  2. Çok teşekkürler Gizem. Okunup, yorumlanmak çok kıymetli.

  3. Kalp kırgınlığını, küsmekten korkan ve kendiyle iç savaş veren bir kadın ve anneyi ne güzel anlatmışsın Yonca’cım kalemine sağlık

  4. Elinize sağlık, süper olmuş

  5. 7 Ocak 2020

    Meleğin Kanatları kitabında olduğu gibi akıcı sade bir dille olayları okuyucuya çok güzel aktarmışsın Yonca Ablacım. Kalemine sağlık başarılarının devamını diliyorum.

    • Meleğin Kanatları’nı da okuyan bir yorumcu ne harika Allahım. Çok teşekkürler başka kitaplarda, öykülerde de görüşmek üzere.

  6. 7 Ocak 2020

    Çok güzel bir hikayeydi Yonca Abla. Hikayelerinin devamını bekliyorum.

    • Çok teşekkürler Nihan, böyle yorumlar geldikçe daha çok yazası geliyor insanın🙏

  7. Tasvirler o kadar başarılı ki cümleler su gibi akıp gidiyor.Bir çırpıda okunacak kadar akıcı bir hikaye 👍🏻
    Ayrıca günümüz gerçekliğini yansıtması ve anlatımdaki içtenlikle de gönlümüzü fethetmekte🥰 Başarılarınızın devamını bekliyoruz👏🏻

    • Çok teşekkürler Sema. Böyle güzel yorumlarla devamı ya da başkaları da yolda:)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir