İç Sesimin İncelikleri – 2
  1. Anasayfa
  2. Hayatın içinden

İç Sesimin İncelikleri – 2

0

İç Sesimin İncelikleri – 2

Geçmiş hikayelerime sıkı sıkıya bağlı biriyim. Yaşanmışlıklarım, her şeyiyle bu günümü beslemektedir. Her anı büyük bir coşkuyla anımsarım. Çünkü bugünleri inşa eden geçmişin ta kendisidir. Kat ettiğim tüm yollar, kendi benliğimle yaptığım seçimlerin birikimlerinden oluşuyor. Bugün yüzleşmeye cesaret ettiğim her şeyi, geçmişin kararlı adımları sayesinde aşabiliyorum. Hayat belli belirsiz ilerliyor. Bunun farkına varıp o ilerlemeye dahil olmak da boynumun borcu… Biliyorum; yerinde sayan milyonlarca hikâyenin ulaşacağı son, büyük hüsranlardan öteye gidemiyor…

Samimi yıllarda, güzel bir çocukluk geçirdim. Televizyonlarda “Süper Baba”, “Yedi Tepe İstanbul”, “İkinci Bahar”, “Sultan Makamı”, “Ten Ten”, “Şirinler” ve daha pek çok bizden, hayattan şeylerin yayınlandığı dönemlerden bahsediyorum. Bize samimiyeti, paylaşmayı, küçük mahallelerde büyük hayatlar sürmeyi, hayalleri paraya indirgemeden güzel yaşanabileceğini anlatan güzel insanları ve güzel yapımları seyrettim. Sevginin, erdemli olmanın ve paylaşmanın incelikleriydi bizlere sunulan…

Bugünlerde, son model hayatların lüks hikayelerini evirip çevirip sunan dizileri; acının ötesinde vahşetin her türlüsünün yaşandığını gözler önüne seren haberleri, günübirlik yapılmış bol reytingli şarkıların şaheser olarak sunulduğu müzik kanallarını ve aklınıza gelen türlü şaklabanlıkların merkezi haline gelen televizyonu seyretmiyorum uzunca bir süredir. Bir şey kaybetmediğimi biliyorum. Evimde televizyonun olmamasını da çoğunlukla şaşkın ifadelerle karşılıyor arkadaşlarım. Ama insanların kabullenmekte zorluk çektiği şeyleri açık bir ifadeyle sunmaktan da çekinmiyorum. Bir şeylerin ancak bu şekilde değişebileceğini düşünenlerdenim. Bunun için de özel bir çaba sarf etmiyorum. Çünkü toplumlar, ancak değişmeyi arzuladıklarında tam anlamıyla değişimler ortaya çıkar! Kişisel çaba bu noktada ufak bir dokunuştur ve nasırlaşmış bir yara için bu dokunuş bir şey ifade etmez! Yani toplumu değiştirme çabasında değilim! Kişisel çabamı kendi değişim ve gelişimime adadım! Buna paralel olarak, yanımda yer alıp değişim ve gelişim sürecine dahil olmak isteyenleri de dışlama gibi bir lüksüm yok tabi ki!

Ordu’nun Ünye İlçesi yakın zamanda sel felaketiyle duyurdu adını. Hayatımın dört yılını Ünye’de geçirmiş biri olarak geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum Ünyelilere ve o çevrede mağdur olmuş herkese… Doğanın bu denli tepkiler vermesi, özellikle son yıllarda yaşanan doğa olayları göz önünde bulundurulduğunda sebep sonuç ilişkisini sorgulatıyor. Neden böyle büyük sel, yangın, dolu, fırtına ve nice doğa olayı yaşıyoruz? Bu sorunun cevabını sizlere bırakıyorum. Ama diyeceğim şu ki; “Doğanın acıması yoktur! Ve hesabını er ya da geç sorar!”

Ünye’de yaz mevsimi etkinliklerimiz geldi aklıma. Çamlığın yakın bir kumsalında (Askeri Gazino’nun aşağısındaki) kurduğumuz tahta çardak, o çardakta sabahlayışlarımız, içtiğimiz içkiler, yaktığımız ateş, denizin derin kısmındaki küçük adacık, o adacıktan balıklama atlayışlarımız, maske-şnorkelle yaptığımız deniz gezilerimiz, yengeçlerle olan mücadelelerimiz, kumsala gömdüğümüz tahta kasa ve kötü bir gün… Sıraladığım onca güzel anının sonunu “kötü bir gün” ile bitiriyorsa yazar, elbette onu anlatacaktır… Aslına bakarsanız sonu kötü olmamış bir gün denilebilir…

Önceki gün, Karadeniz’in kaderi bol yağmur ve fırtına ile geçmişti. Yaz mevsiminde yağmur yağınca epey keyifsiz oluyordum. Çünkü bana göre yaz mevsiminde her gün denize girilmeliydi… Neyse ki ertesi gün günlük güneşlikti. Babam bende önce denize gitmiş, ben de kahvaltımı yapıp doğruca her zamanki sahile koşar adım gittim. Ancak havanın bu kadar güzel olmasına rağmen, denizi yemyeşil yosunlar kaplamıştı. Bu durumda yüzmek imkansızdı… (Yeşil yosunlarla kaplı kayalar, arkadaşlarımla maske-şnorkel gezilerimiz sırasında dolaşmaktan en zevk aldığımız bölgede yer alıyordu. Dalgalı havalar bu yosunları kopartıp su yüzeyine çıkarıyordu.) Babam da zaten bizim balıklama atladığımız küçük adaya çıkmış güneşleniyordu. Ben de bir süre güneşlenmek için kumların üzerine uzandım. Hemen yakınımda biri ilkokul çağında, diğeri de ondan daha küçük olan iki çocuk vardı. Aralarındaki sohbeti bir süre dinledim. Büyük olan derindeki o küçük adaya gitmekten bahsetti. Küçük çocuk ise bunun üzerine “Orası derin, gidersek boğuluruz!” dedi. Buna karşılık büyük çocuk “Boğulmak ne demek sen biliyon mu?” dedi. Küçük de “Ölmek, ölmek!” diye yanıtladı. Sıcaktan bunalıp babamın yanına gitmeye karar verdim. Kumdan kalkarken çocuklara dönüp “Derine gitmeyin sakın!” deyip denize doğru ilerledim.

Babamla o küçük adada güneşlenip sohbet ederken, kumsaldaki hareketliliği fark ettik. O anda yukarıdaki Askeri Gazino’da görevli bir er, üstündekileri dahi çıkarmadan denize atladı. Ardından babamın arkadaşlarından Cenk Abi de kıyafetleriyle denize daldı. Bunu gören babam da bir aksilik olduğunu anlayıp denize atlamıştı bile. Ben ise bir an tereddüt ettim. İnsan kötü bir şeyle yüzleşmekten korkuyor. Ama o kısa tereddüttün ardından ben de denize atladım. Yosunların arasında, bizim o çok sevdiğimiz kayalıklı bölgede suya dalıp çıkan insanlar boğulan bir çocuğu arıyordu. Çocuk su yüzeyinde görünmüyordu. Yosunlardan dolayı da gözle su üzerinden bulunması imkansızdı. Ben de birkaç kere dalıp suyun dibindeki çocuğu bulmaya çalıştım. Fakat nafileydi! Bunun üzerine denizden çıkmaya karar verdim. Çünkü bir çocuk cesedi görmeye hazır değildim…

Yüzerek çıkmak yerine, denizin dibindeki kayalara basarak ilerliyordum. Bir anda bastığım kayadan ayağım kaydı ve dipte bulunan çocuğun koluna bastım. O anı tarif etmek, yaşadığım korku ve paniği anlatabilmek güç. Söylediğim tek şey, “Burada” oldu. Ve babamla Cenk Abi çocuğu tam önümden denizin üzerine çıkardılar. Baygın çocuğu sahile taşıyan kalabalık ve ardından yapılan müdahale, çocuğun ağzından çıkan köpüğü ve ardından açtığı gözlerini unutmam mümkün değil! Büyük bir telaş ve çocuğun yaşama dönmesinin mutluluğuyla hastaneye götürülüşünü öylece izledim. Çocuk kurtulmuştu… Ama o gece denizle ilgili gördüğüm rüyanın ardından bir daha denize asla giremeyeceğimi düşünmeye başlamıştım. En sevdiğim şeyden, garip bir şekilde korkuyordum. Sanırım üç gün sonra, hiçbir şey olmamış gibi denize girmeye devam ettim. Belki de beynim, çocuğun kurtulmasını sağlayanlardan biri olduğum için bu korkuyu sildi benliğimden…

Hayat bazen anlık kararların ve yaşanılan gerçeğin döngüsünde sürüp gidiyor. Başarı ve başarısızlıklarla dolu bu hikâyenin ana fikri ise herkese göre değişiklik gösterdiği gibi; bazı genel sonuçlar da içeriyor. Büyük dersler, genellikle büyük acılardan alınıyor. O çocuk; belki de bir daha asla boyundan büyük işlere kalkışmayıp ayağı yere basan bir hikâyenin peşinden koşmuştur. Cesaret ile aptallık arasında çok ince bir çizgi olduğunu acı bir deneyimle anlamıştır…

Hayatta milyonlarca sebebin, milyarlarca sonucu bulunuyor. Yaşam tek şıktan ibaret de değil. Size bir sürü seçenek sunmakta… Bu seçeneklerin farkına varmak ve seçim yapmak ellerinizde. Sonuçlarına katlanabildiğiniz her şeyin peşinden gidebilirsiniz. Ancak peşinden gittiğiniz şeylerin sonuçlarına katlanamayacaksanız bırakın gitsin. Her bir yaşam hikayesi, boşa harcanmayacak kadar değerli. Bu değeri korumak ve onu yüceltmek de bizlerin sorumluluğunda…

Ünye-Deniz

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.
İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

İç Sesimin İncelikleri – 2

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir