Yeni Yaşında Sinem SAL Röportajımız
  1. Anasayfa
  2. Röportaj

Yeni Yaşında Sinem SAL Röportajımız

Yeni yaşının daha güzel olması dileğiyle, Sinem iyi ki gelmiş bu hüzün yüklü dünyaya...

0

Yeni Yaşında Sinem SAL Röportajımız

11169756_10153194595503162_2900838512938570814_o

Yeni kitabınızın heyecanını Korsan Edebiyat olarak bizler de taşımaktayız. Bize zaman ayırdığınız ve sorularımızı cevapladığınız için çok teşekkürler. Dileriz yeni kitabınızla, sizin gibi güzel yürekli insanlara ulaşırsınız. Okurunuz ve gülüşünüz daim olsun…

Lakuna, Anekta, Yine De Âmin ve geçtiğimiz hafta April Yayıncılıktan yayımlanan son öykü kitabı Dank’ın yazarı Sinem SAL ile Korsan Edebiyat Dergisi’nin 3. sayısında yaptığımız röportaj:

14022231_10154348469388162_8334160002000901001_n

KEd.: Lakuna’yı belki çok bilmiyoruz, fakat Anekta ve Yine De Âmin şiir kitaplarınız ile birkaç yıldır hayatımızda hem kendinizle hem dizelerinizle yer alıyorsunuz. Takip edenler belki bilir, ama Korsan Edebiyat olarak ilk röportajımız ve bilmeyenlerimiz vardır: Sizin kitap isimlerinizin hep bir hikâyesi var. Peki, Dank’ın bir hikâyesi var mı? Neden Dank?

Kitaptaki öykülerin ortak yanı bu aslında.  Travmaların yüklendiği insanlar ve hepsinin oralara fazlasıyla batmasının hikâyesi. Son iki yıldır daha umutlu şeyler yazmaya eğildim. Anlattığım hikâyelerdeki olaylar çok karanlık da olsa bir yerde umutlu, ışıklı, aydınlık şeyler sunmalıydım. Bu istek beni fazlasıyla şekillendirdi diyebilirim. Dank, aniden aydınlanmak demek. Bütün hayatın boyunca kafa yorduğun, kurtulmak için çaba gösterdiğin her şeyi anlaman bazen bir saniyeni alıyor. Yani o kaos ve anlamanın birbirine girdiği saniyeyi önemsiyorum. 

KEd.: Dank ilk öykü kitabınız. Ama Birgün Pazar olsun, Ot dergi vb. olsun, oralarda öykülerinizle hep karşımızdaydınız. Peki, şiir yerine öykü kitabı ile okuyucu karşısına çıkmaya tedirginlik duymadınız mı?

Elbette duydum. Ama o tedirginlik bana ait değil. İnsanların ön yargısını duydum daha çok. Herkesin öykülerimle ilgili beklediği şey daha şiirsel veya anlatıya yakın metinlerdi. Sanırım bir parça şaşırtıcı olan da bu oldu. Çünkü öykülerimde olayı, kurguyu önemsiyorum. Şiddet hikâyeleri ilgimi çekiyor daha çok. Belki dünya bu anlamda fazla cömert bize zaten. Ya da benim kişisel hikâyem de buralara dayandığından olabilir ama hikâyeyi hep önemsedim aslında. Şiir kitaplarımda da böyleydi bu. Baştan sona ilerleyen kopan biten bir bütün hikâyesi vardı şiir kitaplarının. Ama elbette Ot ve BirGün bir hazırlık süreci oldu. Benim için değil de okur için.

KEd.: Fantastik bir dünyanız var. Şiirlerinizde ve öykülerinizde bunu görüyoruz. Bu dünyayı nasıl inşa ettiniz?

Doğaüstüne, dünya ötesine duyduğum ilgi hep vardı. Çok yerde anlatmışımdır belki ama yazıyla ilk tanışmam bile evde yazdığım büyülerle başlamıştı. Ben bu tarafımı biraz daha dengelemeye, ayakta tutmaya çalışıyorum aslında. Dünyanın gerçekliğine yakın durmaya çaba gösteriyorum diyebilirim. Sadece kendi makinemde öğütüyorum gördüklerimi.

KEd.: Fantastik dünyanın dışında bir de bu dünyaya ait olamama duygusu da hâkim metinlerinizde. Gerçekten böyle mi? Neden?

Edebiyat beni dünyadan uzaklaştırmıyor. Yazarak dünyaya daha yakın olabiliyorum. Çünkü yakınlık anlamayı gerektirir. Benim için şu an tek yolu okumak ve yazmak.

KEd.: Dank’ın içerisinde yer alan: “Kayıp İnsan Bürosu” adlı hikâyenizin bana vermiş olduğu hissiyat, hepimizin kimlik savaşları… Burada kayboluyoruz. Sizce herhangi bir kimliğe bürünmek zorunda mıyız?

Kayıp İnsan Bürosu tam da bunu anlatıyor aslında. Bir akıl hastanesindeki insanlar, sosyalleşme projesi dâhilinde, iyi olduklarına karar verildiklerinde dışarıda bir eve yerleştiriliyorlar. Fakat bir süre sonra içerisinin dışarıdan daha güvenli olduğuna karar veriyorlar. Hepsi akıl hastanesine dönmek için bir savaş veriyor. Çünkü dışarıdaki dünyanın sizden bir beklentisi vardır. Yasal adınız olmalı, yasal cinsiyetiniz, yasal hisleriniz, yasal yaşamınız.

KEd.: Çocukluğunuz 90’lar da geçmiş birisiniz. Şuan ki yıl ile 90’lar arasında inanılmaz farklılıklar var ve bana göre çok ayrı iki çağ. Şimdiki çağda büyüyen, büyümeye çalışan çocuklara bir şey demek ister misiniz?

Kitaptaki Hissizlik Çağı hikâyem aslında bu farktan doğdu. Biz inanılmaz bir çağın son ürünleriyiz. Tüm değişime hızlıca şahit olduk ya da dünya bizim savrulmamıza tanıklık etti diyebilirim. İnsanin kendi kaynağını bulması çok daha zor artık. Çünkü şehirler ve insanlar arasındaki mesafe azaldı bu da birbirimize yakınlaşma gereğini ortadan kaldırdı. Yani yol aramıyoruz artık. Olandan gidiyoruz.

KEd.: Yazma sancılarınız olduğu dönemler, kelimelerinizin tükendiği anlar oluyor mu? Oluyorsa bunları aşmak için yaptığınız ritüeller var mı?

Ben böyle dönemlerde daha çok okuyorum. Şiir için aynı şeyi söyleyemem. Kitaptan sonra çok az yazdım. O daha farklı bir süreç. Kendi varlığımdan daha kudretli bir şeye ihtiyaç duyuyorum şiir yazmak için. Hikâye ise daha çok çalışma gerektiriyor bende. Bir hikâyeye başlamadan önce tüm bölümlerini kurgusunu ve karakterlerin özelliklerini hatta bazen resimlerini odama asıyorum. Bir tahtam var. Günlerce onun üstünde çalışıyorum. O karakterler ne dinler, ne yerse buraları anlamaya çabalıyorum. Yazamadığım zamanlarda da bir şekilde içinde oluyorum yani. Hiçbir şey yerinde kalmıyor.

KEd.: Eski dönemlere göre yazar, şair ve sanatçılara ulaşmak; onlara eleştirilerde bulunmak daha kolay bir hale geldi. Ama bu kolaylığın sizler açısından epey zaman kaybına ve tatsız birçok olaya sebep olduğunu görmekteyiz. Bu yoğunluğa, tanınır olmaya nasıl katlanabiliyorsunuz?

Bir iki sene önce bu duruma üzülüyordum. Ama sonra bir teşekkür etmenin veya hakkaniyetli bir eleştiri dile getirmenin ne kadar zor olduğunu anladım. İnsanlar okumadan yazıyor. Buralara çok düşmemek gerekiyor. Çünkü düşmek egoya dahil bir şey fakat edebiyat değil. Daha doğrusu olabildiğince buradan kurtulmalı.

KEd.: Siz de popüler edebiyat dergilerinde yazılar yazmaktasınız. Bu dergiler, geçmişte var olan Varlık Dergisi gibi; genç yazar ve şairleri ortaya çıkarmak gibi bir misyona da sahip olması  gerektiğini düşünüyor musunuz? Bunun yanında Korsan Edebiyat Dergisi gibi kendi çabalarıyla filizlenmeye çalışan dergilerin varlığı, edebiyat için ne ölçüde umut verici görmektesiniz?

Elbette. Ki bence artık birçok dergi hatta müzik için de konuşayım tüm müzikal oluşumlar gençlerin güçlü üretiminin farkında. Birkaç sene önce hiç dergi olmadığından yakınıyorduk o yüzden şimdi dergi bolluğundan şikayet edecek değilim. Daha fazlası da olmalı. Söz söyleyecek, düşünce aktaracak kanallar yaratılmalı ki birikmesin yok olmasın başka yerlerde.

KEd.: Yeniden dünyaya gelseniz, yine bu ülkede yazılar-şiirler yazmayı ister miydiniz?

(Gülüyor) Bilemedim. Ben bu ülkede yazmak isterdim muhtemelen de bu ülkenin daha az acımasız bir yer olmasını da isterdim.
Teşekkürler…

13434908_10154158440443162_3606243204176062819_n

Hazırlayanlar: Ali Can, Tuğçe Çelebi, KorsanKalem

Sitemizdeki diğer röportajlara da göz atabilirsiniz. (Sinem SAL Röportajımız)

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. (Sinem SAL Röportajımız)

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir