“Ğ” Harfinin Beş Sayfada Yolculuğu
  1. Anasayfa
  2. Deneme

“Ğ” Harfinin Beş Sayfada Yolculuğu

Yazan: Amelie

0

“Ğ” Harfinin Beş Sayfada Yolculuğu

Yıldızlı Atlas’la yola çıkıp Süper İyi Günler’de bir zamana misafirlik etmiş “Ğ” harfinden kısa kısa:

***

Avucumda kelimeler, bir pencere kenarında tünemiş; koca karanlığı aydınlatmaya çalışan beyaza bakıyorum, sanki mümkünmüş gibi, parıl parıl inciler misali inat ediyor; kulağımda bir kadının sesi var. Gitara dokunduğu her an, sanki yürekten parça kopartıyor. Sesi ile birleşince, anlamasa da tek kelimeyi, anlamlardan kaleleri kendi oluşturuyor insan. Unutulmayacak olanından. İnsan, unutan diyorlar; her yerde. Ben de çok dedim. Bir soru beliriyor, tam da şimdi, durup böyle sormak istediğim ama hiç soramayacağım; o bir çift siyah karanfile: “Unutmayacağını söyleyip unutulmamayı ümit edip, bunca kelimeyi emanet ederek yola mı çıkılır hiç ?”

Şimdi bu soruyu cevaplayamayacak kadar uzak tüm harfler… Zaten beni de hiç anlamadılar, yazılışım da zor oldu, okunuşum da. Yumuşak g dediler, ğ diyemediler hiç.

***

Susunca, karanlık konuşurmuş. Ney gibi. Onu da iyi dinlersen, sana anlatacaklarını duyabilirmişsin. Öyle söylediler. Söylenilen duyulurmuş; kelimeler, denizin beyaz  çiçekleri, köpük köpük. Duyulmasa bile kokusunda erirsin, kelime kelime. Harfler beni duymuş, anlatmaya gelmiş şimdi, “harf harf dökülesim var”** diyene kulak verip, içine beni de eklemişler:

Yemyeşil bir ormanın içindeyim. Elimde beş çiçekli sayfa. Çok önceden teslim edilmiş. İçi bin çiçekten kelimeler. Hayatımda hiç emanet almadığım türden; anlatamayacak kadar güzellerinden hem de. Sanki filbahriden örtülerin üzerindeyim. Rüya. Sonu yeşilden maviye kavuşanından. Her yanım çam ağacı. Kokusu sarmış. Uzakta bir kuş. Kuşlar uzak olur ya hep, yaklaşmazlar insana. Nasıl olmuşsa, gelmiş işte. Ödüm kopuyor ürkecek diye, öylece bekliyorum. Kanadı bin renk. Gölgesi kızıl. Sadece izliyorum, nefes bile almadan. Sanki bir adım atsam, kaçıp gidecek. İzlemek güzel. Uzak olunca daha iyi. Kanadını nasıl çırptığına şahitlik ediyorsun. Tüylerinin arasından sızan altın sarısına sonra. Hele bir de bembeyaz bulutlarla mavileri sığdırışı var o kanatlarına. Ormandaki süzülüşü ya? Öylece uzaktan izlemek. Denizin tuz kokusundan alınca nefesini, yeşilin üzerinden “gökanlam” oluveriyor birden, kanatlarını açınca.

Beş çiçekli sayfa. Bir daha hiç şahitlik edemeyeceğim kanat çırpışlarına. Bir de soru gibi görünen ama sonunda sorunun işareti olmayanlardan bir cümle var, bir yazardan alıntı: “Camlara niçin yazı yazar insan, eriyeceğini bile bile.”**

Bunun cevabı var mı?

***

Işık, karanlık olmadan var olamaz diyorlar; aslında çok önceden söylenmiş de işte insan, daha yeni yeni idrak ediyor. İdrak nedir peki?

***

Beş sayfanın ilkindeyim hâlâ. Bir göl çizilmiş. İstersem “büyültüp” okyanuslara ekleyebileceğim, istersem incecik bir yol ile küçük bir dere yapabileceğim. Hem okyanus hem o küçük dere. Birinden vazgeçip diğerini nasıl seçerim? İkisi de benim; ikisi de ben. Zaten biliyorum birinden birini seç diye değil o gölün çizilmesinin sebebi. Yine de ikisi de ‘hoşça kal’ ülkesi. En gerçek olmayacak olanından. Şairin “İsterim geçmek isterim az az yaşamakla bir şeyleri/Mavi bir zamandan kalmayı,/mavi bir zamanı bilmeyi” dediği türden. Kadın hâlâ şarkısını söylüyor. Beş sayfanın her harfine kaç kez değdi gözlerim, bilmiyorum. Biliyorsun benim üzerimde bir eğri var, koca göbekli de bir harfim, malum. Gözlerim, herkesin görebileceği türden değil. O yüzden herkes söyleyemiyor, herkes yazamıyor beni. Anca hissedebiliyorlar. Daha doğrusu “hislerimi anlayanla anlaşabiliyorum.” Yine de bazen harfler beni de düşünüyor, beni de alıyor yanlarına, anlatıyorlar işte… Beş sayfalık. Aslında kendini anlattığı yazılar, unutmayacak olanın. 

***

Onca yol, sayfalar arasında. Kelimelerin yorgunluğunu ancak bir şiir alır diyorlar, öyle mi bilmiyorum ama bu halime bakmadan bir şiire yaslanasım var, “ğ” harfi olarak:

 

“…

Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

İsmet Özel/Amentu (1974)”

***

Ğ harfinin seyahatinin sonundayız. Kalemi ben devraldım o yorulunca. Mavi bir deftere yazılmış bir mektup var. Çok zamandır. Bazı mektuplar, hiç gönderilmeyecek olanlardan oluveriyor. “Gönderilmemiş Mektuplar” diye bir başlık açmıştım, vakti zamanında; hocamla benim aramdaki yazışmalar. Söylediğine göre ilerde yaşlı bir nine olunca yayımlayacakmış. Mail üzerinden yazınca tabi, gönderilmeyen mektup oluyorlar. Mektup dediğin postalanıp gönderilmeli çünkü. Kâğıt ile kalemin arkadaşlığından harmanlanmalı. Gönülden çekilmiş hokka ile dökülmeli satırlara. Mektup bu. Tamam, bir posta usulü şart değil; ama olsa fena olmaz. Sanırım ben de bugün itibariyle bunu düşünmeye başlamalıyım. Yazıp da göndermediğim ilk mektubum. Üstelik mavi defterde. Kadın hâlâ şarkısını söylüyor. O söylemese de yazılmazdı ya bu satırlar. Ona da aşk olsun. Bir de kapalı kutu gibi görünen, kafasında kendiyle sohbet etmeyi sevenlere.

***

Kadın şarkısını bitirdi, müsaade istedi; ertesi akşama kadar. Şimdi bunca kelimeyi emanet edenlere söylüyor bir başkası.

**Murat Özyaşar’ın “Kepenk” adlı öyküsünden (Notos Öykü 45, 2014, s.81).

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

“Ğ” Harfinin Beş Sayfada Yolculuğu

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir