O sepet yok
  1. Anasayfa
  2. Öykü

O sepet yok

Yazan: simurg

0

O sepet yok

Üşüyorum, dedi bir ses. Sokak kedileri gibi…

Az kaldı, derken ne düşünüyordu? Hangi yürekte militan bir sığınmacıydı. Adım başı çöplük adım başı evsizler sayarken gözleri…

Sepeti göremedim bugün de…

Nasıl? Anlayamamıştı.

Nereye gitti acaba, diye sorabildim, gözlerim önümdeki su birikintisine takılmış. Bir yudum su, bir kedi yavrusu ve devrimdir sokaklar ey adımlarım, evirildiğinde her bir ize çaresizliğime mahkum bakışlarım…

Kim? Sahi kimden bahsediyorsun?

Boş ver…

Yürüyoruz, her gün aynı sokakta ama o pencere açılamıyor, o sepet artık pencere yanında bekliyor. Nerede, diyorum. Artık göremiyorum. Soğuğu ocak aynının içimize işliyor, üşüyoruz ama özlemden. Bir anıyla ısınacağız ama onu da çok görüyor hayat bize, nefes aldığınıza şükredin der gibi tutuyor kolumuzdan köşeyi dönüyoruz.

Duydun mu?

Neyi?

Nejat İşler yoğun bakımdaymış.

Duruyorum, ben değil, dünya duruyor. Çünkü ben zamandan bile hızlı kendimden geriye gidiyorum, gittikçe küçülüyorum. Yok olsam dediğim bir anın içine düşüyorum ve o sepet sallanmıyor; çünkü elini kesmişler ocak ayının bir gününde ve ben dünyadan aşağı düşüyorum…

Neyin var, hey!

Rahat bırak, diyorum. Koşuyorum, beni yanına götürecek ayaklarıma yalvarıyorum, yolu bul diye. Neredeyse oraya sür diyorum, yolu bulamıyorum, kayboluyorum, kendi içimde kendimi kaybediyorum, bir köşede kalmış nefes alamıyorum, ayazı işledi içime yoğun bakım odasının duvarlarının, bakışların takılı tepe lambalarına, insanlar yanımdan geçiyor ben fark ediyorum.

Ya sen, diyorum.
Doktorlar, hemşireler… Peki bu kalbimin üstüne kurdukları, diyor.
Yaşadığına dair bir ispat arıyorlar, diyorum.
Elektrik akımı sadece yürek çarpıntısı, diyor.
Yaşamak değil ki, sen yaşıyor muydun zaten, diyorum.
Gözlerini kapıyor, kapama lütfen, diyorum.
Ah, diyor ve telefonumu çıkarıyorum, kulaklıklarımı takıyorum, sesi sonuna kadar açıyorum. Gözlerimi kapıyorum başka bir anında buluşuyoruz hayatın biliyorum.
Ah, diyorum.

Burası neresi, diyorum.
Çocukluğum, diyor.
O kim, diye soruyor, elimdekine bakıyorum.
Çocukluğun, diyorum…

Rüyalarına geldim, rüyalarındaki o eve… Çocukluğunun elinden tutup getirdim. Biz buradayız, sende gel, çık o soğuk odalardan… Kapılar kapanıyor anahtarları yok, bir insan ancak aklıyla bağlanıyor, yüreğinin üzerinde kablolar, fişi çekilmiş ruhunu ocak ayında bir sobayla ısıtamıyorsun, ödenmemiş faturaların birikmiş. O ev boş ve o sepet sallanmıyor…

Noluyor sana, soruyor ve delirmişim gibi bakıyor.

Rahat bıraksınlar, diyorum.

Kimi, diyor.

O’nu.

Sana noluyor, diyor. Haykırıyorum, sessiz çığlığım avukatı oluyor. Haklı oysa bana ne oluyor?

Yalan yanlış konuşmalar; onlara ne nasıl yaşadıysa, nasıl ölmek istediyse, rahat bıraksınlar yoğun bakımdaysa onlara ne? Ölemediyse, yaşadıysa onun da çok umurunda zaten ama konuşmasınlar işte…

Yalan yanlış paylaşımlar; bir sürü söz, cümle altında onun adı yazıyor. Vay be, diyorum. Adama bak nasıl ahkam kesiyor bu kadar sözü söylemiş, kaçmış uykuda şimdi. Vay be, diyorum. Ne olduğunu karıştırıyorum; oyuncu mu, şarkıcı mı, şair mi?
Shakespeare oluyor, çünkü;
” Kadınları ya anlayın, ya sevin, ikisini birden denemeyin” sözünün altında yine onun adı yazıyor, kızıyorum, rahat bıraksınlar paylaşmasınlar…

Zaman geçiyor, zamanla yarışamayacak kadar yavaşlıyorum, yoruluyorum, duruyorum aynı sokakta. Artık yaz geliyor, evler yine yalnız, pencereler yine kapalı, o sepet yok. Bir adam yolunu kaybetmiş adres soruyor, ben sokağın demirbaşı, kendi sokağının yabancısı. Tarifi dilimin ucunda yutuyorum. Mevsimler geçti, adam hala kayıp ben kusuyorum. Ayları devirdik, koca bir yaz ihtilali oldu insanlığımızın, yeniden ayağa kalkışının sevinci, bir devrimdir başı kesilen parmaklarının, alt yazı geçiyorlar senin lisanında yaşayamayan insanlara ve neşesi yeter deniliyor son çıkan haberlerde…

Havalar soğuyor yeniden. Merak, soğukluğu içimizde pazarlar kurmuş, satışa çıkan sadece sorgular; çünkü bedavaya vermiyor kimse almadan karşılığını sevdasının…

Kış geliyor, bir film sahnesinde bir vapur bekliyor adam tam karşıya geçecekken elini bırakıyor kadının. Ben buyum kızım, hiç saklamadım diyor. Bir tokatla adam bir kıyısında kalıyor şehrin kadın diğer kıyısında, tıpkı ayrı kaldırımlardayken izlediğim gibi seni, izliyor kadın adamı.

O an bakarken sana sepet düşüyor önüme.

Dönmüş, diyorum kendi kendime.

Sepete bir tablet koyuyorum, sepeti çekip bırakıyorum, işareti anlıyor ve yukarı çekiyor sepeti. Tableti alıyor, okuyor;

“Nerede kalmıştık?”

O sokakta…

O sokağı hiç görmedim ben aslında, bilmiyorsunuz. O evin adresini bilmiyorum. Hangi şehirdeyiz, hangi zamandayız hiçbir fikrim yok. Belki bir apartman dairesindedir belki de müstakil acıların üzerine kurulu iki kat hayattır. Ben o sokakta hiç yürümedim biliyor musunuz? O adam yolunu kaybetmedi mesela, mevsim kış değildi. O sepet hiç sarkıtılmadı ve ben asla yazdıklarımı o adama okutamadım. Sadece  bir sohbetten esinleniyorum, iki adam yazışıyorlar, okuyorum. Şehirden değil kendimden olan gecikmelerle ayın ortasında bir dergide bir hayali yaşatıyorum. Aylardır yazmak istediğim bir yazı var, nereden başlayıp anlatacağımı bilemediğim bir hikaye , bu sefer kaleme değiyor elim ve yazıyorum. Tek söyleyebileceğim ruhuna taşları atıp durmayın, bulandırmayın o suyu yani kısaca rahat bırakın bu insanları, insanların değil gündeminizin farkında olun, adaleti olan hayat onu bize geri gönderdi belki ama adaletsiz insanlar sözleriyle alıp götürebilir. Onu değil ama insanlığınızı, vicdanınızı, bakış açınızı sorgulayın…
İyi seyirler. Pardon pardon iyi uykular, gece oldu , yerseniz…

Not: Ot dergisi Ekim sayısı Ercan Mehmet Erdem- Nejat İşler Selam Olsun yazından esinlenilerek yazılmıştır.

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz. 

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

O sepet yok

İlginizi Çekebilir
Eksik Yanım

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir