1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Yitirdiği

"İnsan kıyametini yaşayıp nasıl yeniden iyi olabilirdi?"


0

YitirdiğiÖykü: Yitirdiği

Odanın her tarafına dağılmış kitapların farkına varıp usulca toplamaya koyuldu… Uzun zamandır evden dışarı adım atmamıştı. Elindeki kitapları; yemek artıklarının küflendiği, kırık bardakların ve bayat ekmek parçalarının bir arada hüzünlü bir birliktelik yaptığı masanın boş kalan son köşesine bıraktı. Ardından; eskiden mutlulukla baktığı, evin girişindeki pencereye doğru ilerlemeye başladı. Elini, pencerenin önünde asılı duran perdeye doğru uzattı ve bir an duraksadı. Dışarı bakabilecek cesareti olmadığını hissetti. Hemen sonra masanın yanına gelip düştüğü sefaleti izlemeye başladı. Ayakta duracak takati yoktu. Hemen oracığa çöküverdi…

Uyumak dışında yapabileceği pek bir şey yoktu. Uyku, yaşadığı mutsuzluktan tek kaçış noktasıydı. Elinden başka hiçbir şey gelmiyordu. Çabalamasını gerektirecek hiçbir şey yoktu. Her şey kayıp gitmiş, dünyasının dengesi tepetakla olmuştu. Günlerden bir haberdi. Saat kavramını yitirmişti. Komşularının kapıya bıraktığı yemekler olmasa şimdiye çoktan bu sefil yaşamı son bulacaktı. Kimseyle görüşmüyor, gelenleri ise kapıdan geri gönderiyordu. Oysa herkes onun iyi olmasını istiyordu. Peki, iyi neydi? İnsan kıyametini yaşayıp nasıl yeniden iyi olabilirdi? Bu mümkün müydü? Ona göre her şey o gün orada son bulmuştu. Geriye kalan sadece bedeniydi. Ölmek çözüm olabilirdi ama ölmek için cesur olması gerekirdi. O ise adım atmaya bile korkar olmuştu…

Derin düşüncelerin arasında kaybolup titrek bir uykuya daldı. Bazen uykusunda, eski güzel günlerin tekrarlarını yaşıyordu. Sanki hiçbir şey olmamış, içinde bulunduğu bu evin huzurlu havası hiç dağılmamışçasına tekrarlanan bu rüyaları görünce farklı bir duyguya kapılıyordu. Fakat sonra uyanıyordu. Uyandığında dünyalar başına yıkılıyor, beyninin bir kıvrımında yerleşmiş olan o eski günlerin çok uzağında olduğunun farkına varıyordu. Artık ağlayamıyordu. Gözleri doluyor, gözleri patlama noktasına geliyor ancak bir türlü gözyaşları akamıyordu…

En kötüsü de yaşadığı bu evin tanıklığıydı. Eskiden bin bir çeşit yemek kokusu, bin bir çeşit çiçek kokusuyla karışıp uzun kahvaltılara, uzun öğle yemeklerine, uzun akşam yemeklerine, uzun sevgi cümlelerine eşlik eden bu ev; şimdilerde rutubet, küf ve mutsuzluk kokan, kurumuş çiçeklerin matemiyle paslanan tencereler, tavalar, kaşık ve çatalların ağır birlikteliğini sırtlıyordu. Yaşanılan onca güzel şey, kötüsüyle takas edilmişçesine siniyordu duvarlarına. Aksayan her şey bozulmuş, çalışanlarsa görünmez olmuştu. Pencerelerden birinin kırık camı hangi cinnet anının eseriydi?

Titrek elleriyle, buz kesmiş ayaklarını kavradı. Ayaklarındaki yaralara dikkat kesildi. Yerdeki kırık cam parçaları artık canını yakmıyordu. Çünkü artık yanacak bir canı kaldığı bile şüpheliydi… Yitirilmiş her şeyin yüzüstü bırakılmış bir tanığıydı. Olmaması gereken şeylerin bir çığ gibi üzerine yığıldığı bir hayatı hak etmemişti. Ansızın gelen bir haber, ardından adım adım ilerlenen ve nihayetinde gelinen bu son hiç de adil değildi… Hayat gerçekten böyle bir şey miydi, yoksa kader denilen yazıt bir şanssızlık şaheseri olarak ona mı rast gelmişti? Sorularının muhatabı olmadığı gibi cevapların da bir önemi yoktu. Çünkü hiçbir cevap tatmin edemez, hiçbir tanımı kabullenemezdi artık…

Geçirdiği onca gün, onca ay, onca yılın ardından; evde birikmiş çöpleri, kırışmış teni ve beyazlamış sakalıyla hiç yaşamamış gibiydi. Yitirdiği çok büyük bir şeydi. Yeniden başlaması için hiçbir sebebi olmayan binlerce insan gibi yaşamamayı seçti. Cesareti olsa o gün son verirdi. Cesareti yoktu, bir ömür ölmeyi bekledi…

Cesedi birkaç gün sonra bulundu. Kapıya bırakılan yemekleri almayınca komşuları şüphelenmişti. Güç bela duran kapıyı kırmak çok da zor olmamıştı. Cansız bedeninin üstünde yitirdiği geçmişinden kalan güzel bir fotoğraf ilişmişti. Hemen yanında duran saksılardan birinde de beyaz bir gül filizlenmişti…

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir
Öykü: Bahçe

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir