Kapıdan Çıkan Kim?
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Kapıdan Çıkan Kim?

Yazan: Özlem D. P.

0

Kapıdan Çıkan Kim?

Arabanın anahtarı çiçek bezeli halıya saplanınca, dişlerinin arasına sıkışmış kelimeleri salyalanıp üzerime düştü sanki. Tiksindim. Orta boyu öfkeden uzadı, kapıdan geçemedi de büküldü beli ve ayakları tokatlıyordu koridoru.  Annem, sessizce halıdaki çiçekleri suluyordu. Kardeşim elindeki balık krakeri kütürdetirken gözünü Tom ve Jerry’e dikmiş, kanepeden kanepe atlıyor. Annem; hayret, örtülerini bozduğu için çimdiklemiyor bu defa. Ben evin köşesinden hiç kalkmayan o ağır, kaldıramayacağım o kokuyu içime çekip ona sokuluyorum. Siniyorum, pısırıklar gibi pençelerinin altına girip ondan ona sığınıyorum. Maltepe sigarası sarıya boyamış ellerini. Bıyıkları sarı, dişleri de. İşaret parmağının tırnağı akıyor odaya. Sarı. Kusmuk gibi. Kalkmak istiyorum. Topuklarımı vura vura, kapıları çarpa çarpa koşmak. Nereye? Kolunun altında kayboluyorum. Az önce, sadece birkaç dakika önce uçuşan cümleler kafama konuyor. Arı gibi. Kıpırdamadan duruyorum. Bekliyorum. Dua ediyorum. İğneden çok korkarım ben. Bayılacak kadar. Cümleleri özlem’ine yüklemine ayırıyorum. Eylemler ağır, ayan beyan ve hiç edilgenlik yok. Yapanı belli. Duvarların sarısı üzerime geliyor. Saksıdaki aşk merdivenine bakıyorum. Annem durmadan yerini değiştirirdi hayatını değiştirdiğini sanıyordu herhalde. O yeşerince ya da patlayınca bir dal daha sevinir, çoğaldıkça aşk bölüp plastik bardaklara başka evlere gönderirdi. Tıpkı onun gibi iki erkeğin arasına sıkışmış kadınlara. Gelin olduğundan beri sadece gelin olabilmiş ve çok da iyi bir gelin olmuş. Ama eş olamamıştı. Kadın olmuştu da hanım olamamıştı. Anne olmuştu sonra ama mutfağa, dolapla ocak arasına sıkışmış salça kokabilmişti sadece.

Sigaranın dumanı yükselip küflenmiş tavana yapışıyordu. Her halkasına sorular yerleştiriyordum. Nereye gitmişti mesela? Gelecek miydi? İçer miydi bir yerde? Bira bulmuştum geçen gün kömürlükte. Dudağıma değdirdim tadına bakmak için. Annemin babama kızışı geldi gözümün önüne. Kocaman, çoluk çocuk sahibi adammış babam. Bir de günahmış. Yani günahkârmış babam. Cehennemde yanmayı hak etmiş olmalı. Belki de kahveye gitmiştir. Okeye dördüncü olup taşlardan çıkarırdı hıncını kim bilir… Sonra bir Samsun sigarası tüttürür. İçemediğini, beceremediğini bilir aslında. Erkeklik sanıyordur belki de. Ama tutuşu bile komik. Nedense Temel Reis’i hatırlatırdı bana. Ispanağı yoktu sadece. Pazıları da… Şimdi biz bu pazar gününde o sarı odaya hapsolmuş bedenlerimizle bir Kemal Sunal filmi bulup dudaklarımızla gülerken ve birazdan kahkahaya evrilecekken dakikalarımız o neredeydi? Saat akıyordu içime, açıkta kalan göz kapaklarımdan. Akrebi o almış olmalı. Cebinde dakikaları sayıyordur belki de. Bana su gibiydi zaman çünkü. Yelkovan büyüdükçe büyüdü duvarda. Siyah bir yılan gibi dolanıp duruyor sarı duvarın üzerinde.

Halıya ilişti gözlerim annem döşekleri sererken. Onun boynunu kırdıklarını ben de ezecektim gövdemle. Karanlıkta gölge gibi sokulacaktı eve. Yatağın kenarına eğreti gibi ilişecek ve belki de iğreti bir bakış “hoş geldin” diyecekti. Sessizce devirecekti başını. Ciğerleri yakan zile basmamak için evin anahtarını pantolonun arka cebine takmıştı. Kimse esas duruşta beklemeyecekti onu, biliyordu. Ispanağı yoktu, pazıları da işte onun için arabanın anahtarı kırdı çiçeklerin boynunu.

Etmek istediği birkaç kelam vardı belki. Ancak sırtı duvar olmuş buz gibiydi yatak ortağının. Ömrünün yarısına gelmiş, hala dile gelememiş kelimeler vardı. Belki dağarcığında yoktu. Ya da boğazlanmış ümüğünde, öksürük yapmış. Ya da başına vurulup, sindirilmişlerdi. Karısının, kardeşlerinin ve çocuklarının yanında kovulmuştu. Merdivenleri üçer beşer indiği ve iki soluğa sığdırdığı otuz beş yıl. Hep sarı, tek sarı renge boyanan o ev. Kapısı şişen, lağımı patlayıp sokağı da odaları gibi kokutan ev. Sanki her sabah o kahvaltıya birlikte oturup güneşte alınlarını birlikte kavurmamış, aynı harca ter akıtmamış gibi. Sanki yirmi dört saat ensesinde nefesini hissetmemiş, bedenine ruhunu da ekleyip ağır işçiliğini hatta en ağır olduğunu tasdik ettirmemiş gibi. Kahvaltı sonrasında birazdan harçtan görünmeyecek ayakkabıları siyaha boyatmanın anlamı da ne ola ki? Bütün çatlaklarını kapatır mıydı sarı boyalı evin.

Ne anlattı acaba okey taşlarına bu sefer? Gelir mi ki bu gece tıpkı öncekiler gibi. Yolun yarısını bulmuş yaşını kırka dayamaya devam mı eder acaba? Büyür, olgunlaşır ve kendi olur mu? Mesela bir günlük baba olsa, elinden tutar mı çocuklarının, parka götürür mü? Karısı koluna girebilir mi? Kabasakal’ı alt edebilir mi pazılarını şişirip? Eylemleri, yani hani okulda öğretildiği gibi bir iş ve oluşun belirtilmesi gereken aktivitelere dönüşür mü? Sobanın borularından sızan siyah bir damla akıp üstüne kapkara ederdi el yazımı. Titreyen parmaklarımı sıcaklığı yakar, yorganın altında gözyaşlarımı yalardım. Tuzu hoşuma giderdi ve sırf bu lezzeti bir daha tatmak için onun eve gelmesini istemezdim. Ne kadar çok ağlarsam dudaklarım o kadar tuzlanırdı ve biz, o köşedekine sığınır elimizden tutup parka götürmesi için yalvarırdık. O bütün sesini oğluna kullandığı için bize sadece sarı bıyıklarının altından gülmesi kalacaktı. Keşke gelmeseydi de çiçekler bir daha kırılmasaydı.

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Kapıdan Çıkan Kim?

Kapıdan Çıkan Kim?

İlginizi Çekebilir
Öykü: Minibüsün Kederi

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir