Bir Metafor Ustası: Stefan ZWEIG
0

Bir Metafor Ustası: Stefan ZWEIG

Tam 100 yıldır yazdıkları, anlattıkları, düşünceleri, yaşamı konuşulan bir gazeteci yazar, konuğum bugün… Bana göre Hümanizmi ve eşiyle birlikte intihar edişi de en az yazdıkları kadar önemli. Zira o, dünyayı kana bulamış iki Dünya Savaşı’nı birden görme/yaşama şanssızlığı, tüm yaşamına mal olmuş bir Edebiyat Devi.

1881’de doğmuş. Avusturyalı, varlıklı bir ailenin oğlu Zweig. Yahudi bir aile. Varlığını, şimdilerde olduğu gibi sadece ‘cebimi daha çok nassı doldururum!’ dan daha çok Eğitim-Öğretim’e yansıtmış bir aile hem de. Genç Stefan, daha çocuk yaşlarda Antik Yunan Edebiyatı ile Mitoloji konusunda doyurulmuş. Zaten eserlerini okuyanlar bilirler ki sık sık sözünü ettiğim iki ana temaya bol miktarda göndermeler/çağrışımlar vardır.

Genç yaşlarda aldığı eğitimin de etkisiyle kendini her anlamda yetiştirir. Freud hayranlığı onu psikolojinin derinliklerinde epey bir süre hapseder. Yazdığı eserlerde, hatta biyografilerde bir ‘Zaman Yolcusu’ karşımıza çıkar. Magellan ‘ı ya da Amerigo‘yu bize anlatırken, kullandığı yazın diliyle, kendisi dâhil aynı çağda yaşamışız izlenimini hangimiz göz ardı edebiliriz ki? Ya da mekanı/yeri betimlemesini beklerken, karakter ve duygu tahlillerini nasıl görmezden gelebiliriz?

Otuzlu yaşlarda, Birinci Dünya Savaşı’na denk gelir gazeteci/yazar Zweig. İçindeki hümanist adam tüm benliğiyle savaşa karşı çıksa da, bu ‘Çelik Banyosu’ tabir edilen çatışmayı desteklemese de, tek başınalıktan korkmaz. Savaş karşıtı söylemleri ve yazıları dolayısıyla kısa bir süre sonra tehlikeli kitle psikolojisi ile yalnız kalır. Ani bir kararla dünyanın dört bir tarafındaki edebiyatçı dostlarına mektuplar yazar.(bknz: Yabancı Ülkelerdeki Dostlara Açık Mektup) Bir tek yanıt gelir önce: Fransız şair Romain Rolland‘dandır. Kendisiyle aynı hisleri taşıdığını öğrenince karamsarlığından ve yalnızlığından kurtulup, aynı izlekte yoluna/yazılarına devam eder. Kırsala taşınır. Alman şair Rainer Maria Rilke o dönemler neredeyse tek yol arkadaşıdır. Herman Hesse, Fritz Von Uruh, James Joyce, Ferrucio Buroni ve Anette Kolb 1917’de mektuplaştığı bazı aydınlardır..

Zweig, Avrupa aydınlarını ikiye ayırmıştır artık… (Bu satırları yazarken İspanya İç Savaşı’nda birbiriyle haberleşen ve savaşa karşı sanatlarıyla savaşan, sanatçılar geliyor aklıma: Brecht, Hemingway, Picasso, Orwell, Octavio Paz, Neruda…)

Artık ötelenmiş, ayrıksı bir ismi vardır Zweig’in. Anarşist tavırlardan ziyade; hümanist ve barışçıl yaklaşımlarını ne yazarlar, ne edebiyatçılar, ne din adamları, ne de politikacılar görmek ister. Ama bu negatif ve bilinçli yalnızlaştırma politikası Zweig’in en güzel eserlerinin doğmasına neden olmuştur. Örneğin; Yıldızın Parladığı Anlar‘ı bu dönemde yazar.

Yazdığı ve yayınladığı birbirinden değerli eserler onun düşüncelerini benimsemiyor-muş gibi görünen Edebiyat dünyası sakinlerince elden ele, dilden dile dolaşmaya başladığında artık İkinci Dünya Savaşı’nın temelleri atılıyordur ve Nazilerin ‘yok edilmesi gereken’ hedeflerinden biri halini almıştır. 1933 Yılında SS’ler Salzburg (Kapuzinerberg) ‘daki evini basarak o güne değin yaşadığı kâbusu gerçeğe dönüştürürler. Eserlerine el konulup gözünün önünde yakılır. Dünya kamuoyunun önünde, kendisine ve eserlerinin büyüklüğüne dokunamasalar da sevdiklerini birer birer tutuklar ve alıkoyarlar. Savaşın kâbusu yerini kanlı canlı yaşanan bir ‘Korku’ya bırakmıştır. Korku soluyan bir insanın yemesi, içmesi, düşünmesi, hatta soluklanması bile Almanya’da, hele de Yahudi’yse mümkün değildir. Bu istilalar/tecavüzler sonucu ailesini bile yanına almadan Londra’ya kaçar. (Erasmus Biyografisi’ni yayınlanmak üzere ardında bırakmıştır…)

İlk eşi Frederice ile 1920’de evlenmiş ve yaşamı boyunca dost kalmıştır. Evli kaldıkları 17 yıl boyunca aklında teorize edip durduğu intiharı ona da empoze etmeye çalışmış, ancak başaramamıştır. 1937’de boşandıklarında Zweig, Portekiz’e yol alan bir gemiye binmek üzereyken eski karısı yanına yeni bir sekreter gönderir. Genç kadının ismi: Charlotte Altman‘dır. (Lotte, Zweig’in ikinci eşi olmuş ve 1942’de onunla birlikte intihar etmiştir. Bazı kaynaklar, Frederice, Zweig’ı intihar fikrinden ne kadar uzaklaştırdıysa, Lotte’nin bu fikre o kadar yakınlaştırdığını yazar…)

40’lı yıllarda ise Zweig Amerika Kıtası’na göç etmiştir. Nazilerden ve Hitler’den en uzak yerlere kaçma dürtüsüyle de olsa Güney Amerika ülkelerine yerleşmekte karar kılar ve hayran olduğu Brezilya’ya yerleşir.

Manevi yurdu Avrupa’dan ayrı kalmaya zorlanmıştır. Kaçmaktan yorulmuş, kaybetmektense bezmiştir. Ailesini, soyunu, işini, eski dostlarını… vs… Yurtsuzdur… Seyyahtır… Limanı olmayan bir düşün gemisinin kaptanıdır o. İlk gençliğinde kendini kaptırdığı Montaigne‘in Denemeler‘inde geçen :’Ölüm karşısında özgür olmak...’ mitinden etkilenmiş ve Nazilerden kaçabilmesinin tek yolunun –ölüm– olduğuna karar vermiştir.

Biyografi konusunda sanırım okuduğum en iyi araştırmacı/yazar Stefan Zweig. Bunu yazarken ‘hayır’ çok iddialı bir cümle kurmadım .Zira 3 ciltlik ‘Dünyanın Fikir Mimarları’ ismiyle dilimize çevrilen eserlerine değinmem lazım o halde.

1.Cilt – Kendileriyle Savaşanlar (Nietzschze, Holderlin ve Kleist ‘i ele alır ve eleştirmenlere göre Zweig, Nietzchze’i kendisinden bile iyi anlatmıştır!)

2.Cilt – Üç Büyük Usta ( Balzac, Dickens ve Dostoyevsky yazınlarını ve hayatlarını irdeler)

3.Cilt – Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar (Stendhal, Tolstoy ve Casanova hakkındadır)

NOTLAR:

* Satranç, yazarın veda mektubu niteliğinde yazdığı ,ölmeden önceki son eseridir. Kendisini ; Hitler (Mirko Czentovic) ile satranç oynayan Dr.B ile ifade etmiş ve bir çeşit intikam almıştır.

*Saplantı derecesinde Shakespeare, Goethe ve Homeros hayranıdır.

*Neredeyse tüm hayatı Militarizm’e karşı savaşmakla geçmiştir.

*Sıkı bir Hümanist’tir. Kendi deyimiyle: ‘Tanımadığım bir Rus köylüsüne süngü saplamaktansa, askeri arşivde çalışırım…’ diyerek, insan öldürmekten kaçınabilmiştir. (1.Dünya Savaşı’nda)

*1942 yılında eşi Lotte ile birlikte gerçekleştirdikleri intihardan bir süre sonra, Kızıl Ordu, Hitler’in ipini çekmiş ve onu kendi kalesi olan Berlin’de intihara sürüklemiştir. Üstelik onun yanında da eşi vardır…!

*Kahramanları ya da biyografilerini kaleme aldığı insanların erkek olması nedeniyle eleştirilmiş ve Marie Antoinette hakkında hazırladığı biyografiyi yayınlamıştır… Ama kadınları, kadınlardan bile daha iyi analiz edebildiğini düşündüren asıl eseri: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu‘dur… Hani şu; ‘Sana,beni asla tanımamış olan sana...’ diye başlayan…

*Sade, anlaşılır ve derinlikli satırlarını yine çok az sayfada gözümüze/gönlümüze sokar.

*Bilmeyenler için> Amok Koşucusu: Endonezya, Malezya gibi sıcak ve bunaltıcı iklimi olan ülkelerde rastlanan ve havanın yakıcı ısı değerlerinden kaynaklanan bir cinnet durumudur. Amok Koşucusu olan bir hasta delicesine sokaklarda koşarken, elindeki pala benzeri kesici aleti önce başkalarını yok etmek için kullanmasına rağmen çok kısa bir süre sonra kendisinde, kendini yok edecek yaralara neden olur. Zweig’in aynı adlı eserinde geçen 7 öyküde, Tropikal ülkelerde uzun zamanlar geçiren bir doktorun öyküsü yer alır. Kitap bir metafordur aslında. (Ki Satranç’da bir metafordur.)

*Şahsi fikrim şudur ki; Stefan Zweig korkularından yazarak kurtulmaya çalışmış, kendi sığınağına İNSAN olabilen herkesi davet etmiş bir aydındır…

*The Grand Budapest Hotel filmi Zweig’ın yaşamından ve notlarından esinlenerek çekilmiştir. Filmi Wes Craven yönetmiş, Ralph Fiennes başrolünde oynamıştır. İzleyiniz/İzletiniz… Muhteşemdir.

Sevgiylekalın.

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Bir Metafor Ustası: Stefan ZWEIG

İlginizi Çekebilir
Buralardayım Dünya

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir