Yokuş
0

Yokuş

  • İçinde köylü kadın, bir motosiklet ve kütüphane geçen bir öykü yazın.

Bilinmeyen bir yerin bilinmeyen bir kütüphanesinde oturuyorum. Çok eski yıllardan kalan bu dev kütüphaneye şehir merkezinden uzak olması sebebiyle kimse uğramıyor. Tüm masaların boş olması ve kitapların düzensizliği kütüphane görevlisinin yüzündeki sıkkınlığın sebebini ortaya çıkarıyor.

Bu dev kütüphanenin tam ortasındaki masada, sanki evimdeymişçesine oturmuş bunları yazıyorum. Ben Bahar. Daha önce yola çıkış hikâyemi anlatmıştım size. İlk otostopumu ve yolda karşılaştığım tatlı Ali amcayı… Biraz da bundan sonra yaşananlardan bahsetmek isterim sizlere.

Tahmin edersiniz ki otostop çekerken insanın karşısına her zaman iyi insanlar çıkmıyor. Özellikle kadın olunca tacizi eksik olmuyor. Kaç kez bu sebeple eve dönme kararı aldım, sayamadım. Kaç kez bıktım, kaç kez pes ettim gerçekten bilmiyorum. Ama yola olan tutkum engelledi beni, bir girdap gibi kapılmıştım içine. Böylece çözüm yolları aramaya başladım; uçak, otobüs, araba… Hepsinden de vazgeçtim sırasıyla. Hem pahalılık hem konforlu yolculuk beni bu araçlardan uzaklaştırdı. Otostopla güç bela yoluma devam ederken, Antalya’da kaldığım bir hostelde genç bir kadınla tanıştım. O da benim gibi gezgindi fakat yolculuklarında bisiklet kullanıyordu. Bisiklet fikrini kafamdan direkt elemiştim kullanmayı bilmediğim için. Evet, 26 yaşımda bisiklet kullanmayı bilmiyordum ve bu pek çoklarına gülünç geliyordu. Hevesi kırılmış bir kız çocuğunun içinde kilitli kalmıştı bisiklet sevdam. Babamın “kız çocuğu bisiklete binmez, çok heves ediyorsan abinin bisikletini kullanıver birkaç kez” cümlesinde yitip gitmişti. Büyüyüp kocaman bir kadın olduğumda da niyeyse elim gitmemişti hiç.

Ne diyordum? Heh! Genç bir kadınla tanıştım, yaşı benden küçük cesur bir kadındı, Nihal. Bisikletle neredeyse tüm ülkeyi gezmişti. Sohbetimizde yaşadığım sıkıntıları anlatınca, bisiklet kullanmamı önerdi. Kullanmayı bilmediğimi söyleyince de büyük bir hevesle “ben sana öğretirim” dedi. Biraz şaşkınlık biraz da kararlılıkla olur deyiverdim ben de. Hostelde kaldığımız bir hafta boyunca bisiklet sürdük Nihal’le. Beklediğimden daha çabuk sürede kavradım ve bu haklı gururla bir köşeden beni izleyen çocukluğuma göz kırptım.

Bir haftanın sonunda, bir cumartesi sabahı Nihal aniden gelip beni bir yere götüreceğini söyledi. Kabul ettim, yola çıktık. Vardığımızda envaiçeşit bisikletin bulunduğu bir mağazaya gelmiştik. Rengârenk, büyüklü küçüklü yüzlerce bisikletin bulunduğu bir yerdi burası. Birlikte hem bütçeme hem de zevkime uygun bir bisiklet seçtik Nihal’le. İkinci eldi ama olsun, dünyalar benim olmuştu. İçim içime sığmıyor, içimdeki yarım kalmışlığın tamamlandığını hissediyordum.

Sonra yollarımız ayrıldı Nihal’le. Ben de güzel bisikletimle yolculuğumun tadını çıkarmaya başladım. Özgürlüğümün tadını çıkarıyor, yılların acısını çıkarırcasına sürüyordum. Aylar geçti, Ege’nin neredeyse tamamını bitirmiştim. Hayatımın en zor dakikalarını yaşayacağımın farkında olmadan Muğla’yı geziyordum. Sahil yolunda giderken, gün batımına denk geldim. Öyle güzeldi ki, fotoğraf çekmeden geçemedim. Nasıl bir tutkuyla sarıldıysam bu manzaraya, bisikletimi bağlamayı unutmuştum. Gün batımına doymuş bir şekilde arkamı döndüğümde bisikletim yerinde yoktu. Etrafta koşuşturdum, sordum soruşturdum fakat kimse görmemişti. Ağlaya ağlaya en yakın karakolun yolunu tuttum tabii. Bir hafta karakolda yattım, neredeyse ortalığı birbirine kattım. En sonunda bulundu bisikletim. Bazı yerlerinde ufak tefek çizikleri vardı ama büyük bir yara almamıştı. Canımdan can gitmişti bu bir haftada. Evladımı kaybetmiş gibiydim, yemeden içmeden kesilmiştim. Öyle değerliydi benim için, öyle vazgeçilmezdi. Ta ki yaşadığımız o büyük kazaya kadar. Hayır hayır, buraya gelmeden önce birlikte yaşadığımız güzel günlerden biraz daha bahsetmeliyim.

Bisikletimle karakoldan çıktığımda dünyalar benim olmuştu. Bir hafta bana bir ömür gibi gelmişti, acısını çıkarırcasına sürdüm de sürdüm. Yorulmadan, bıkmadan sadece sürdüm. Rotamı komşu ülkelere çevirdim. Yunanistan, Bulgaristan ve Ermenistan… Yaklaşık bir yılımı buralarda geçirdikten sonra Türkiye’ye geri döndüm. İlk durağım Balıkesir, Pelitköy oldu. Buraya daha önce hiç gelmemiştim fakat hakkında çok şey duydum. İnsanlarının samimiyeti ise en çok duyduğum övgüler arasındaydı. Hatta bir keresinde, Pelitköylü bir yazarla tanışmıştım. Çok bilgili, entelektüel bir adamdı. Uzunca sohbet etmiş ve ondan pek çok şey öğrenmiştim. Verdiği tavsiyeleri kulak kesilerek dinlemiştim.

Çok tatlı bir yerde kurdum çadırımı. Yakınlarda bir pazar yeri vardı. İlk işim oraya uğramak oldu. Köylü kadınların el emeği ürünlerini sattıkları bir pazardı burası. Zeytinyağından tutun patiğe kadar bir sürü ürün vardı. Ben de bütçeme göre, yolculuğumda da işime yarayacak ufak tefek şeyler alıp ayrıldım pazardan. Hem deniziyle hem yeşilliği ile adeta büyülenmişçesine turladım tüm köyü. Bir gece kalıp içimde büyük bir huzurla ayrıldım buradan.

Bisikletimle yaptığımız son gezimiz buydu. Çanakkale’ye doğru yol alırken, inmem gereken dik bir yokuş çıktı önüme. Birden içimi büyük bir huzursuzluk kaplayıverdi. Kaza yapmanın korkusuyla yürüyerek inmeye başladım. Fakat öyle uzundu ki bir noktadan sonra pes edip bindim bisiklete. Yavaşça yol alırken nereden geldiğini anlayamadığım yavru bir kedi fırladı önüme. Ona çarpmamak için ani bir panikle kırıverdim bisikleti, dengemi kaybettim. Son hatırladığım bisikletimin altımdan kayışı ve son sürat yokuştan yuvarlanmam oldu.

Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Nasıl geldiğimle alakalı en ufak bir fikrim bile yoktu. Yüzümde ufak tefek çiziklerim, kolumda bir kırık bacağımda da büyük bir yarıkla atlatmıştım kazayı. Ama bisikletimi kaybetmiştim. Birkaç gün sonra, içimdeki derin üzüntüyle ayrıldım hastaneden. Bisikletimin bırakıldığı hurdalığa gitmek oldu ilk işim. Canım bisikletim benden çok daha kötü haldeydi. Emekliliğe ayrılma vakti gelmişti. Ağlaya sızlaya bıraktım onu orada. Evladımı ikinci kez, bu sefer temelli kaybettim. Büyük bir küskünlükle ilk otobüse atlayıp İstanbul’a, evime döndüm. 3 yılın ardından evdeydim. Birkaç ayı arkadaşlarımla, ailemle ve evimde geçirdim. Fakat artık kabıma sığamamaya, içimdeki tutku yeniden tüm vücudumu sarmaya başlamıştı.

Uzun uzun düşündüm, yeni bir bisiklet almaya gönlüm el vermiyordu. İlk ve tek bisikletim olarak kalmasını istiyordum. Böylece motosiklet almaya karar verdim. Hem özgürlüğümün tadına yine varacaktım hem de bisiklet tutkuma devam edecektim. Kararımı verince direkt bir ehliyet kursuna yazıldım, yaklaşık 2 ayın sonunda ehliyetim hazırdı. Bisikletimin renginde simsiyah motorumu aldığımda da her şey tamamdı. Bavulumu hazırlarken 3 yıl önceki Bahar’ın gözlerini üzerimde hissediyordum. Biraz burukluk, biraz sevinçle hazırladım tüm eşyalarımı. Bu kez çok daha büyük deneyimle çıktım yola. İlk durağım da bu kütüphane oldu. Öyle yıkık görünüyordu ki dışarıdan, beni içine çekiverdi bir anda. Bu kez motorumu bağlayıp öyle girdim içeriye. Dediğim gibi, bu kez çok daha büyük deneyimlerle çıktım yola…

Yazarın (Zeynep Çelebi) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Yokuş öyküsü)

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. (Yokuş)

————————————Editör Notları——————————————–

Aralık ayında belirlediğimiz egzersizle, sana verdiğim ödevi birleştirdiğin için tebrik ederim. Açıkçası uyarılarıma dikkat ettiğin için çok memnun oldum. Bu ay daha net bir öyküyle karşımıza çıktın. İşte bu yüzden olumsuz eleştirileri önemsemenin önemli bir şey olduğunu çokça belirtiyorum. Bizi ilerletecek şey olumsuz eleştirilerdir…

Öyküde ufak tefek yerlerde düzeltmeler yaptım. Aslıyla kıyaslarsan fark edersin. Çok önemli olmayan hatalar olduğundan burada değinmeyeceğim. Değinmek istediklerim ise aşağıda yer alıyor 🙂

“Özellikle kadın olunca tacizi eksik olmuyor. Kaç kez bu sebeple eve dönme kararı aldım, sayamadım.” Buradaki “tacizi eksik olmuyor” kullanımı bana biraz eksik geldi. Ayrıca öykülerde, toplumda yer almakta olan sorunlara yer vermek çok hassas bir yapıyla kurulmalı. Yani; metnin içine o sorun öyle bir girmiş olmalı ki yapay durmamalı. Ayrıca sorunla ilgili ayrıntıya girmeyip yüzeysel bir selam çakmanın da durumu yapaylık sınıfına soktuğunu söyleyebilirim. Mesela bu konuyu şöyle bağlamış olsan her şey yerli yerine oturabilirdi: Bahar’ın düşmesine neden olan şeyin bir laf atma durumundan ortaya çıkması… Birisi laf atsa ya da yolda onu aracıyla sıkıştırsa ve Bahar düşse, tacizi öykünün içinde bir yere taşımanı sağlayabilirdi. Bu hususa dikkat et…

“Ben de güzel bisikletimle yolculuğumun tadını çıkarmaya başladım. Özgürlüğümün tadını çıkarıyor, yılların acısını çıkarırcasına sürüyordum.” Tadını çıkarmaya başladım, tadını çıkarıyor, acısını çıkarırcasına… Yinelemeler yorucu olmuş.

“Ona çarpmamak için ani bir panikle kırıverdim bisikleti, dengemi kaybettim.” Burada virgül yerine ve bağlacını kullanman daha etkili olacaktır.

Yukarıda da belirttiğim gibi yaptığım olumsuz eleştirileri dikkate aldığın için tebrik ederim. Ayrıca ödevini de başarıyla yerine getirmiş olman gerçekten sevindirici. Yazdığın öykülerde yaşayacağın tıkanıklıklarda benim sorduğum sorular gibi kendine sorular çıkarmalısın. Bu şekilde yaşadığın tıkanıklıkları aşabilirsin. Yeni yazılarda görüşmek dileğiyle… Yokuş öyküsü Yokuş

İlginizi Çekebilir
Beth

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir