Sıradan Günün Güncesi – 1
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Sıradan Günün Güncesi – 1

Yazan: Özlem D. P.

0

Sıradan Günün Güncesi – 1

Evin işi bitmiyor derdi de annem inanmazdım. Çünkü o yapsa da yapmasa da o ev bana hep aynı gelirdi. Televizyon sehpası kapının girişinde solda. Üstünde 57 ekran ve danteli. Sehpanın camlı bölümünde annemin çeyizinden fincanlar. Fincanın birinin içinde bir kutu kürdan. Bütün nostaljinin içine edercesine… Koltukla televizyon sehpasının arasında dörtlü sehpa takımı. Üstünde bir sürahi ve bir su bardağı. Evet. Herkes aynı bardaktan içiyor. Evet. Misafir geldiğinde de anı bardaktan ikram ediliyor. Kimse gık demiyor ve yüzünü buruşturmuyor. Sonra koltuklarla çevrilen bütün duvarlar. Orta sehpa yok. Ayağını uzatacaksan direkt yatıyorsun. Uzun oturuştan muaftı bizim ev.

İşte tam bunları düşünürken kendimi elektrikli süpürgeyi çekiştirirken buldum. Bana da benim anneme söylediklerimi kocam söylüyor; “Yine bozulacak koltukların kırlentleri. Mendil gibi olacak,” diye. Çünkü orta sehpamız var, ayaklarımızı uzatınca sırtımızın boş kalmaması lazım. Rahatına düşkünlük… O tek gözü kapalı ya da o atlı falan canım yastıklar destekliyor bizi sırtımızdan. Televizyon sehpamız tam duvarın ortasında. İki yanında kitaplıklar. Nerede olduğu belli olmayan puf. Kocaman masa ise girişte. Üzerinde hiç yemek yenmiyor oysa. Mutfak masasına konuşlanıyoruz. Pratiklik bunu gerektirir.

Süpürme bitince mutfağa geçiyorum. Buzluktan bamya ve domates. Oysa kızım dün alışverişte fasulye istemişti. Evde var demiştim. Yokmuş. Sabah sordu. Bu olur mu, dedim. Olur, dedi. Bence akşama kriz çıkacak bu fasulye değil diye. Kocam ben sana söylemiştim, diyecek. Ben de zaten biliyordum başıma gelecekleri, diyeceğim. Bu tarz filmler çok çekiliyor bizde. Benim risk almalarım da böyle, ne yapalım yani. İşten gelince vardiyaya kalmış gibi hissedeceğim kendimi. İyi beslenmeliyim.

Oysa çocuk çikolata istemişti. O şekerli sen sevmezsin, demiştim. Ama o çocuk aldı, dedi. Hah işte. Sırlı cümle. Belki de yasak elmanın tadı vardı bu cümlede. Birileri bir şey yaptı ise bu yapılabilirliği mubah kılıyordu. Çünkü o şekerli yiyebiliyor ama sen yiyemiyorsun, dedim. Haa, tamam, dedi. Ama demeyeceği günler de gelecek biliyorum. Bir keresinde üzüm diye ağlamıştı markette. Hemen üzümü tarttırıp vermiştik koca poşeti eline. Evet yıkamadan. Yargılanmadan söylemek iyi geliyor bazen. Kasadaki kız gülmüş, hiç üzüm için ağlayan bir çocuk görmemiştim, diye. Biz ise bu günlerin zevkini yaşıyorduk. Yoğurt aldığımız için yaşasın, demişti bir kez yüksek sesle markette. Herkes gülmüştü. Çok seviyor da, demiştik. Bazen pilav için, bazen avokado, bazen ceviz, bazen de brokoli çorbası için oluyordu böyle şeyler. Ama bu akşam fasulye yerine bamya yapınca ne olacak kestiremiyorum.

Bamya pişerken herkesi getiriyorum aklıma. Bamyayı teyzem süper yapar. Hatta bizimki çok beğenmişti de teyzeme birkaç kez anlattırmıştım. Sonra annem de geliyor aklıma. Ya da hiç gitmiyor ki o orda öyle zihnimde hep asılı. Teyzem bamyayı ocağa koyarken annem de pirinci yıkıyor. Yedi kere. Bazı sayılar kutsal biliyorsunuz. Bir çay koyuyorum kendime. O zaten hep orda kaynıyor gibi. Çaya dayanamıyor kimse. Koşuyorlar. Televizyon açık. Hiç kapanmıyor. Danteli bazen kapatıyor gözünü ama kimse rahatsız değil. Bakan yok. Ama yine de doldurduğu bir boşluk var. Annem söylemiyor ama oradaki bütün kızların sesini biz sanıyor o. Canım.

Teyzem baklavalı küpelerini omuzlarına sallamış. Yemeni almış başına. Kıl düşmesin, kıl olur bilirim. Simsiyah saçları omzuna buseler konduruyor. O farkında değil. Annem süzmüş pirinci. Tereyağı erir erimez bırakacak yedi kez yıkanmış pirinçleri, yedi kez yıkanmış dünya ateşine. Yoksa size söylemediler mi cehennem ateşi yedi kat sıcakmış bildiğimiz ateşten. Ama bir iki dakikada yetiyor pirinçleri kızartmaya. Yani benimkiler kızarıyor ama anneminkiler sararıyor. O benim gibi bırakıp gitmiyor, başında öyle karıştırıyor. Merhamet bende daha neşet etmemiş ki pilavda esmer tanecikler kızgın bakıyorlar bana.

Ben bir dizimi karnıma dayayıp öbürünü altıma alıyorum. Sırtımda buz gibi buzdolabı. Önümde salatalık. Annem düzgün ye şunları, demiyor bu sefer. Herkes fazla iyi. Sanki herkes hem kendi hem kendi değil gibi. Hani misafirliğe gidersiniz de anneniz hep daha bir kısık konuşur, dişlerinin arasından. Ya da bir hafta sonu gelirsiniz okuldan, o bir haftanın özlemiyle ilk gün hiç de diğerlerine benzemeyen bir iyiliğe bezenir aile efradı. Bir de ölmeden önce bazılarının yaptığı son iyilikler… Mesela babaannem hastaydı benim. Geceleri pek uyumaz. Gelir, dokunur, konuşur. Kapıyı kontrol eder. Gündüz soru sorar, ama daima sorar. Aynı soruyu belki yüz kez sorar. Kızar. Çok kızar. Bağırır. Suyu döksen dünya sele kapılmış gibi endişelenirdi. Ama o gün. Rüzgârdan çarpan kapı, koca camı yere indirmişti de olsun, demişti. Evet sadece olsun ile camı yapıştırmıştı bütün parçalarına. Ertesi gün de bir daha hiç soru sormayacak şekilde gitmişti.

Çayımı doldurmak için kalkıyorum. Sanki çay azaldıkça, flulaşıyor onlar da. İçme artık, diyor kocam. Mideni deleceksin. Bak ada çayı var, vanilya var falan. Bir çayımız var şu dünyada diyorum. Sigara tiryakilerinin dediği gibi. Gülüyorum. Hatta kahkaha atıyorum. Nelere sahip olduğumla bir tezat içindeyim. Bir bebek gölgeliyor yüzümü. Alnında, tam ortasında bir kan. Rüyada olsam şimdi diyorum. Kan rüyayı bozar, derdi annem hep. Dünyada olup biten böyle şeyleri bozan bir şey olsa diyorum. Ama ne? Şimdi sevgi, empati, yardım, iyilik falan desem. Hepsi yavan. Ben en çok merhamet demeyi seviyorum onun için. Ama acımayla karışık olan değil. Herhangi bir canlıya içinde bulunduğu durum ne olursa olsun el uzatacak bir his. Var mıydı ki birilerinde, kırıntısına razıyım şu günlerde.

Avuçlarıma doluyor kan. Bedenimi kaplıyor. Alnını dudaklarıma yapıştırmak istiyorum. Tükürüğüm kapatır mı yarasını? Bir mucize olsa. Belki bilirsiniz. Hz. Peygamber, gözü ağrıyan Hz. Ali’nin gözlerine tükürüğünü sürüyor da bir daha ağrı çekmiyor Hz.Ali. Ve çok bilmişin biri yapıştırır; “Mucizeler sadece peygamberlerin yapabildikleridir,” diye. Şimdi onlara cevap hakkı doğmasın. Çünkü bunda zulmün ortasında münakaşa edecek dermanım yok. Tek cevap yine “İnsan münakaşaya ne kadar da meyillidir” sözü olur. Hah işte tam da öyle bir mucizeye ihtiyacım var. İnsanlığın var diyeyim. Alnından öpülüp durdursun bütün kanamaları. Çayım soğumuş. Kan damlamış ortasına. Çöp çıkınca misafir gelecek derdik çocukken. Kan damlayınca neye gebedir ki?

Bamya pişmiş. Herkes gitmiş. Annem sofranın başında, pilav yanına da bamya koyuyor. Çoban salata da yapmışlar. Ne ara bilmiyorum. Altın kızlar çok hızlı. Ben sadece bamya yaptım. Belki akşam balık yapar kocam yanına. Ne alaka değil mi? Alakası yok zaten. Her şeyi her şeyle ilişkilendirmeyi kim bulmuş? Kardeşlerim, yeğenlerim çöküşmüşler sofraya. Kaşık sesinden durulmuyor. Hem bir kaşık da ben sallamak istiyorum hem geride kapının girişinde duruyorum. Tıpkı babaannemim gittiği günün ertesi rüyamda bana el salladığı gibi, ben de elimi usulca kaldırıp gidiyorum. Bamyayı dolaba koymalıyım işe gitmeden önce.

Size bir sır vereyim mi? Ben bu satırları Camila Cabello’nun Havana’sıyla yazdım. Son ses. Beni Küba’ya götürüp tam da Ankara’nın o ayazına attı ya, daha ne olsun. Tabi selam olsun Fidel Castro’ya. Beni duyar eminim.

Havana, ooh na-na
Half of my heart is in
Havana, ooh-na-na
He took me back to East Atlanta, na-na-na
All of my heart is in Havana

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz. 

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Sıradan Günün Güncesi – 1

İlginizi Çekebilir
Cavide

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir