Askıdaki Bere
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Askıdaki Bere

Yazan: Seçil ERGİNLER

0

Askıdaki Bere

Balkonun kenarında. Manzaraya dalmış. İrili ufaklı dalgalar. Kıyıya çarpan beyaz köpükler. Kızılımsı güneş. Rüzgârda salınan uzun tüller. Balkona yayılan notalar. Kadehteki kırmızı şarabı yudumluyor. Ahşap bir masa. Üzerinde yarısı dolmuş bir defter. Yanında onun hediyesi dolmakalem. Tiz alarmın sesiyle gözlerini açtığında rüyadan uyandırıldığına mı, onu bekleyen gri havaya mı, yoksa yapılacak sevimsiz işlerin çokluğuna mı sinirlendiğinden kendisi de pek emin olamadı. Alarmı kapattı.

Biraz daha uyumanın kimseye faydası yok. Kalkma zamanı. Yatakta doğruldu. Hayatındaki renklere, yaza özlem duyuyordu. Perdeleri aralık bırakmış olmasına rağmen azıcık güneş ışığı bile yoktu. Bulutlar önceki gece bıraktığı yerdeydi. Aydınlık gökyüzünün, parlak güneşin ona ulaşmasına engel olmak konusunda kararlıydılar. Terliklerini giydi. Yatağın boş, bozulmamış tarafına hüzünle baktı. Sabahları dışarıdaki sevimsizliğe inat kahkaha dolu sohbetlerini, hafta sonları yatağa taşınan kahvaltıları ne kadar özlüyordu. Terk edilişinin ardından eve kapanıp Liz’le bile konuşmayı reddedişini, ondan kalan yegâne anı olan beresine sarılıp döktüğü gözyaşlarını hatırladı. Tüm ısrarlarına rağmen bahaneler uydurup annemle uzun süre görüntülü konuşmaktan kaçmıştım. Yine de kadıncağız yıkılmışlığımı sesimdeki burukluktan anlamış, beni hoş tutup neşelendirmeye uğraşmıştı, boşuna. Tüm bu kötü anıların geçmişte kalmasından memnun mutfağa yürüdü. İlk toplantısının kaçta olduğunu düşünürken azalan vakalar sonrası ofise dönmüş olmanın iyi yönlerine odaklanmaya çalıştı. Hiç olmazsa evden çıkıp iki insan görüyorum. Dört duvarın ıssızlığından sıyrılıp hayatın içine girmek güzel. Yazarlara, hikâyelerine bu kadar yakın olmak, onları cazibeli kitaplara dönüştürüp billboardlara, kitapçılara, internet sayfalarına taşımak, çevirilerle uğraşmak çok zevkli de insanların kaprisleriyle, sahtelikleri, sığlıklarıyla uğraşmak olmasa…

“Kahvaltı için Louis’in Yeri’nde buluşalım mı?” Mesajı okurken, Liz’in onun kahvaltı yapmadığını unutmasına, kilo vermeye çalıştığını takmamasına kızmadı. “Köşedeki Sam’s Coffee’de buluşsak? Oranın kahvesi daha güzel,” diye yazdı hızlıca. Daha bir saati olduğuna göre dün gece uyuyakalıp yapamadığı tercümesine devam edebilirdi. Bu düşünce içini ısıttı. Kahvesi elinde, hırkasının cebinde çınlayan telefonuyla pencerenin önündeki heybetli çınar ağacına bakan çalışma masasına oturdu. İlerideki parkta sabah yürüyüşü yapan çiftleri iç geçirerek seyretti. Liz’in isteksiz olduğundan emin, “Peki!”sine gülümseyen yüz emojisiyle cevap verdi.

Yaşamını sürdürmesini, hayalleri için para biriktirmesini ve memleketteki annesiyle babasına biraz para göndermesini sağlayan işini sevdiği kadar bu ülkenin havasına da alışabilseydi ne güzel olurdu. Yağmura, kapalı havaya dayanamıyor, güneşi gördü mü kendini sokağa atıyordu. Ne kitaplar ne yetiştirmesi gereken tercümeler ne de en güzel hikâye fikirleri onu evde tutabiliyordu.

Ayakkabılarını giyip paltosunu almak için uzandığında askıdaki bereye takıldı gözleri. Hafifçe dokundu yanağını okşarcasına. Yeter saçmalama, hemen giyin ve çık. Altı ay oldu. Niye hâlâ atmıyorum ki bunu? Bereyi yerine koyduktan sonra paltosunu giydi, çantasını alıp kapıyı çekti.

Metroda sabahki toplantı için düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Annesinden gelen mesajlara cevaben, “İyiyim canım, sen nasılsın? Yoldayım, wi-fi da değilim, işe varınca ararım,” diye yazdı. Kapılar kapanmak üzereyken, kahverengi bereli bir adam son anda trenden içeri girdi. O olabilir mi? Kalbi deli gibi atıyor, bereyi takip etmeye çalışıyordu gözleriyle. Kalabalık vagonda adamı kaybetti. Kızım yeter artık, o değil. Olsa bile, bu trende ne işi var ki? Hadi ona da tamam ama artık seninle ilgisi yok. Kabul et bunu! O gelse, karşına dikilse, senin bakışlarını öte yana çevirmen gerekir. Çıkartamadın kafandan hâlâ!

Tekrar toplantıyı düşünmeye zorladı kendini. Oturabilseydim aklıma gelen üç beş maddeyi kâğıda dökebilirdim. Hatta onları yazdıktan sonra kapının yanında oturan yaşlı kadın ve kucağına ilişmiş küçük çocukla ilgili birkaç not da alabilirdim. Anneannesi olmalı. Sabahın bu saatinde okula götürüyor herhalde. Neden yürüme mesafesinde bir yerde okumuyor acaba? Belki annesiyle babası yeni ayrılmıştır, şimdilik anneannesinde kalıyordur. Her şey sütliman olana kadar düzeni bozulmasın diye okulundan almamışlardır. Belki de trafik kazasında ölmüştür ebeveynleri… Bak bu daha trajik bir düğüm olabilir. Aklına yazdığı ayrıntıları kâğıda akıtamadıkça gerginleşiyordu. Kim bilir kaç harika roman tohumu kaybolup gitti bu karmaşada. Daha erken binip, kalabalığa kalmayıp oturabilseydim. Aksi gibi en güzel fikirler burada yakalıyor beni. Daha ne kadar erken kalkacaksın kızım! Çözüm günün saatlerini otuz altıya çıkartmak aslında. Tam on iki saatim olurdu bana ait. Güldü. Çocukluğundan beri bu fazla zaman ihtiyacı peşini bırakmamıştı. Annesinin, “Elindekiyle yetinmeyi öğrenemedin gitti,” sözü çınladı kulaklarında. Onları da bir yıldır görmedim. Neyse ki pandemi bitti. Gerçi pandemi olmasaydı ve o ayrılık acısıyla gitseydim, “Ne ağlıyorsun ikide bir?” deyip dururdu annem. Niye bir türlü toparlanamıyorum? Liz’in dediği gibi silkinmeye ihtiyacım var. Yaz gelse, şöyle annemleri de alıp güneye gitsem. Bir denize girsem…

Yaşlı kadınla çocuk inince boşalan yere otursam mı diye düşünüyordu ki durağını geçtiğini fark etti. Kalkmaya hazırlanan trenden hızla kendini dışarı attı. Neyse Sam’s Coffee buraya da aynı uzaklıkta aslında. Kötü de olmadı dalmak, daha bile az yürüyeceğim böylece. Tek sorun şu dik merdivenler. Derin bir nefes aldı sokağa çıkınca. Yorulmuştu.

“Günaydın Gizem. Sana da yiyecek bir şeyler aldım. Bu kafenin içecekleri iyi de diğer her şey lastik gibi.”

“Biliyorum ama öbür tarafın da kahvesi bulaşık suyundan beter. Baksana mis gibi kokuya. Laf etmesinler yanında getirdiklerine?”

“Yahu kaç yıldır burada yaşıyorsun, içindeki ürkekliği atamadın daha. Bu dükkândan hiçbir şey almasam tamam da adamlara saygısızlık etmiyorum ki? Kimse bir şey diyemez ayrıca. Özgür bir ülkede yaşıyoruz, unuttun mu?”

“Haklısın. Daha saat sekiz buçuk ama şimdiden yorgunum. Evdeki kahve de kendime getiremedi. Şundan bir yudum alayım, ayılırım. Hazır mısın toplantıya?”

“İlk toplantıyı boş ver. Esas bugün görüşeceğimiz müşteri adayını düşün sen. Çok yakışıklı bir çocuk, tam sana göre.”

“Hayda, nereden çıktı şimdi? Bana sevgili aradığımızı bilmiyordum!”

“Akşamları dörtlü yemeklerin keyfini çok özlüyorum Gizem. Yeter artık, bitti gitti. Ne kadar oldu bir yıl mı? Hâlâ çıkaramadın aklından çocuğu. Hem hayatında romantizm olmazsa ne yazacaksın sen?”

Yine mi aynı muhabbet… Onu unutturacak düzgün biriyle karşılaşmama evren bile karşı, sırf o yüzden çıkmamış mıydı pandemi?

“Altı ay oldu daha Liz. Ayrıca yazmak için birine ihtiyacım yok. Yine de merak ettim, kimmiş bu gelecek olan müşteri?”

“Hah şöyle! İsim tanıdık gelince Arnold’a sordum. Onun üniversiteden arkadaşı, epeydir görüşmemişler. İnstagramda araştırdım biraz. Resimler de, hayatı da hiç fena değil…”

“Sana baksaydık o kadar beğendiysen? Şaka bir yana instagrama kötü fotoğraf koyan gördün mü hiç Liz?”

“Uzatma, bugünkü toplantılar mesai sonunda ancak biter. Sonra bir şeyler içmeye gideriz. Arnold çıkışa gelecek.”

“Ooo, ayarlamışsınız her şeyi…”

“Aslında önceden söyleyecektim düzgün bir şeyler giyin diye ama bu sefer iyice itiraz edersin diye korktum. Böyle daha spontane, onun da haberi yok zaten. Çıkarken, hadi gel, deriz diye düşündük.”

Gizem istemiyorum dese de adamı merak etmişti. En son ne zaman dışarda takıldım arkadaşlarla hatırlamıyorum. İyi ki Liz var, o da olmasa… Uzatmadı daha fazla. Son toplantı da bittiğinde, Kevin bekleme salonunda Arnold’ı görünce çok şaşırdı.

“Bu ne güzel tesadüf, burada ne arıyorsun Arnold? Kaç yıl oldu görüşmeyeli?”

“Çok, en az beş yıl. Hiç değişmemişsin, insan biraz yaşlanır.” Bir kahkaha attı Arnold.

“Sen de aynısın. Neşen, gülüşün. Hep aynı iyimser Arnold’sın üniversitedeki gibi…”

Gerçekten de hep pozitiftir bu adam. Arkadaşı da ona benziyorsa ne âlâ. Gizem bakışlarını Liz’in sevgilisinden Kevin’a doğru kaydırdı.

“Hava zaten puslu, bari içimizde güneş açsın diyorum. Ondan yani. Kız arkadaşımla tanıştınız sanırım.”

Kevin Liz’e döndü, gülümsedi. “Evet, birlikte çalışacağız anlaşabilirsek.”

“Son müşterim yakınlardaydı, işim erken bitince Liz’e uğrayıp, ona sürpriz yapayım dedim,” deyip kadının dudağına bir öpücük kondurdu.

“Ne iyi düşünmüşsün,” dedi Liz. “Biz de Gizem’le köşedeki barda birer birayla günün yorgunluğunu atsak diyorduk. Kevin, sen de katılır mısın bize?”

Ortamdaki neşe Gizem’e de geçmişti. Şimdi evde yalnız başıma yemek yerine, biraz sohbetle bira hiç de fena fikir değildi doğrusu. Yağmur başlamış, en azından bulutlar geçene kadar takılırız. Kevin düşündüğümden daha düzgün biriymiş. Toplantıda fırlama çıkışlar yapmadı. Geçen günkü lanet müşteri gibi sarkastik laflar da etmedi hiç. Gayet sevimliydi. Üstelik talepleri de mantıklı ve akla yatkındı. “Her iki rakip kitapçının da vitrininde olmalıyım, tüm internet sitelerinde reklamım görünsün ama para ödemem,” falan demiyor en azından. Bir şans vermeye değer doğrusu, belli mi olur…

Neşeli geçen akşamın ardından ajansta çevirisine odaklanmaya çalışırken telefonu mesaj sesiyle çınladı Gizem’in. “Merhaba, nasılsın?” Kevin zaman kaybetmiyor diye düşünürken, gönderenin eski sevgilisi olduğunu fark etti. Yüreği önce hopladı, sonra burkuldu. Zamanlamaya bak! Ne demeliyim? Bu sahne bir filmde ya da kitapta geçse, “Saçmalama, umursama. Bu vakte kadar aklı neredeydi?” derdin. Cevap vermeye bile değmez! İçinden geçenleri dinledi. İşine döndü. Aklından mesaj yazmayı geçirmeye başlamıştı ki, telefonu tekrar çınladı. Yine ne var? Cevap alana kadar yazacak mısın? Söylene söylene ama merakla telefona baktığında sevincinden zıplayacaktı. Mesaj aynıydı. Ama bu sefer gönderen farklıydı. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle zaman kaybetmeden cevapladı Kevin’ı.

“İyiyim, çalışıyorum. Sen?”

“Aynen. Akşam bir planın yoksa, yeni bir sushici açılmış. Asya mutfağını çok sevdiğinden, epeydir gidemediğinden bahsetmiştin. Arkadaşlardan duyunca, müsaitsen akşama rezervasyon yaptırayım diye düşündüm. Ne dersin?”

Harika fikir. En son, kim, ne zaman beni düşündü? Hem de böyle bana özel bir plan… Biraz durdu, bekledi. Yavaştan almalıyım, çantada keklik sanmasın. Bunlar da liseden kalma düşünceler. Ama flört etmeyeli çok oldu, değişmiş midir kurallar? Harika fikir Kevin! Lizlere de söylesek mi?” Yok bu ikinci cümle fazla. Sildi, sadece ilkini gönderdi.

Gizem’in çevirdiği kitabın yayımlanmasını kutladıkları gecenin sabahında, ikisi de erkenden uyanmış, yaz için tatil planları yapıyorlardı. Çok hızlı gitmiyor muyuz? İki hafta içinde sushi, ardından dörtlü kahvaltı, Lizlerle sinema. Kevin’ın evinde iki kişilik akşam yemeği. Şimdi de tatil planları. Üstelik annemleri de görmedim daha. Yeni tanıdığım bu adamla Fransa’da ne işim var benim? Kadının bulutlanan gözlerindeki endişeyi gören Kevin, “Annenleri görmekten bahsediyordun Liz’e. Ben de hiç gitmedim Akdeniz’in o bölgelerine. Bundan daha iyi fırsat olmaz. İstersen Türkiye kıyılarını ve İstanbul’u gezelim. Fransa da başka bir tarihe kalsın. Ne dersin?” Gizem poposuna çaktırmadan çimdik attı. Aklımı mı okuyor bu adam? Korkutuyor mükemmel gitmesi her şeyin. Kim bilir neler çıkacak altından sonra… Acaba evli falan mı? Ama Arnold hem tanıyor hem de görmediği yıllarda neler yapmış araştırdı. Rahatladı biraz. “Hep böyle düşünceli olacak mısın?” derken gülümseyerek öptü sevgilisini. Kahvelerin hazır olduğunu belirten çınlama üzerine ayağa kalktı, önce girişteki portmantoya uğradı. Askıdaki bereyi eski eşyalarını koyduğu dolabın arkasına sıkıştırdı.

23 Temmuz 2022, İstanbul

Askıdaki Bere

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– Askıdaki Bere

İlginizi Çekebilir
Öykü: Evhamlanmak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir