Bir Tuhaf Grup: Kırık Tahtalar Kumpanyası
  1. Anasayfa
  2. Anı

Bir Tuhaf Grup: Kırık Tahtalar Kumpanyası

Yazan: Amelie

0

Bir Tuhaf Grup: Kırık Tahtalar Kumpanyası

“Bazı kelimeler çok güzel” diyerek yola çıkan bir çift var; meşhur kitabı bilirsiniz. Neden güzel kelimeler? Çünkü kelime olmasa hiçbir şey olmazdı diyor hocam. Az önce Ankara’ya vardım, son kelimeleri okuyordum uçak inişe geçerken. Ona geçmeden önce hatırımda kalanı yazmak isterim: “…bir karakter olduğunu bil, kahraman olmak önemli değil, kahramanlıkla işimiz yok artık, biri olabilmek en büyük erdem. Bir romanda biri olabilmek yetmeli. Bir şekilde ‘kalabilmenin’ en iyi yolu yazmak. Hatırlanmak istiyorsan yazman, yazılman gerekir… Mutsuzluk işareti anlatmak…” Yine kitabın bir yerinde ölen bir arkadaşı ile olan anısını anlatıyor hocam: “… Adaçayı içmiş, hayattan konuşmuştuk. O ısmarlamıştı üstelik. Ben de safça, o zaman sonrakiler benden, demiştim. Sonraki nedir? Sonraki var mı? Bir daha görüşemedik hiç; sonra? Ölüm, son olmamalı biliyorum ama borçlu kaldım Doğan’a.” Bunlar üzerine ne yazılır ki? Diyordum ya son kelimeleri okuyordum diye… O son kelimelerde de kızına yazmış hocam. “Yo’t” diye bir bölümü var kitapta, tamamını değil en son paragrafını yazmak istiyorum buraya; çünkü çoktan yazıldı taa içerde bir yerlere, iki damla kendiliğinden akan gözyaşıyla: “…Bugün yedi yaşındasın! Okuryazarsın artık. Yazımı ileride gün gelir belki birlikte okuruz, belki okuyup beni hatırlarsın, kim bilir… Yazı, hayatın büyük duvarında gelecektekilere yol gösteren işaret. Yolun uzun, yazın güzel, ellerin güçlü olsun… Sen hep iyi kal.

Yaşın, yılların, yolların kutlu olsun.”

Onur Caymaz’ın “Söyle Juliet Sana Ne Yaptım” adlı kitabından Asaf Halet misali yakama iliştirdiklerim yukarıdakiler, sol tarafıma yakın olana. Bu hafta sonu da uzunca zaman sonra kitap tahlili için yanında olacağım hocamın. Var olsun hep.

***

Mutsuzluktan geliyor ya yazmak. Dün kalkamayan uçağa arkadaşını yetiştirmeye çalışan bir Kumpanya ekibini yazmazsam olmaz sanırım… Çünkü hatırlanmalı bu ekip. Hocam demiş ya, yazılan hatırlanır diye; o halde yazmalı… Ama en baştan başlamalı. Ne de olsa her şeyin bir başlangıcı var, sonu olduğu gibi. Sona gelmeden, en baştan başlayalım o vakit. Yazarın da dediği gibi “hikmetleri kelimelerin kalbine indirenin adıyla“.

***

Efendim, hikâyemiz Karlar Ülkesi’nin kuş uçmaz, kervan geçmez yerinin de uzağında, bir ovanın orta yerine kurulmuş bir üniversitede, “sahneleseniz ne güzel olur”la dillendirilen bir tiyatro oyunu ile başlıyor. Yönetmen’imiz tecrübeli; yıllarını sahneye vermiş, sonra ne olmuşsa olmuş, bilimi sanatla birleştirme uğruna Karlar Ülkesi’ne gelmiş. Geldiği yeri de özlüyor tabii, kolay mı, yirmi yılı geçmiş tiyatronun önünde, arkasında, en ücrasından en tepesine, her yerinde. Bir de reji asistanı buluyor kendine; ki bu asistan da bu ülkeye bile isteye gelmiş, tiyatro ile uzaktan yakından alakası sadece drama çalışmalarında yaptığı canlandırmalardan ibaret, ama seviyor sanatı; kabul ediyor teklifi. Ee, tiyatro bu, oyuncusuz olur mu? Rolleri dağıtacaklar, ikisi belli; ama kalan beş kişi kimler olmalı? Önce bir grup kuruluyor ama onlardan olmuyor; yarı yolda kalıyor asistan ile yönetmen. Belki hata yapıyor reji asistanı, yanlış kişileri seçiyor. Sonra yönetmen bir “Kıvırbaş” olduğunu söylüyor reji asistanına, hem de tiyatro geçmişi olan; övülmeyi pek sevmiyor ama on parmağında on marifet. Ney üflüyor, sesi muhteşem, zaten tiyatrocu, yaratıcı. Çok düşünen, az konuşan, çok gözlemleyen, kendi işini kendi yapmaya alışmış; başkasına yük olmayı sevmeyen, ama insanlara yardım etmekte bir an bile tereddüt etmeyen. İnatçı. Biraz kendine kalmayı seven, hatta çok seven. Zaten sanatçı yalnız olandır derler ya, o hesap. Sonra bir “Bay Zor Beğenen” bulunuyor; kendisi adından mütevellit, son derece titiz, ama bir o kadar eğlenceli, çok konuşan, çok düşünen. Düşündüğü dilinde, kimsenin arkasından konuşmaz; o sebeple de çok sevilmez. Gülüşü koridorları inletir. İçindeki cevherden bihaber… En zor zamanlarından birinde, doktora yeterlilik sınavına hazırlanırken “tamam” diyor oyunda yer almaya. Bir de bir kalbi var, bin çiçekten derlenmiş. Sonra bir “Şair Ali”. Adı gibi şiire meraklı, duygusal, aniden parlıyor ama kalbi çok temiz. İnatçı, asla pes etmez. “Ben de varım” demek için bir an bile tereddüt etmiyor. Ah ahh, en boncukları en sona sakladım. Bu iki boncuk birbirinden ayrılmıyor, nasıl desem… Samsun’da Atakum’da gezerken-hele yaz günü, sahilde- meşhurdur- Ballıbaba vardır; o dondurmacıdan almanız gereken ballı cevizli dondurmadır; başka çeşitler de vardır ama alınması gerekendir o. İşte o ikiliye benziyorlar, biri bal ise diğeri ceviz. İkisi de ayrı ayrı muazzam lezzetler, ama bir araya gelince bambaşka bir şey oluyorlar. Asla ayrılmamalı birbirlerinden. Boncuklardan biri “Taklitlerin Sultanı”. Muazzam bir yeteneği var. Çok iyi gözlem yapar, okul önceci olmasının da etkisi sanırım; çocukları pek sever, çok da iyi anlaşır onlarla, sonra çok iyi karikatür çizer, çizim yeteneği de bambaşka; gönlünün içinde sen de bir erguvan var, ben diyeyim bir gül goncası. Zaten en sevdiği eser de “Bir kızıl goncaya benzer dudağın“. Bir de ince düşünceli, ahh hem de nasıl; sorumluluk sahibi. Tam yüksek lisans tezini bitirmek üzere, onca sıkıntısının arasında kabul etti, yok demedi rolüne. Boncuklardan diğeri ise “Şarkıların Efendisi”. Efendisi diyorum çünkü her şarkıyı kendine has bir duygu durumuyla seçiyor ve çalıyor. O günkü ruh haline en uygun şarkıyı seçmede usta; hatta günün değişik vakitleri için bile ayrı şarkıları mevcut. Bir de bu şarkıları çalma durumu var ki bunu deneyimlemeniz için karlı bir kış günü, göz gözü görmeyecek sisli bir akşam vakti Karlar Ülkesi’nden Göl Kıyısı’na yola çıkmanız gerek. Onun da muazzam bir gözlem yeteneği var, ki bence “Taklitlerin Sultanı” ile bu kadar iyi bir ikili oluşturmalarının bir sebebi de bu olmalı. Bir de tabi rehberlik ve psikolojik danışman olması var. Yüreği gülden ince, gözlerine bakınca kalplerin çıktığını görebileceğiniz bir güzellik. Sanki kalbini avuçlarına almış da size sunuyor gibi. Gibisi fazla, güvendiğine bunu yapıyor. Zaten bir çocuk “Abla, keşke sen benim annem olsaydın” diyorsa birine, o yüreğin başka bir güzelliği vardır. O da böyle güzel yüreklilerden. Zaten bir güzel yürek de anca başka bir güzel yürekle kardeş olabilir. O da “tamam” deyip rolüne itiraz etmeyenlerden. Ve böylece “Kırık Tahtalar Kumpanyası” kuruluyor, o zamanlar henüz adı bu değil ama aslında isimlendirilmeden ismi de cismi de belli olanlardan. Böylece başlıyor hikâyeleri. Adı “Son Ders” olan oyunu amatör bir ruhla, profesyonelce sergileyince herkes hayran kalıyor onlara. Oyunun tekrarını istiyorlar. Planlar yapılıyor. Oysa “insan plan yaparken Tanrı gülermiş” diyeni unutuyorlar. Ne söz ama…

Özel olan insanlardan oluşan bir ekip olunca, yapılan her şey de özel oluyor. Mesela yılın son kahvaltısını birlikte yapıp, kendi aralarında hediye çekilişi yaptıktan sonra hediye tesliminin-herkesin Ocak ayı içerisinde bir araya gelememesinden ötürü- Şubat ayına kalması gerçeği ile yüzleşince, akşamın altısında Karlar Ülkesi’nin bir kırtasiyeci dükkânında birbirlerine göstermeden hediye seçip, o hediyeleri yarım saat sonra birbirlerine vermeleri, sanırım hayatlarında nadiren yapacakları şeylerden… Mesela Kıvırbaş’ın inadı ile çıktıkları, beyazdan pamukların kendilerine eşlik ettiği bir yol var. Yolda giderken, yol kenarındaki lambaların ışıklarının loşluğunda, beyazdan pamukların döne dolaşa birbirine kavuşmaya çalışıp da kavuşamadıkları görüntüleri izleyerek revan oldukları bir yol. Göl Kıyısı’na. Hayatlarında nadiren yapacakları delilikler listesinde bir gece sanırım. Sonuncusu da bu hafta sonu olan. Daha doğrusu hafta ortasından başlayan olaylar silsilesi. Ki anlatılmadan geçilemeyecek türden.

Kıvırbaş gideceği için-Norveç’e- çok beğenilen oyunun ikinci sahnesi planlansa da oynanamayacak-belki gelecekte bir zamanda oynanacak, şimdilik zamansız erteleme diyelim-. Bu sebeple yönetmen ve reji asistanı aldıkları kararı ekiple paylaşmışlardı; fakat “bunu bütün ekiple konuşmak istiyorum” diyen Kıvırbaş’ın isteği dua vaktine denk gelmişti. Önce kendi uçağı iptal oldu; Erzurum üzeri uçak ve sonrasında zorlu bir otobüs yolculuğu ile vardı Karlar Ülkesi’ne. Sonra da kimse gidemedi zaten hiçbir yere. Yönetmen’in ve Şarkıların Efendisi’nin uçakları iptal oldu. Tabii hal böyle olunca, akşam yapılacak toplantı ertesi sabaha kahvaltı olarak planlandı. Kıvırbaş’ın gönlü temiz. Yönetmen’in başka bir düşüncesi vardı: “Kendini de bitirdi, ekibi de; kimse bir yere gidemiyor, kaldık Karlar Ülkesi’nde”. Ertesi sabah oldu. Şarkıların Efendisi yola çıkmıştı ama gönlü bizimleydi. Asistan ve Yönetmen de kahvaltı sonrası yola revan olacaklardı. Kahvaltıda bir de güzellik yapmışlardı asistana; bir mektup, bir karikatür ve bir de dünya haritasından zamanı ölçen parça. Asistan hediye almayı sevmezdi oldu olası; hediye nasıl alınır, nasıl teşekkür edilir; bunların hepsinde zorlanırdı. Necatigil’in şiirinde de geçen durumdu işte, ‘gelmiyordu bir şeyler, çocukluktan geçerek’; ama hediye vermek en sevdiği şeydi, daha kolaydı, daha mutlu ederdi onu. Yine zorlandı, ne diyeceğini bilemedi. Oysa neler söylemek isterdi, kelimeleri hiç yetmedi bu zamanlara. Belki de en büyük eksikliğiydi.

Tabii neşeli kahvaltı sonrası önce Yönetmen ayrıldı aralarından. Yol onu Ankara’ya götürecekti. San Sebastiyan için başka bir yere geçtiklerinde, Kıvırbaş’ın “havaalanına sizi biz bırakıyoruz” deyişi ile tüm ekibin asistanı havaalanına bırakması, sonradan hatırladıkça gülecekleri anılardan olacaktı. Hem anılar mazinin perileriydi, öyle diyordu yazar. “Farz edin bir kafede oturuyoruz” dese de Taklitlerin Sultanı, havaalanında ekibin tüm gününü mahvetmenin verdiği vicdan azabı ile tüm ekip yanı başında-iki eksikle- uçağın kalkış saatini bekledi asistan. Aslında çok mutluydu ama insanlara yük olmayı sevmiyordu işte. Bir de Kıvırbaş’ın bir arkadaşı vardı havaalanında denk geldikleri, ki kız arkadaşı Tayvanlıymış; tek kelime konuşmadan insan nasıl anlaşır sorusunun cevabını, havaalanı kameraları dile gelse de anlatsa. Nihayet uçuş saati geldi, yola revan olma vakti. Herkesle vedalaşma sonrası uçağı beklemeye koyuldu asistan. Meğer güvenliğin diğer tarafında da ekip oyalanmış; oyalanılan sürede asistanın uçağı iptal edilince ortaya tuhaflıklar komedisi çıkması kaçınılmaz oldu tabii. Önce uçak ayarlaması için yine ekipçe çay muhabbetli bekleyiş. Ki Tayvanlı kız arkadaşı olan İngilizce öğretmeni de bu ekibe katılınca, Emir Kusturica filminden bir kareye döndü durum. Konvoy halinde geldikleri havaalanından-daha kalabalık bir insan grubu ile- geldikleri gibi geri döndüler Karlar Ülkesi’ne. Tabii ki dönüş bir kebapçıya olmalıydı. Neden? Çünkü şehrin hiçbir yerinde başka bir yiyecek yenmiyor da ondan. Özetle kahvaltı ile başladıkları, iptal edilen uçağa tüm ekiple gidip sonra daha kalabalık şekilde geri dönüp, kebapçıda bitirdikleri bir gün kaldı ellerinde. Bunu da sanırım ‘ikincisi olmayacaklar’ listesine yazmışlardır.

Kumpanya’nın ikinci oyunu çıkarmasa da gönüllerinin bir olacağı kesin. Peki gönülleri bir eden ne? “Hadi medovik yiyelim”le başlayan toplanmalar; bunalmış, tüm gün yorgun argın ofiste işlerle meşgulken gelen anlık “hadi kahve içelim”li mesajlar; yönetmenin mutsuzluğunu hissedip “hadi ona sürpriz doğum günü partisi düzenleyelim”li fikirler; yeterlilik sınavı yaklaşırken canı sıkkın arkadaşına “biz buradayız, bizimle konuşursun”lu teklifler; en çok canını yakan acısını paylaşabilecek kadar derinden açılan kalpler; gideceği yollar, kurslar, mekânlarla ilgili kafasında bin tilki ile yorulana “ee şimdi nasıl yaparız da çözüm buluruz”lu öneriler… Gönülde pişen muhabbetler, yürekte demlenen vakitler. Her biri için gönlün mürekkebinden damla ile yazılan satırlar… Şans değil; şans da tesadüf çünkü. Tesadüf kadar basit olamaz tüm bunlar; bir anlamı var; tevafuk, olsa olsa. Başkası mümkün değil.

Var olsun hep. Zamanın bir köşesinde anılacak anımız olsun.

“İsmini biz koyduk, adı kahraman olsun!” 🙂

***

Şimdi bu satırları ertesi güne ertelenmiş bir uçağın, Ankara’ya ayrılmış vakti içerisinde yazıyorum. Vakit dolmak üzere. Yol, yeşilin zirveleri ile mavinin derinlerinin birleştiği yere. Elbet ki bir türkü eşliğinde;

Diğer yazılara da okuyabilirsiniz.

İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

Bir Tuhaf Grup: Kırık Tahtalar Kumpanyası

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir