Paketlenmiş Edebiyat, Alışkanlık İnşası
0

Paketlenmiş Edebiyat, Alışkanlık İnşası

Aklımda oldukça sürükleyici, kısa bir kitabı dolduracak kadar da dolu bir hikâye var. Vakitsizliği atlatıp sıcaklara bir nebze adapte olduktan sonra asıl işime, hikâye anlatıcılığına başlayacağım. O ana dek, atıştırmalık yazılarla karşınızda olacağım. Atıştırmalık dediğime bakmayın, bir atıştırmalık nereden baksanız 400 kalori. Tercihinize göre epey de doyurucu olabiliyor. Paketlenmiş edebiyat diyelim bu türe. Paketi açın da okumaya başlayın bakalım.

Bu yazımda inşa ettiğim alışkanlıklarımdan bahsedip nedenlerine değinmiş olacağım. Kim bilir belki birkaç tanesi aklınıza yatar, bunlar sayesinde birileriyle tanışırsınız veya tanışmazsınız, kendi başınıza veya tanıştığınız insanla mutlu olursunuz. İşin özü, belki mutlu olursunuz. İnsan okuduğunun en az yarısı kadar yazmalı da. Hep okuyup hiç yazmayan insanlar bir yerden sonra düşünce zehirlenmesi yaşıyor bana göre. Düşünüyor ama başkalarının yazdıkları ışığında. Farklı açılardan olaya bakmak güzeldir. Menajerlik oyunlarında hep yanımda biri olsun isterim mesela. Tavla oynarken bile yanımdakinin atıp tutmasına ses etmem, bir kulak kabartırım. Farklı bir göz, farklı bir bireyin bakışı… Ancak sonunda diğer tüm seslerin faydalı yönlerini ayıklayıp bir karışım yaratmaya, o karışımı da kendi bildiğim yolla harmanlamaya çalışırım. Çok okuyanlar hem yazmalı, hem konuşmalı. İş sadece düşünmeye kalınca, birey okudukları hatta izledikleri, dinledikleri hakkında yeni bir şeyler söylemedikçe, olay nedir ki? Kubrick, Wes Anderson, Tolkien, Kurosava, Miyazaki, Peter Jackson… Hepsi okumuş, izlemiş, dinlemiş, etkilenmiş ve ortaya koyduklarıyla kitleleri etkilemiş insanlar. Bana göre insan daima okuduklarını, izlediklerini, dinledikleri kendi düşünce yapısıyla harmanlamalı, desteklemeli, eleştirmeli ve ortaya yeni bir şeyler koymaya çalışmalı.

Üstteki kısım alışkanlıklarımın inşasından bahsederken anlatılacaktı ama birden yazmaya başladım, kendimi durdurmayı da istemedim. Ne demiştik? Paketlenmiş edebiyat. Paketten ne çıkacağını asla bilemezsin. İçinde tatlısı, acısı bulunan cips paketleri gibi… Neyse, uzatmadan alışkanlıklarıma başlayayım.

1- Her Hafta Bir Yeni Albüm Dinlemek

Bu sanırım 9 yıllık bir alışkanlık. Nihai bir hedefim var, onunla örtüştüğü ve büyük keyif verdiği için hiç sektirmeden, sıkılmadan yapıyorum. En ateşli vize-final dönemlerinde bile daima bir albüm dinleyecek vakit bulduk. Sonuçta tüm o akademik hengâme, çalışma, iş, daha iyi bir hayat için var. Ben sanırım hayatımın her noktasında daha iyi bir hayat için müzik dinlemeyi birkaç adım öne koyacağım. Tezdir, yazılır. Kitaptır, okunur. İnsanın canı müzik dinlemek istiyorsa, müzik dinlemeli. Kendimden biliyorum, tamamen keyifli değilseniz yaptığınız iş de bir halta benzemiyor.

Her hafta yeni bir albüm dinlerim, öyle ki lise yıllarımın başında işi abartıp MySpace’den gruplar da keşfetmeye çalışırdım. Şimdilerde o güzel ortam öldü, Bandcamp’ten devam ediyoruz. Nihai hedefim çocuklarıma 100.000 adet özenle seçilmiş şarkı bırakabilmek. Şu an 6000 şarkıyı arşivime katmış durumdayım. “Yolumuz uzun. Heyecanımız yüksek. Gençliğimiz var.”

Şu sıralar işler biraz sıkıntılı. Eskiden müziklerimi düzenlerken sadece isim ve sanatçı bilgisi eklerdim. O 6000 şarkıya şimdi teker teker albüm, yıl, albümdeki kaçıncı parça olduğu bilgisini ekliyorum. Ama ne demiştik? Heyecanımız yüksek…

Şurayı bu yazının yazıldığı dönemde çok dinlediğim bir şarkıyla kapatalım, insanlar da nasiplensin. Fly Coast – It’s Alright. Tam bir yaz şarkısıdır.

2- Karikatür Dergisi Okumak

Özer Aydoğan’dan ötürü favorim Uykusuz olsa da bu konuda seçici değilim. Üstelik tek bir yerde okurum. Evet, doğru tahmin ettiniz. Tuvalette. Tuvalete telefonla girmeyi sevmiyorum. Bence insan sıçacağı yere radyasyonu kendi eliyle götürmemeli. Zaten sıkıntılı bir süreç. Timsah veya yılan çıkabilecek meçhul bir deliğe oturuyorsunuz. Pislik üretiyorsunuz. Ne kadar doğal bir süreç olsa da insan üzerine düşününce “ne yapıyorum lan ben” diyor. Bildiğim kadarıyla tüm hayvanlar bunu yapıyor. Kimi kumu eşeliyor, kimi orta yere bırakıyor. Biz de özellikle yapılmış porselenlere, çok zengin ve görgüsüz isek altına, bazen ağaç kenarına v.s. yapıyoruz. Bunun en kötüsü denize yapanlar. Kimse güzelim mavi bir denizde yüzen bok görmemeli. Yani bok bu, South Park’taki Mr. Hankey gibi samimi, tatlı, şovmen bir şey de değil. Bildiğin bok. Neyse, dergi diyorduk. Evet, bu satırları yazdığım gün Uykusuz bittiği ve yeni sayısı da çıkmadığı için Leman’ı aldım. Eminim o da güzeldir. Yani en azından tuvalette pislik üretirken gülüyorsunuz, telefondan biraz uzaklaşmış oluyorsunuz, bazen bir filmin mizahına denk gelip filmi merak ediyorsunuz. Güzel bir alışkanlık… Bunu inşa edeli bir yıl oluyor, gayet güzel de gidiyor. Tuvalete tuğla kadar kitap taşımaktan iyidir. Benim tuvalette Dostoyevski okuyan dostlarım var… Cyka blyat be kardeşim.

3- Her Gün İzlemek

Bunu duyup da “Ooo aman sen de, vakit mi var” diyorsanız kusura bakmayın. Ya okulunuzun kölesi oldunuz, ya kariyer fetişisti oldunuz ya da başka bir yerde hata yaptınız. Oturup 1.5-2 saat film izleyecek kadar zamanınız yoksa bir yerlerde hata olmalı. Ben o hatayı yapmamaya sanırım lise sonlarına doğru karar verdim. Mutsuz bir mühendis, mutsuz bir öğretmen, mutsuz bir yazılımcı olmak istemedim. Hoş olabilir miydim onu da bilmiyorum. Önüme formül koyup ezberle deseler, Chinatown’daki Jack Nicholson gibi karşımdakini tokatlardım. Bir sağa, bir sola. Sinema tarihinin en garip tokat sahnelerindendir o da. Patada kütede. Neyse. Ne diyorduk, izlemek.

Uzun süredir IMDB Top250 ile haşır neşirim. %60’lara gelmiş olmam lazım, şu an üşendim. Burayı bitirince Rotten Tomatoes’a geçmeyi düşünüyorum. Birkaç saygın site daha var, hepsinin listelerini tamamlamayı düşünüyorum. Sanırım 5-6 yılımı alır bu. Tuhaflığa bak, az sonra belki de sıcaktan bayılıp John Lennon, Gandhi ve Boromir ile cennet sularında deve güreşi yapacağız. Garantisi var mı? Yok. Ama ben gelmişim 5-6 yıl sonrayı düşünüyorum. Zombi istilası olsa da akıllansam. Nah sana uzun vadeli plan.

Neyse, biz idmanımızı Left 4 Dead ile yapmıştık.

Düzenli izliyorum. Bir gün film, bir gün dizi. O gün çok boşsam ve film 2 saatin altındaysa bir film, bir dizi de izleyebiliyorum. Tek kuralım var, bitmemiş dizi izlememek. Yakın zamanda Dark 2. sezon çıkmış. Kimse 1. sezonu hatırlamıyor. Ne anladım ben öyle işten. Ama ben dersimi dizilerin dizisinde almıştım. Lost 5. sezondaydı, neymiş bu diye başlamıştım. Sanırım 4 bölümlük sürede yani 1 ayda falan ben diziyi yakalamıştım. Daha kısa sürmüş de olabilir. Lost’un finalini de sabahın köründe Digiturk’ten izlemiştim. O gün okula da gitmemiştim. Daha o günden belliydi akademiden, işten güçten önce keyfimi düşüneceğim. Kimse kusura bakmasın. En önemlisi, izlediğim filmlere dair kısa bir özet yazdığım, yönetmenlerini yazdığım defterim var. İzledikten hemen sonra yazınca filmi de unutmuyorsunuz hem.

Şimdilik bu kadar. 1-2 numaram daha var elbet ama onlar da kısmetse bir başka yazıya. Paketlenmiş edebiyat, tuttum bu türü. “Kız düşürmek” için beceriksiz ağlak şiirler yazmaktan iyidir. Çok küçük bir tavsiye. Romantizm ile ağlaklık arasında bir çizgi vardır. Doğru tarafta kalın, ağlak olmayın. Karşınızdakine güzel bir planla açılmak romantiktir, reddedilirseniz üstüne gidip kendinizi küçük düşürmek ağlaklıktır.

Ağlak olmayın, korsan olun. Korsan kalın, takipte kalın, hoşça kalın!

Yazarın (antropolog) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Paketlenmiş Edebiyat, Alışkanlık İnşası

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir