Toy
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Toy

0

Toy

Buraya ilk adım atışım değil. Öncesinde büyük umutlarla bir istekle gelmiştim. Hâlâ istiyor olsam belki bulunmaz bir fırsat olabilirdi. Ama kendimden emin değildim. Ne istediğimden, burada olmak isteyip istemediğimden emin değildim. Elimde tutunacak başka bir dal olsa tekrar adım atmaz, giderdim.

Sonra girdim. Aklımda kara düşüncelerle o kapıdan tekrar geçtim. Hangi defteri kapattım bilmiyorum ama yeni bir defterle başlıyorum. Artık ayaklarımın üstünde durma zamanı… Mecburiyetlerin sürüklediği yerdeyim. Benden beklenenleri yerine getirmeliyim. Kabul edelim, şimdi tam zamanı… Başlamalıyım…

Okula yaptığım iş müracaatım kabul edildi. Döneme yeni mezun olmuş, biraz da gecikmiş bir öğretmen olarak başlıyorum. Özel bir okulda çalışıyorum. O yüzden oldukça yoğunum. Benim için özelde çalışmak daha fazla mesai, daha zor öğrenciler ve etrafta burnu havada hareket eden daha çok insan demek. Buna ne kadar tahammül edebilirim bilmiyorum. Ama bu devirde ekmek parası zor bulunur. Bunu biliyorum. Özellikle biz fizikçiler daha da zor buluruz. İnsanlar hep garip olduğumuzdan bahseder, sert mizaçlara sahip ciddi insanlar olduğumuzu söyler dururlar. Hayatta sanki yerimiz yokmuş, hep bilimle ilgilenmemiz gerekirmiş gibi bakarlar. Yaşadığımız problemleri, birkaç katlı integralleri çözmeye çalıştığımız gibi halletmeye çalıştığımızı düşünenler bile varmış. Oysa ben evime gittiğimde eşimi görmekten memnuniyet duyan, hatta işini severek yapmayan, derdi tasası bol, gayet sıradan, basit bir insanım.

Ertesi güne mızmızlanarak, istemeye istemeye başlıyorum. Kendim ileriye gitmek için çırpınırken sanki ayaklarım geriye doğru adım atıyor. Bu grileşmiş şehirde insan kalabalığıyla dolu olan sokaklardan geçip metroya ulaşmaya çalışıyorum. Zaten 2 dakika bile geç kalma şansım yok. Çünkü eğer geç kalmaya kalkarsam sanki öğrenci olan benmişim gibi müdür bey tarafından azar işiteceğimi biliyorum. Hızlı hareket etmeliyim. Okula varana kadar biraz dağılıyorum ama toparlanmam kısa sürüyor. Şimdilerde okullar yeni açıldığı için daha kayıtlar devam ediyor. Gelen giden eksilmiyor. Bazen öğrencilere okulu benim gezdirdiğim bile oluyor. Onun haricinde derslerde kendi kendime iyi bir performans gösterdiğimi düşünüyorum. Bence gayet başarılıyım. Yani tabii daha çok erken ama ben iyi olduğuma emin olmak istemekte aceleciyim.

Saatler geçmek bilmiyor. Tabii ki saatler geçmeyince günler de geçmiyor. Belli bir zaman dilimine sıkışmış kalmış gibiyim. Oysa zaman geçmeli, zamanın tek yaptığı şey de bu değil mi… Tik tak tik tak. Geçip gitmek.

Çalışıyordum, devamlı lise fiziği anlatıyordum. Sürekli dosya işleriyle, öğrenci danışmanlıklarıyla meşgul oluyordum. Ama sanki düşünmek için çok fazla vaktim varmış gibi aklımı kurcalayan sorular her gün artıyordu. Geleceğimi görmek istiyordum. Ne zaman tam olarak istediğim yerde olacağımı merak ediyordum. Hayatımda daha çok güzel anıları biriktirebileceğim zamanların ne zaman geleceğini bilip şimdiki bu kara bulutlara sabretmeye değeceğini bilmek istiyordum.

Ben kendi içimde boğuşurken yeni bir öğrenci adayı, okulu gezmek için beni bekliyordu. Açıkçası pek oralı olmadım. Alelacele gezdirip, hiç sohbet etmeden işimi bitirdim. Dikkatim yerinde değildi ve uğraşmak da istememiştim. Sonuçta ben okula bayılmıyordum ki bir başkasını da kandırıp zorla ikna edeyim…

Burada tecrübe edinip farklı okullarda devam edeceğim günlerin hayalini kurarken birkaç gün geçmişti. Yeni kayıtlar sonlanmaya başlamış, sınıflarımız belli olmuştu. Benim kendi sınıfım 9. sınıflardandı. En küçük oldukları için daha kolay idare ederim diye düşündüm. Hem A şubesiydi, hep akıllılar, çalışkanlar vardı. Bu beni rahatlatmaya yeten etkenlerdendi. Derken geçenlerde göz ucuyla ilgilendiğim, okulu gezdirdiğim bir öğrenci de benim sınıfıma gelmişti. Yaşına göre biraz büyük gözükse de çekingen tavrıyla oldukça suskundu. Ama bakışları o kadar netti ki ürpermiştim.

Bir yerlerden tanıyor olmalıydım. Emindim, son derece emindim. Bir taraftan düşünüyor, bir taraftan da okula geç geldiği için adapte olmasına yardımcı olmaya çalışıyordum. Tanıştık, adaştık. Sonrasında onu sınıfla baş başa bırakıp diğer derslerime koşturmaya devam ettim. Oldukça yorucu bir günün ardından eve gittiğimde kendimi rahatlamış, düşüncelerim boşalmış gibi hissediyordum. Ama o gün aynı şeyler olmadı, rahatsızdım. İçimde bir sıkıntı, kıvranıp duruyordum. Bana ne oldu bilmiyorum ama ertesi gün olmuştu. Yine aynı mızmızlanmalar eşliğinde okula varmıştım. Bugünkü ilk dersim kendi sınıfımaydı. Dediğim gibi bu sınıf bu okulda tutunma sebebim olabilirdi.

“Evet arkadaşlar, bugün konumuz dayanıklılık, buyurun bakalım söz almak isteyen var mı?” diyerek derse başladım. Bir taraftan da gözlerimle yoklama alıyordum. Tek olmayan Ayşe, adaşım. Devam edelim. Dersin bitmesine dakikalar kala Ayşe kapıda belirdi. “Hocam, özür dilerim. Girebilir miyim?” İçimden sinirlenmiş, bu kadar geç kalmasının sebebini merak etmiştim ama başımla gir işareti yapmaktan öteye geçmedim. Hem diğer derste de buradaydım.

Öğrencilerle pek ilgilenmeyi sevmesem de kendi sınıfımın üstüne titriyordum. Diğer dalkavuk zengin bebeleri bu sınıfta yoktu. O yüzden sınıfımı onlardan uzak tutmaya çalışıyordum. Zamanında beni çok koruyan sevgili hocamdan edinmiştim bu ilkeyi. Pek sever miydim… Bazen çok bazen hiç…

Bu sıralar kafamı Ayşe’ye takmıştım. Onda beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Hal ve hareketleri bana bir şeyler anımsatıyor, beni kendine çekiyordu. Sanki koskoca ülkede tek adaşım oymuş gibi adının neden Ayşe olduğunu sorguluyordum. Sormam saçma olur diye düşünürken nasılsa hocayım havasına bürünüp Ayşe’yi bir rehberlik dersinde yanıma çağırmıştım. Sınıf hocaları olduğum için rehberlik derslerini ben veriyordum. Sırayla her öğrencimle konuşup evrakları doldurmam gerekiyordu. İşte o gün sıra Ayşe’ye gelmişken konuşmaya başladık. Hoca-öğrenci ilişkimiz yerini iki samimi arkadaşa bırakmıştı.

“Nerelisin Ayşe?”

-Burdurluyum hocam.

“Tesadüfe bak sen, ben de Burdurluyum. Hatta eşimle de oradan tanışıyoruz. Sen bilir misin çarşı yerinde ki Pastacım’ı, ne güzeldir tatlıları…”

-Bilmez miyim hocam, çok iyi bilirim.

Adaştık, hemşeriydik. Derken Ayşe’yle aynı kişiydik. Babasından söz ederken babamdan bahseder gibiydi. Annesi, ailesi, Burdur hikâyeleri neredeyse anlattığı her şeyiyle biz birdik, aynıydık. Söylediği her şeyi şaşırarak dinliyor çaktırmamaya çalışıyordum. Ayşe’ye baktıkça kendimi görmeye başlamıştım, nasıl oldu da bu kadar geç fark ettim bilmiyorum ama onun yaşlarındayken ona çok benziyordum. Böyle bir şey olabilir miydi? Geçmişimin tekrar karşıma çıkmasının ne gibi bir anlamı olabilirdi ki… Bu sancılarım, rahatsızlıklarım… Hem ben geleceğimi merak ediyordum Ayşe’yi değil.

Böyle şeylerin hep kitaplarını okur, filmlerini izleriz. Gerçek olabileceğini asla düşünmezdim. Tabii bu sefer benim başıma gelene kadar… Ah Ayşe… Şimdi sen bensen, tüm başıma gelenleri yaşayacak mısın?

Düşündükçe aklımı kaybedecek gibi oluyordum. Sanki bu bana verilen bir yüktü ve altında eziliyor gibiydim. Geleceğini biliyordum. Zaten geçmişini yaşamıştım. Ama onu bu gerçek dünyaya hazırlamalıyım diye düşünüyordum.

Ayşe daha çok toydu. Önceki yıkımları bir yana lise hayatında daha da yıkılıp dökülecekti. Güvenmeye, sevmeye, sevilmeye kalkışacak tökezleyecekti. Hayatında kayıplar yaşayacak dibi görecekti. Aklına gelemeyecek her şey tek tek başına gelecekti. En kötüsü de, en ağırını yaşadığını sanacak ama bunlar sadece ilk perdeden ibaret olacaktı.

Biliyordum, bizzat yaşamıştım. Kimse de gelip yapma, yaparsan sonuçları böyle böyle olacak, canın yanacak dememişti. Ya da diyenler olduysa da asla dinlemedim. Farklı insanların tecrübelerinden tecrübe edinmek değil de kendim yaşaya yaşaya görmek istedim. Ayşe’de böyle yapacaktı çünkü ben oydum.

Önlemler almak boşunaydı, geleceği bilmek asla iyi olmazdı. Hayat; habersiz, olacakların umuduyla, düşe kalka yaşarken, bilmeden güzeldi. Hayat; insanı insan yapan, karakterini oluşturan, bu benim, böyle yaşamak istiyorum, bu yol benim yolum dedirten anılar silsilesiydi.

Sadece Ayşe daha çok toydu, yolun başındaydı ve bunların hiçbirini bilmiyordu. İlk önce sevecek, sonra yalanlarla yüzleşecek, yaşamak istemeyeceği şeyler yaşayacaktı. Hatta istemediği gibi bir insan olma yoluna bile girmişken hayallerinden vazgeçecek, ödünler verecekti. Lakin ona tek engel olacağım, anlatacağım şey buydu: Hayallerinden vazgeçme kızım, kimse için kendinden ödün verme… İstediğin yerde, istediğin zaman da ol. Kendini hep sev, yaşamı sev. Çünkü sen yaşam demeksin.

Ve Ayşe hayallerinden geçmedi, benim aksime kaderin verdiği bir başka yolu tercih etti. O bu hayatı yaşamayı hak etti…

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz. (Toy) Toy

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. (Toy öyküsü) Toy

Toy

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir