“Cadillac”
  1. Anasayfa
  2. Anı

“Cadillac”

0

Yazan: yula

Kaybolmuştum!

Aynada kendini izlemeyi pek sevmeyen biri olarak artık aynalara hiç bakamıyordum, bedenime ve ruhuma yabancılaşmıştım. Kaçmıştım kaçabildiğim kadar ama yine de içimdeki ateş sönmüyordu. Söndürmenin tek yolunun “intihar” olduğuna karar vermiştim. Ama bunu yapacak gücü de bir türlü kendimde bulamıyordum. Bir suç ortağı bulmaya karar verdiğimde epey rahatlamıştım. Madem kendi canıma kıyamıyordum, belanın içine atlarsam belki benim yerime biri bunu yapabilirdi…

Yurt dışında bir yerlerdeydim. Sırt çantamı toplayıp, son kez şehri gezdim doyasıya. Bir taraftan nasıl bir belaya bulaşabileceğimi düşünüyordum. Otostop çekmeye karar verdim. Belanın en kolay yollarından biri yabancı bir ülkede otostop çekmekti belki de. Hava kararmak üzereydi. En sevdiğim. Otobana yakın yola kadar yürüdüm. Gelen giden arabalara bakıyordum ara sıra. Belli etmesem de feci korkuyordum. Ama kararımdan dönmeye niyetim yoktu. En ıssız yerde durdum. Artık otostop çekme vakti gelmişti.

İlk gelen arabanın duracağını umarak elimi kaldırdım. Yaklaşık yarım saat hiç araba geçmedi!

Bu bir işaret miydi?

Geç olmadan dönmeli miydim kararımdan?

Yol kenarına çöküp bir sigara yaktım. İçimden hem kendime hem şansıma ağız dolusu küfürler ediyordum. O kadar dalmışım ki yanımda duran 1970 model kırmızı Cadillac kornaya bastığında fark edebildim. Sigaramdan son bir nefes alıp fırlattım. Pencereden içeri eğildim, “selam” dedim. Elinde ve kollarında dövme olan, gri atletli, saçları boynuna kadar uzun, karanlık yüzlü zayıf adam gülümsedi. Bir an şeytan gibi göründü gözüme! Katilim bu muydu?

nastol.com.ua-7520“Ne tarafa gidiyorsun” dedi.

“Sen ne tarafa gidiyorsun” dedim. Söylediği mesafe en az 5-6 saat yolculuk gerektiriyordu. Evet, şansım dönmeye başlamıştı. O süre içinde kesin öldürürdü bu adam beni yada baktım olmuyor ben niyetimi belli edebilirdim o sürede.

“Ben de oraya gidecektim” dedim.

“Atla” dedi ve yine hınzırca gülümsedi. Ben ne yapıyorum Tanrım!

“Sigara içer misin? “dedi.

Başımı salladım.

“Anlat bakalım sen kimsin? Neler yaparsın?”

Umursamaz bir tavırla yüzüne baktım.

Bir kahkaha attı.

“Bu yol başka türlü bitmez, konuşmamız lazım” dedi.

Adamın gülmesine sinir olmuştum. Üstelik durmadan gülüyor yada kahkaha atıyordu. Hataydı bu arabaya binmek sanırım…

Oradan buradan anlatmaya başladım. Aralarda yorum yapıyor “hımm, eee” gibi sesler çıkarıyor ve her seferinde gülerek yapıyordu bunu. Ne kadar neşeli bir adamdı bu! Hiç mi acı yaşamamıştı hayatı boyunca!

Yolculuğumuzun 1.saatinden sonra sohbet iyice koyulaşmaya başlamıştı. Bir ara arka koltukta içinde viski olan şişeye aldı ve bana uzattı;

“bu yol başka türlü bitmez hafiften başlayalım” diyerek kahkaha attı ve göz kırptı.

Tamam, işte bu uyuz herif öldürsün beni. Bunun kadar ruhsuz, her boka gülen bir adam görmemiştim zaten. Olsun bitsin bir an önce.

Yolculuğun 3.saatinde hala sohbete devam ediyorduk. Benim kafam hafiften güzel olmuştu. Onun neşesi de bir kat daha artmıştı!

“Eee ağzındaki baklayı çıkarmayacak mısın?” dedi.

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Kahkaha attı;

“Gözlerindeki acı, korku, ölüm o kadar belli ki! Görünmediğini mi sanıyordun?”

“Dökül bakalım” dedi.

Kaybolduğumu artık yaşamak istemediğimi söyledim. Ölümlerimi, kaybettiklerimi, onların bıraktıklarını ve alıp götürdüklerini anlatmaya başladım. Hala gülerek dinliyordu geri zekalı. Artık dayanacak gücüm kalmamıştı.

“Bir türlü kendi canıma kıyamadım. Senin gibi bir ruhsuzun, benim adıma bunu yapmasını istiyorum. Yapar mısın?” dedim. Uzun bir kahkaha attı.

“Müsaadenle biraz kenara çekmek istiyorum. En azından bir yarım saat dinlenmeye ihtiyacım var uyuyacağım” dedi. Ben ne desem de dinlemedi. Yokmuşum gibi davranıyordu. Yapacak bir şey yoktu. Çok ıssız bir yerdeydik ve gelen geçen hiç araba yoktu. Bende çok yorgundum. Birazcık uykunun kimseye bir zararı olmazdı. Hem belki de uykumda beni öldürüp bu ıssız yerde bırakmak için böyle bir numara yapmıştı. Uyudum…

Uyandığımda güneş doğmuş ve biz şehre yaklaşmıştık. Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Gülümsedi.

“Acıktın mı?”diye sordu. Kızgınlıktan deliye dönmüştüm. Güzelim gece güme gitmişti. Güneş tepemizdeydi ve büyük bir şehre ulaşmak üzereydik. Uyuduğumuz o ıssız yerde neden beni öldürmemişti ki!

“Dur” diye bağırdım.

Durdu ve ilk kez ciddiyetle yüzüme baktı.

“Neden beni öldürüp o ıssız yerde bırakmadın neden?” diye bağırdım.

“Ölüm çözüm değil bence tam tersi hayatının kıymetini bilip son damlasına kadar tutumlu kullan” dedi.

“Senin gibi kendini bilmez, hayatı umursamayan, her şeye gülen bir adam mı beni sorguluyor, bak sen! Sen hiç canından bir parça kaybettin mi? Bedeni ölse de ruhu sırtında asılı kaldı mı? Her gün seni daha da çok toprağın altına çekti mi? Kusura bakma ama ölüm acısının ne demek olduğunu bilmeden sen beni anlayamazsın. Hatta yakınından bile geçmezsin” dedim.

Yüzünden karanlık bir bulut geçti.

“İki yıl önce, yaklaşık 3 ay yoğun bakımda kaldım. Neden biliyor musun? Oğlumu kaybettiğim için intihar etmiştim. Ama o yoğun bakımda 3 ayda aldığım hayat dersini hayatımdaki onca yılda almamıştım. Evet, şimdi yaşıyorum ve oğluma bir gün kavuşacağımı biliyorum. Bunun için acele etmeme gerek yok çünkü o benim yaşamamı istedi ” dedi. Utançtan ve şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim…

Elimi tuttu ve gülümsedi.

“Bence sen de öyle yap” diyerek göz kırptı.

Arabanın radyosunu açtı. Radyoda CadillacTrack çalıyordu. Okkalı bir kahkaha attı ve bu sefer bende ona eşlik ettim. Güneş gözlüklerimizi  takıp ufka doğru Cadillac Track şarkısını söyleyerek yol aldık…

İlginizi Çekebilir
Hisli ya da Hissiz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir