Tüm doğmamış çocuklara ve çocuklarının büyüdüğünü göremeyen tüm babalara ithaf edilmiştir!
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Tüm doğmamış çocuklara ve çocuklarının büyüdüğünü göremeyen tüm babalara ithaf edilmiştir!

0

Tüm doğmamış çocuklara ve çocuklarının büyüdüğünü göremeyen tüm babalara ithaf edilmiştir!

Islaktı yerler ve yapraklar saçılmıştı her yere. Sokak lambalarının kederli sarı ışıklarının altında, göze hoş gelen, ruhu dinlendiren bir doğallıkta yürümekteydim. Yanı başımdan geçen bisikletin üzerinde, orta yaşlı bir adam bulunmaktaydı. Beni geçtikten hemen sonra az daha düşüyordu. Sesini işitip baktım arkasından. Sonra o uzaklaştı, bense onun sesini duyup da durduğum yerde, kalakaldım. Gece ilerliyordu. Yağmur çiseliyordu. Birkaç gün önce saatler geriye alınmıştı. Ve ben saatleri geriye aldığım her sene biraz daha eksildiğimin farkına varıp, yiten saatlerin peşine düşüyordum. Ama geri gelmeyen çocukluğum gibi, yiten saatleri de yakalayamıyordum. Ardından baktığım bisiklet misali uzaklaşıyordu geçmişte yaşananlar…  Ki biliyordum, öyle güzel bir çocukluk geçirmiştim ki!

Aklım bisikletteydi. Uzun zaman olmuştu binmeyeli bir bisiklete… Oysa çocukluğumun bir kısmı onu beklemekle, bir kısmı süslemekle, bir kısmı da -mahalledeki kızlara artistlik olsun diye- yokuş aşağı inerken üzerinden atlamakla geçti. Yıllar benim büyümeme, bisikletimin de paslanıp çürümesine neden oldu. Yıllar belki de tüm bu acının gerçek sorumlusudurlar; kim bilir? Bizim basit hikayelerimiz oldu. Karmaşık değildi oynadığımız oyunlar. Ve kıymetini bildiğimiz her şeyin şimdilerde bir değeri yok artık. Bunların hepsinin farkında olup, kederlenmemek elde değil. Adi bir kornanın, trafikte üç saniye bile beklemekten aciz sahipleri sarmış çevremizi! Bu hoşnutsuzluk, bu eksik anlayış yüzünden evlere kapanmışız. Dışarısı kendini bilmezlerin gösteri alanına dönmüş zira! Vahşetin bini bir para! Nefes almak bile geçmiyor insanın içinden. Kim bilir hangi karmaşanın içerisinde yaralanıp öleceğiz sorusunu soruyoruz günler boyunca.

Geceleri başımızı koyduğumuz yastığın, kederli kokusunu duyuyoruz. Ve sonra, uykuya dalmadan hemen önce, nedense aklımıza geliveriyor çocukluk hikayelerimiz… Günler geçiyor anneciğim, günler bitiyor babacığım. Bilmem kaç kilometre ötedesiniz. Neye üzülür neye sevinirsiniz bilmem. Telefonun ucundaki seslerinizden duyarım acınızı, sevincinizi, özleminizi… Aynı kederlerle büyüyoruz bizler de. Biraz daha yıpranmış olabiliriz. Biraz daha yorgun ve hastayız hatta. Bu günler olağanın ötesinde, olağandışı günler. Bu günler çölleşen yüreklerin, iktidar telalığı yaptığı ve ümidin kurşuna dizildiği günler. Çocuk sevinçlerimizi vurdular önce babacığım. Aşık kalplerimizi deştiler! Bu insanlık kavgası ağır geldi bedenlerimize. Oysa yüz yıllık ormanların içinde, alabildiğine koşturmak isterdik. Soluklandığımız derelerin buz gibi sularıyla serinlemekti niyetimiz. Tozdan, betondan bir kader çizdiler alınlarımıza…

Biliyorum; ölümlerden, acılardan, kandan ve gözyaşından medet umduğu gün kaybetti insanlık… Hepsini bildim, öğrendim ve öyle tiksindim ki yaşananlardan, bir daha yaşatmamak için yeminler ettim. Baba, elleriyle katlettikleri çocukların cesetlerine bakıyorlar mı sence? Rüyalarına giriyor mudur gözlerindeki boşluk? Yada bir çocuğu ailesiz bırakmak hoşlarına mı gidiyordur? Ne zaman sütten kesildiler, ne zaman silah tuttu elleri ve ne zaman yarınların katili oluverdiler? Anlamaya gücüm yetmeyecek biliyorum. Belki siz de anlamamışsınızdır. Sizin nesil de yani. Şimdi yüzlerinizdeki çizgilerin nedenlerini sorgulasam, şimdi saçlarınızdaki akları araştırsam neler çıkar biliyorum. Ve korkuyorum, sizlerle aynı yazgıları paylaşmaya. Tüm bunları değiştirme arzumu başaramamanın ezikliğiyle, bir ömür savrulmaya hayat boşluğunda! Korkuyorum; mutsuz ömürleri, umutsuz gönülleri evlerimde karşılamaya. Bu korku öyle böyle değil, bu korku kalbimizi durduracak cinsten!

***  “Baba buraya niye geldim biliyor musun? Deniz’e bir oda ver. Onu yanına al. Burada büyüsün. Bir evi olsun. Gidecek başka hiçbir yeri yok…

Ona bir oda ver baba, bir evi olsun. Ama zaman zaman da çıkıp gidebileceği bir ev. Ona söylemek istediğim o kadar çok şey var ki… Sen söyle ona baba… Ona de ki…”

Yıkılan duvarlar misali çaresiz düşüyoruz toprağa. Edilen vedaların çokluğuyla büyüyoruz. Ve yaşıyoruz, her geçen, geçtiğiyle yok olan umutların kırıklıklarıyla. Koşulsuz bataklığın ortasında bakarken babalarımızın ardından, çocuklarımızın gözlerindeki yaşların teminatıyız. Ve batıyoruz hep birlikte; geçmiş, şimdi ve gelecek… Bitmeyen, bitmeyecek olan bir döngü bu. Evet, bir baba herkese veda edebilir; ama bir çocuk asla babasına veda edemez şu hayatta! Babalarına veda edenlerin intikamıdır tüm bu gördüklerimiz. Bu vahşet, bu katliam; babasına veda etmiş ne kadar evlat varsa, onların eseridir! Bedenleri bu dünyayı terk etmiş olsa da, ruhlarıyla bir ömür yaşamalıyız babalarımızın…

Veda etmek küstahlık olacaktır!

*** Babam ve Oğlum Filmi’nden alıntı bir diyalogdur.

03.11.2014

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.
İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz. Tüm doğmamış çocuklara

Tüm doğmamış çocuklara ve çocuklarının büyüdüğünü göremeyen tüm babalara ithaf edilmiştir!

İlginizi Çekebilir
Deneme: Parçaların Duruşu

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir