Yılın Sonuna Güzelleme
2

Yılın Sonuna Güzelleme

Bir rüzgar var sanki, aralık sonuna yaklaşırken sanki geçen tüm iki yılı, kalıntılarını da sürükleyecek. Yok edecek. Filbahriden kokular, taa Samsun’dan; hatmi çiçeği sonra, erguvanlar… Dönüp dolaşıyor bu ara.

Bir ney sesi var kulağımda, onun gölgesinde, onun misafirliğindeyim. Tüm yorgunluklarımı dindirecekmiş gibi, her şeyi geride bırakmışım da yemyeşil bir ovanın beyaz örtünmüş koca tepelerinin orta yerinde gözlerimi kapatıp yüreğimi masmavi göğe harman etmişim gibi his. Bir ara konuşurken “Aslında hep yerleşmek için vardım bir yerlere; ama vardığım yerlere hiç yerleşemedim.” demiştim. Ruhum mu göçebe yoksa bir göç yolundaki kervana mı gölge olmuşum, bilmiyorum. Yunus diyor ki; “Bî mekânım onun için dünyede/Kimsene bilmez benim mekânımı”. Bir yazıda, “Ben sonbaharın gözlerine bakamam, dokunur.” diyor. Hiç bitmeyen bir sonbaharın içindeyim, sürgünden ziyade; olduğum zamanın tanımı bu. Ondan mekânımı kendimin bile bilmeyişi, hiçbir yere yerleşemeyişim. Zararı yok, sonbahar ki filbahrilerin köklenişidir. Ahmet Hoca ile konuştum, bana bir dal köklemiş; ilk kez istedim.

Kalbi titreten bir zarf gelince en çok korktuğum, zarfı açınca kelimelerin buhura karışıp uçması. Ya uçarlarsa? Sonbahara karışırsa? Rengi ile sesi ile belki en çok filbahriye karışıp uçması. Bir başka yazar diyor ki, çiçek usaresi ile kaimmiş. Hepsinin illeti, sebebi, cevheri hep suymuş; ama suyun kokusu yok. Olsa, hiç öyle erir miydik kokusunda gülün? Yanar mıydık bağrında filbahrinin? Su ile kendi özünü karıştırmaktaymış sırrı. Yoktaki var; vardaki yok.

Bir şiir var şimdi, diyor ki;

“…sen kimsenin bilmediği bir yıldız gibisin

istersen derya düşünür kahrolur kederinden

istersen dağ yürür yağmur olur bulut olur

bir rüzgarın koynundan çıkar gelirsin

gözlerin iki siyah karanfil gibi

gözlerini alsam yakama taksam…”

Aralık bitiyor. Bitmeden bu zamana kelimeler emanet etmek lazımdı. Bu senenin enlerini de eklemek lazım şimdi.

Bozkırın sarısı, denizin mavisi; renkleriydi. Özdemir Hafızoğlu/ Mecburum ile Gabriella Quevedo’nun gitarla yeniden düzenlediği tüm şarkılar; en sevilen müzikleriydi. “Cengiz Aytmatov/ Beyaz Gemi” ve “Onur Caymaz/Dünya Evi”; kendimi kaybettiğim kitaplardı bu yıl. Maynooth/İrlanda, Samsun’da Atakum’da, Üçleme ile denize karşı günü batırdığımız sahil ve Antalya’da Düden Şelalesi’nin denize kavuştuğu yer; bu yılın en sevdiğim yerleriydi. Bir tiyatro oyunumuz vardı, adı “Son Ders”, hocalardan oluşan amatör kadro ile çok eğlenerek sahnelediğimiz, bana yüzlerce güzelliği kazandıran. Bir kulübüm var, adı “İlk Öğretmenler” olan, bin çiçekten tohumu yetiştirecek öğretmen adaylarından oluşan.

Hep gelecek yıldan bir şeyler istenir; ben bir şiir hediye edeyim istiyorum gelecek olan yıla, güne, aya, bin çiçekten umuda, bin renkten sabaha, en karanlığından doğacak aydınlığa.

“…hatırla, hatırla olur mu ilk sigaranı
bir evde ilk gece görülen mor rüya
mehtaba düşürdüğün fenerdi gözlerim

bir şey diyeyim de lütfen unutma
sen bana bakmıyorken oldu bunlar
çoktan yanıp kül oldu yarısı dünyanın

mutluluk aşılmalı diyordu bilge
daha başka renkler var içinde
senin en çok nasıl direndiğini
merak ediyorum zamana ve
ölmüşlerin eski fotoğraflarına

dünya?
dünya eş dost evi…” (Onur Caymaz/Dünya Evi)

Yılın Sonuna Güzelleme

Diğer yazılara da okuyabilirsiniz.

İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

Yılın Sonuna Güzelleme

İlginizi Çekebilir
Deneme: Haftanın Ortası

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (2)

  1. Yazının başında, elimde bir demet filbahriyle Samsun Atakum’dan yolculuğa çıktım bir senelik. Sonuna geldiğimde ise aklımda Mevlana’nın şu dizeleri canlandı:

    Duy şikayet etmede her an bu Ney,
    Anlatır hep bu ayrılıklardan bu Ney.
    Der ki; feryadım kamışlıktan gelir,
    Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.
    Ayrılıktan parçalanmış bir yürek,
    İsterim ben, derdimi dökmem gerek.
    Şayet aslından biraz ayrılsa can,
    Öyle bekler, vuslata ersin zaman.

    Ney sazlıktan koparıldığında gurbete düşer. Gurbet acısıyla yanar, kavrulur. Bir yoldaş bulduğunda, bir nefese kavuştuğunda başlar derdinden muhabbete. Sesinin yüreğe dokunması da bundandır derler. İşte insan da ney gibi bir yolcudur. Yolda oldukça yanar, kavrulur ve olgunlaşır. Ait olduğu yere varıncaya kadar.
    Velhasıl, ruh ki kamil olma arzusundaysa göçebe olmaya mecburdur. Belki bu yıl da bir göçebeydi. Şimdilerde toparlandı ve gidiyor. O halde yeni yoldaşı beklemeli, nelerle geleceğini, hangi muhabbetlere bizi ortak edeceğini görmeli sanırım. Hem belli mi olur? Muhabbet olur yolculuğa çıkarır, muhabbet olur vuslata kavuşturur.

    • Okuyunca bu yorumu, aklıma gelen şiir şu oldu:

      “Üstüste, altaltalar,
      Bende gökler ve yollar.

      Gökler, kat kat mavilik.
      Yollar, kol kol servilik.

      Yollar nereye gider,
      Ve ne düşünür gökler?

      Göklerin bir sırrı var,
      Onu arıyor yollar.

      Gökler suda titriyor,
      Yollar suda bitiyor.

      Göklerin yüzü yerde,
      Yollarınki göklerde.

      Bu yollarda izimiz,
      Bu göklerde gizlimiz.

      Yollar, beni vardırın!
      Gökler, tutup kaldırın!”

      Hem vuslatı hem muhabbeti kendi içinde olan göçebenin, yollarla göklerden başka kimsesi olmaz pek. Gölgesinde misafir olduğu sesin muhabbeti başka; hem yolları hem gökleri alıyor içine. Geldiği yerden mütevellitmiş demek.

      Var olsun.

      Dede Korkut duasındaki gibi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir