Mimoza
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Mimoza

Yazan: Nezihat KERET

0

Mimoza

Saat sabahın yedisi. Şimşekler çakıyor bir anıyı ateşlercesine…

Nilüfer, yüzü sapsarı bir halde, otelin lobisinden odasına doğru fırladı. Ruhu ile bedeni farklı koltuklara yaslanmış olmalı ki, incelediği dekorasyon dergisinin yere düşerken çıkardığı sesi işitmemişti. Donuk ifadesine bakınca, bugüne çengel atmış bir hicranın izinde sararmıştı. Dönemediği bir yere mıhlanmıştı. Ağır ağır çekilirken nefesi o ana doğru, Musa Bey arkasından seslendi;

-Dergiyi ve çayı odanıza getireyim mi?

Bembeyaz parmaklarını hemen arkasında kavuşturdu. Kuru kuru öksürürken, “Gerek yok, teşekkür ederim.” dedi. İçinde hangi renkleri barındırdığı muğlak nem kokulu çarşafın üzerine yığılıverdi odasına girince. Ruhsal özlemine bir de bedensel eziyet karışmamalıydı. Öksürüğü kabarınca, doğruldu. Bir bardak su içti. Çöle dönmüş pınarlarına birer damla gözyaşı akıttı. Eklemlerinin sızısıyla karışık, kırılgan ve kederli sözcüklerle; “Hiç yakışmamış, hiç.” dedi.

***

Doksanlı yılların kavurucu Ağustos’u. Soğuk Suyun, her Salı kurulan ucuz kıyafet pazarı, Toros Caddesi boyunca curcuna gibi. Teyzesi ile birlikte kahvaltılarını hızlıca yapıp öğleye kalmadan pazara vardılar. O fileyi yeşilliklerle doldururken, Nilüfer, kumaş tezgahlarına bakınıyordu. Limonlu, güllü, karanfilli ve ekoseli çeşit çeşit toplarda kumaşları, görücüye çıkmış gelinlik kızlara benzetti kıkır kıkır gülerken. Kıyısından yırtılan terliğine aldırış etmeksizin dolaştı pazarda, ta ki beyaz zemin üzerine serpiştirilmiş sarı desenleri görünceye kadar. Gözleri kamaşmıştı Nilüfer’in o an. Metresini sordu. Biraz pahalı geldi. Pamukluydu ama, terletmezdi. Ne de olsa teyzesi tembihlemişti, mutlaka öyle olmalıydı. Hem belki anamın topladığı ‘beyaz altınlar’ karışmıştır dokusuna diye düşünürken cebindeki parayı uzattı satıcıya. Bir hafta boyunca evde harmanladığı irsaliye kağıtları için amcasının verdiği harçlıklardı bunlar.

Mimoza desenli kumaşıyla teyzesi, bir çırpıda dikiverdi kloş eteğini. Bayramlık niyetineydi. Kurban için. Dayanamayıp, üstünden hiç çıkarmadı; Kale içine giderken, Karaoğlan Parkına giderken, halasına giderken, bakkala giderken… Üstünde hep sarı bluzu ve o vardı. Kendini bir balerin gibi hissediyordu cıvıltılı eteğiyle. Düden Şelalesinde yaptıkları gezinin ertesi günü köye döndü, teyzesi de yanında.

Ne iyi etmişti annesi ona; “Kızım Menderes’e gitmeden önce, teyzenin yanına göndereceğim seni bir aylığına. Bu yıl son şansın, sınav öncesi moral olur.” derken. Biriktirdiği anılar, elindeki test kitabının yanıt sayfasını doldurmuştu şimdiden. Yenilerini eklemesi de pek kolaydı köyde. Dağ bayır gezerken, çayır çimen koşarken. Rüzgârda açıldıkça açılan eteğiyle, ağacın dibine dökülen yaz elmaları gibi kızarırken. Kekik kokan boz tepelerin etek uçlarına bıraktığı berduş tozları yutarken. Dalları çiçeğe durmuş bahara dönüşürken. Hiçbir parfüme değişmezdi o kokuları. Hele bir de üstüne başına sinmişse…

O çengelin atıldığı güne kadar üzerinden hiç düşmedi eteği. Mimozaların sıkıştığı o ana değin. Aydın yolunda traktör tekerine sıkışan sadece ucuydu. Fakat, altında ezilen bordo renkli bir şalvardı. Annesinin üstündeki. Ondan geriye kalan da tek bir damlaydı, kemerine sıçrayan. Kan kızıllığı hiç geçmeyecekti.

***

Lobideki masa ve mimozalar! Bir yıldırım gibi yakıvermişti ruhunu. Niçin düşmüştü ki nazende aklının kırık penceresine…

-Yakışmamış o melun örtü, bordo koltuklara. Hiç yakışmamış, hiç!

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Mimoza)

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir
Şiir: Yıldız Tozu

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir