1. Anasayfa
  2. Öykü

Almanya'dan Misafir

Yazan: N. Talha KARABOĞA


0

Almanya’dan Misafir

  • Uzun bir yolculuğun ardından ulaştığınız köyde geçirilen ilk günü anlattığınız bir öykü kaleme alın.

“Nerde kaldı bunla ya?”

“Gelirle birazdan Kader’im. Gelirle elbet! Hele biraz daha sabret.”

“Kaç senedir görüşmüyodunuz siz?”

“Tam yirmi sene oldu be Kaderim. Yirmi koca sene!”

Ahmet gözleri yaşararak pencereden bakmaya devam etti.

“O kara günden sonra bir daha göremedim ben yüzünü onun. Gaçtı gitti…”

Kader Ahmet’in yanına giderek destek olmak için elini omzuna koydu. Birkaç dakika sonra kırmızı renkli bir araba evlerinin önüne yanaştı. Arabadan inen dört kişiyi gören Ahmet’in yüzü bir anda güldü.

“Aha bak! Bak geldile işte! Geldile!”

Ahmet koşarak evden çıktı. Arkadaşının yanında bir kadın ve altı yaşlarında bir kız çocuğu durmaktaydı. Gülerek onlara doğru yaklaştı.

“Vay efendim! Kimle gelmiş kimle! Hoşgediniz Rıfat’ım sefala getidiniz!”

Ahmet’i gören adamın gözleri bir anda doldu.

“Hoş bulduk Ahmet’im hoş bulduk!”

Rıfat Ahmet’e sıkıca sarıldı. Senelerce uzak kaldığı dostunun kokusunu içine çekti. Toprağını buldu o kokuda, memleketini buldu, anılarını buldu, çocukluğunu, gençliğini, deli zamanlarını… Sevda’ sını. Zar zor bıraktı Ahmet’e sarılmayı.

“E hadi,” dedi Ahmet. “Dışarısı soğuk beklemeyem fazla.” Ahmet kız çocuğuna doğru baktı. Yüzü bir anda aydınlandı. Saçlarına okşayarak adamın karısına baktı. “Hadi yenge siz giriven içeri de ben yardım ediveren arkadeşime.”

“Yok yardım edilecek bir şey yok ya!” dedi Rıfat. “Benim oğlan alıyor zaten valizleri. Fazla da bir şey getirmedik.”

“Papa, aldım ben çantaları.”

Rıfat’ın yanına aynı onun ikizi bir çocuk yaklaştı.

“Heh tamam tamam oğlum. He bak Ahmet! Bu oğlum Ozan… Ozan, bu senin Ahmet amcan! Anlattım ya sana.”

“Merhaba yakışıklı!” dedi Ahmet, elini uzatarak.

Ozan soğuk bir ifadeyle “Merhaba…” dedi ve Ahmet’in elini sıktı.

“Ozan ne demiştim ben oğlum sana! Elini öpsene!”

“Obuu* Rıfat sen de ya! Ne gerek va canım şimdi buna!” diye itiraz etti.

“Gerek va canım, gerek va! Olma mı heç! Öğrenecek bunların hepsini!”

“Hadi hadi, öğrenir o zamanla! Tartışmayam şimdi bunları dışaada. Kıçım dondu len soğuktan! Hadi içeri geçem.”

Rıfat ve Ahmet içeri girdiler. Kader güler yüzle onları karşıladı.

“Hoşgeediniz sefalaa getirdiniz! Buyrun buyrun salona geçem.”

Rıfat ve Ahmet salona doğru ilerleyip oturdular. Kader Rıfat’ın iki çocuğuna da sevgi ile bakıyordu.

“Maaşallah ne de tatlıla!” Rıfat’ın karısına doğru dönerek

“İsimleri ne çocuklaan?” diye sordu.

Rıfat’ın eşi soğuk gözlerle Kader’e doğru baktı.

“Cemre… Cevap versene soruya!”

Rıfat sinirle Cemre’ye doğru bakmaktaydı. Birkaç saniye sonra Cemre derin bir nefes alarak Kader’e döndü.

“Büyük olanın adı Ozan. Küçüğün adı da Esma.”

Esma adını duyan Kader’in gözleri birden doldu. Ahmet Kader’e döndü.

“Kader… Hadi canım sen bi mutfaa geç de yemekleri ayarla. Hadi gülüm…”

“Cemre… Hadi sen de kalk yardım et.”

Ahmet, Cemre’ye doğru dönüp “Olur mu öyle heç ya! Yol yorgunusunuz siz. Ondan da öte misafirsiniz bu evde.” ”Otur otur sen yenge! Bizimki bir kaç dakikaya geli zaten!” dedi.

“Yok. Bırak da yardım etsin. Hadi Cemre…”

Cemre sinirle Rıfat’a bakarak mutfağa doğru ayaklarını sürüye sürüye gitti.

“Oldu mu şimdi arkedeş ya! Ayıp ediyosun Rıfat ha!”

“Oldu Ahmet çok iyi oldu. O kada evini açtın bize. Bırak da biraz yardım etsin.”

“Rıfat… Ne eyi ettiniz de geldiniz len! Yirmi koca sene geçti aradan seni son göreli! Yirmi sene! Dile kolay len!”

“Heç sorma Ahmet heç sorma!”

O sırada Rıfat kızının bir cam bibloyu eline aldığını gördü.

“Esma gızım! Elleme gızım! Hadi koy onu yerine!”

Kız gülümseyerek bibloyu yerine bıraktı ve koşarak annesinin yanına gitti. Rıfat, oğlu Ozan’a doğru baktı. Gözlerini telefonuna dikmiş, bacak bacak üstüne atmış oturuyordu. Eskiden böyle miydi? Babasının yanında böle oturmak mı, aman aman… Basardı hemen yaygarayı “İndir len o bacağı! Ne saygı kalmış ne bi şey!’”

Ahmet gözlerini Ozan’dan ayırmadan bakıyordu.

“Maaşallah maaşallah! Ne çok benziyor sana be Rıfat’ım! Aynı saç, aynı göz!”

“Öyle ya, büyüdü de artık. Goca adam oldu oğlum.”

“Kaç yaşındasın yakışıklı?”

Ozan, Ahmet’e doğru aynı soğuk bakışlar ile baktı.

“On üç…”

“O! Maşallah, maaşallah! Koca adam olmuşun len!”

Ozan donuk gözler ile Rıfat’a baktı.

“Papa…”

“Efendim oğlum?”

“Acıktım ben…”

Rıfat sinirli gözler ile Ozan’a baktı.

“Bekle oğlum, bekle… Az sonra gelicekle bekle!” dedi Ahmet.

İki dakika sonra Kader elinde tencere ile geldi.

“Yemekler hazır! Hadi buyrun sofraya!”

Kader’in ardından elinde tabaklar ile Cemre geldi. Kızgın gözler ile Rıfat’a baktı.

“E hadi o zaman… Hadi afiyet olsun!”

Herkes sofraya oturdu. Ozan tabağındaki yemeğe baktı ve Rıfat’a bakarak:

“Fasulye mi yiyecez şimdi baba?” diye sordu.

Kader acele ile masadan kalktı.

“Beğenmedin mi? Beğenmediysen başka bi şey yapam. Ne istersin?”

“Ma…”

Rıfat, Ozan daha lafını bitirmeden araya girdi.

“Yok Kader ablası otur sen. O şimdi yemeğini yer. Değil mi oğlum?”

Ozan babasının gözlerine baktı. Gözlerindeki siniri görünce, tabağındaki yemeği yemeye başladı.

Yemekler yenip çaylar içildi. Rıfat ve Ahmet okul günlerinden bahsettiler. Oğuz kendi âleminde telefonu ile meşgul oluyordu. Kızı Esma ise Kader ablasını çok sevmiş, annesinin dizinde onunla sohbet ediyordu. Cemre ise kısa cevaplarla ve buz gibi gözleri ile sohbete katılıyordu.

Vakit hayli geç olunca herkes yatmak için hazırlığa girişti. Rıfat ile Cemre çekyatta yatacak, çocuklar da yer yatağında yatacaktı. Rıfat pijamalarını giyip Cemre’ye baktı.

“Cemre,”

“İyi geceler Rıfat!”

Cemre sırtını Rıfat’a dönerek gözlerini yumdu. Rıfat çekyata uzandı. Gözlerini yumdu. Ama uykusu bir türlü gelmiyordu. Rahatsız olmuştu Cemre’nin hal tavrından. Ah bir de Ozan yok mu?

Anasına çekmiş işte! Soğuk nevale! Tam bir saat bekledi geri gelmesi için. Uykusu firar etmişti artık. Kolay kolay da geleceği yoktu. Oflayarak çekyattan kalktı. Pantolonundan sigarasını bulup mutfaktaki balkona doğru sessiz adımlar ile ilerledi. Balkona geldiğinde Ahmet’in de sandalyede oturduğunu gördü.

“Naber Bruder?”

Ahmet korku dolu gözlerle Rıfat’a baktı.

“Rıfat?! Korkuttun be arkideş! Ne oldu? Bi sıkıntı mı va? Rahat mı edemedin?”

“Yok, yok. Uyku tutmadı sadece.”

“Dur yastıktandır o yastıktan. Dur hele ben bi yastığı değiştirem!”

Rıfat, Ahmet’in kolundan tutarak sandalyeye oturtturdu.

“Otur oğlum otur! Sen bana yardım etmek mi istiyon?”

“He!”

Rıfat gözleriyle ortalarında duran ahşap masadaki yarı dolu rakı bardağını göstererek, “O zaman bi rakı da bana koy.” dedi.

Gülmeye başladılar.

“Hay hay. Hemen geliyo bekle!”

Hemen sonra Ahmet elinde rakı bardağı ile geldi.

“Al bakem.”

Rıfat sigara paketinden bir sigara çıkardı ve paketi Ahmet’e uzattı.

“Ulen Alamanyalara gittin, hâlâ aynı sigara içiyon be arkideş! İnsan heç mi değişmez?” deyip gülerek bir sigara aldı.

O arada masada duran radyoda o şarkı çalmaya başladı

“Kaderimde hep güzeli aradım
İçimdeki sazlar başka söz başka
Hayalimde canlanırken muradım
Duvardaki resim başka sen başka”

Rıfat efkâr dolu gözlerle karanlığa gömülmüş İzmir’e baktı.

“Ahmet…”

“He sadıcım.”

“Gördün mü onu heç?”

“Kimi?”

“Biliyon ulen kimin olduğunu! Andırma bana adını! Anla işte!”

“Sevda’yı mı deyon?”

“He, he…”

“Görüyon oğlum görmez olur muyun? Eşi ile yaşıyıp gediyo işte! Onun da iki tane gızı va.”

“Mutlu yani?”

“Onu bilemicen. Ama kaç defa biz gittik misafirliğe, onlar geldi. Atıştıklarını ne duyduk ne gördük.”

“İyi bari…”

“Ya sen?”

“Ne?”

“Sen mutlu musun?”

Rıfat, yaşarmış gözleri ile Ahmet’e baktı.

“Değilin ulen değilin! Bıktım! Elin gavuru için çalışmaktan da, havasından da, suyundan da… Yetti gali! Alamanyası da yerin dibine batsın, işi de…”

Ahmet, Rıfat’ın omzuna elini koydu.

“Mutlu olurun diye gittim elin Alamanyasına. Evlendin iki de çocuğum oldu. Maziye gömmek istedim onu. Sandım ki unuturum… Ama olmadı be! Unutamadım işte!”

“Kaç gündür uyuyamıyom ben biliyon mu dertten!” diye devam etti Rıfat.

“Her gece rüyamda görüyon onun yüzünü! O düğün gecesini! Onunla evlenişini! Bazen Cemre’nin yüzü bir anda Sevda’nın yüzü oluveriyo. Çok korkuyon deliriyon mu diye!”

“Ne diyon oğlum sen! Ağzından yel alsın!”

“Öyle ama öyle! Bakma sen benim böyle halimden memnun durduğuma! Neyim eksikti len benim o Musa’dan? He de bakam bana neyim? Niye vermedile bana Sevda’yı! Niye itiraz ettile! Hadi onun anası babası neyse! Babam niye bişe demedi! Niye ”Olur mu öle şey!” diye itiraz etmedi de, ”Unutacan o kızı!” diye diretti bana, gönderdi gurbet ellere? Neden? Al bak işte görüyon! Mutlu muyun sence ben! He sen de hele bana Ahmet! Mutlu muyun? Değilin işte! Değilin! Avutuyon kendimi mutluyun diye!”

Rıfat, Ahmet’in omzuna başını koyarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Ahmet, eliyle Rıfat’ın omzunu sıkarak “Sabret Rıfat’ım… Sabret…” dedi gözlerinde yaşla. “Bak, işte dünyada herkes bişe ile sınanıyo. Tek derdi olan sen misin sanki? Benim derdim heç mi yok? En ağır dert bende! Kızım öldü len benim kızım!”

Rıfat başını Ahmet’in omzundan kaldırıp merakla ona baktı. Ahmet hıçkırarak ağlamaktaydı

“Esma koyduydum senin gibi çocuğumun adını. Daha 3 aylıkken kaybettim onu. Minik kalbi tutunamadı hayata. Tüm dertler çözülü, tüm yaralar kabuk bağla. Ama evlat acısı öyle değil işte Rıfat Efendi! Evlat acısının ötesine hiç bir şey geçemez. Ama sabrediyom ben. Tutunmaya çalışıyom hayata. ‘Mevlam’ diyom, ‘Bir dert verdi, dermanını da verir elbet…’ Umudumu kesmiyom, ne bu hayattan ne de yaradandan. O yüzden… Dertlenme Rıfat’ım. Dertlenme…”

Ahmet rakı bardağını kaldırarak Rıfat’a doğru doğrulttu.

“Hadi bakem! ‘Sevda’ya!”

“Sevda’ya!..”

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– Almanya’dan Misafir

İlginizi Çekebilir
Şaraptan Ayazlar

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir