64 Yazı
  1. Anasayfa
  2. Öykü

64 Yazı

Yazan: Zeynep Güner

0

64 Yazı

En olgun şeftaliyi kopardı dalından. İyice yumuşamış, lök olmuştu. O koparmasa zaten bir iki güne kalmaz düşerdi. Önce kuşlar didikler, sonra içi kurt dolar, yavaş yavaş çürür; toprağa, doğaya karışırdı.

Dikkatle, kabuğunu sıyırtmadan üstüne silip tozunu aldırdı. Ailenin en küçüğü, doğal olarak da en şımarığıydı. Yine de biliyordu ki, yepyeni beyaz elbisesini şeftali lekesi yaparsa annesinden azar işitmekle kalmaz, küçük yaşına rağmen evin bütün işlerini üstlenmek zorunda kaldığından iyice huysuzlaşmış ablasından da dayağı yerdi.

Zengin değillerdi. Memleketten kaçarken bütün mal varlıklarını bırakmışlardı. Ama annesi, “irfan ve görgü sahibi olmak için zengin olmak şart değil…” derdi. Yine dediğine göre, göçebe hayatı sürseler bile kasabanın en sevilen ve saygı duyulan ailesiydiler. Annesi haklıydı. Ayşe, o yaz 10 yaşına basmıştı ama parasızlık nedir bilmiyordu. Çünkü para ile henüz bir münasebeti olmamıştı. Pazar meydanında her esnaf onu tanır ve sever, dükkânlarının önünden geçerken yanına çağırır, havadan sudan muhabbet ederlerdi. Ayrılmadan önce de muhakkak ya şekerleme ya kâğıt helva, bazen de dondurma ikram ederlerdi. Karşılığında para istedikleri hiç olmamıştı. Annesinin korkusuna, çoğu sefer reddetmek zorunda kalırdı ama bugün canı fena halde tatlı çekiyordu. Hususi olarak gidip istemeye utanırdı ama belki Şekerci Kemal onu fark eder de taze kesilmiş akide şekeri verir umuduyla öğle sıcağına aldırmadan meydanda dolanıyordu.

Şeftaliden bir ısırık almıştı ki çiçekli pazenden bir örnek elbiseleriyle el ele çay bahçesine giren Hale ve Jale’yi gördü. İkizler okulda öğrendikleri bahar marşı eşliğinde sekerek, neşe içinde yürüyorlardı. Besbelli ki annelerinden harçlığı kapmışlar, leblebi tozu almaya gidiyorlardı. Herkes gibi Ayşe de son zamanlarda leblebi tozuna dadanmıştı. Hele bir de şimdilerde şekerlisi de çıkmıştı ya, ona bayılıyordu işte. Ama annesi boğazına kaçar diye aldırmazdı. Onun yerine 25 kuruşluk leblebi alırlardı, pazar günü ise yanına da gazoz… Zaten onların evinde yemek öncesi abur cubur yenmesine müsade edilmezdi. Keşke annesi Necmiye teyze olsaydı. Böylece Hale ve Jale ile istediği kadar oynayabilir, ne zaman isterse gazoz içebilir, öğle yemeğini de tereyağlı ve salçalı ekmek yiyerek geçiştirebilirdi. Ayşe’yi daldığı hayallerden Şekerci Kemal uyandırdı.

“Ne o kız, nereye öyle iki dirhem bir çekirdek?”

Şekerci Kemal çok imrenirdi Ayşe’nin her gün bayram sabahıymış gibi giyinmesine. Jilet gibi ütülü olurdu elbisesi. Cebinde de temiz bir mendil bulunurdu. Annesini her seferinde tebrik ederdi. “Çok uslu, terbiyeli bir evlat yetiştirmişsiniz” derdi. Keşke benim haylazlar da biraz ondan örnek alsalar deyip gülüşürlerdi. Ayşe, Kemal’in sesini duyunca ağzı kulaklarında dükkândan içeri girdi. Kemal’e bakmadan tezgâha dikti gözlerini. Renk renk akide şekerleri kavanozların içinde adeta onu çağırıyorlardı. Öte yandan damla sakızı ile mevlüt şekeri de çok çekici gözüküyordu. Hangi tarafa bakacağını şaşırmıştı. En tatlı ifadesini takınarak:

“Merhaba Kemal amca, nasılsın?”

“Aa kız elbisene şeftali mi bulaşmış senin?”

Ayşe birden irkildi. Gülümsemesi donmuş, kanı çekilmişti. Gözlerini kocaman açarak:

“Hii, annem öldürecek beni…”

“Merak etme sen, çıkarır annen o lekeyi. At şeftaliyi hadi, bak hâlâ damlıyor. Kız, üzülme o kadar. Ver mendilini de akide şekeri koyayım biraz. Hangisinden istersin, de bakayım.”

Bütün gün boyunca beklediği an sonunda gelmişti ama Ayşe’nin keyfi kaçmıştı bir kere. Senede ancak bir kez, o da bayramda, yeme fırsatı bulduğu çikolatadan bile verseler umrunda değildi. Hâlâ onu teselliye devam eden Şekerci Kemal’in sesi çok uzakta kalmıştı şimdi. Üstünü yapış yapış olmuş eliyle temizlemeye çalışıyor ama daha da batırıyordu. O telaşla yere düşmüş olan bal şeftaliye karıncalar hemen hücum ettiler.

Bir leke yüzünden ağlamaklı olan Ayşe’nin ardından “Çocukluk işte…” diye düşündü Kemal. “Bu kadar üzülmeye değer mi?” Onu daha ne dertler, ne zorluklar bekliyordu. Hele bir genç kız olsun da asıl ondan sonra başlayacaktı hayat mücadelesi… Bir yandan aile baskısı, bir yandan hayırsız kocası; daha ne olduğunu anlamadan üstüne bir de bebek gelirdi… Ev işi, para sıkıntısı derken zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacak; bin bir heyecanla, umutla tasarladığı geleceği hayal kırıklığına dönüşecekti. Hazır fırsatı varken çocukluğunun tadını çıkarmalıydı. Keşke Kemal’in elinde olsaydı da çocuklara sahip oldukları özgürlüğün, masumiyetin değerini bilmeyi öğretebilseydi…

Karne hediyesi olarak İstanbul’dan alınan, gözü gibi baktığı gıcır kırmızı rugan ayakkabılarının üstünden bir damla şeftali suyu süzüldü yere. Ayşe’nin gözleri doldu. Ne yapacağını bilemeden, tedirgin, evin yolunu tuttu. Annesi keşke hiç kızmasa, hemencecik onu affetseydi. O da bir daha yaramazlık yapmamaya söz verse, her şey tatlıya bağlansaydı. Kalabalığı fark etti birden. Erkekler öğle namazı sonrası camiden çıkıyorlardı. Babası da topluluğun arasındaydı. Ona görünmemek için karşı kaldırıma geçti. Buradan bakınca babası evde olduğundan çok daha küçük, çökük ve yorgun görünüyordu. Aslına bakılırsa yorulacak bir şey yaptığı yoktu. Evin bütün yükü annesindeydi. Babasının bir kez bile kazma vurmadığı tarlalar bir bir satılmış, parası çoktan yenmişti bile! O da zamanını ya kahvede kâğıt oynayarak ya da cami avlusunda volta atarak geçiriyordu. Allah’a inanmazdı ama öğle namazını asla kaçırmazdı.

Elma bahçelerinin ve kasaba meydanındaki eski evlerinin yeni sahibi Civciv Hüseyin babasına selam verdi. Babası kafasını bile kaldırmadan devam etti yürümeye, kahveye girdi. Bugün de yemeğe gelmeyecekti demek ki. Zaten onu artık beklemez olmuşlardı. Ayşe, babasını bırakıp kendi derdine düştü yine. Eve gitmekten vazgeçmişti. Annesi onu asla affetmezdi. Kesin birkaç gün küs kalacaktı; ablası da onu itip kakacaktı. Babasının da her zamanki gibi Ayşe’nin içini kemiren huzursuzluktan haberi bile olmayacaktı. Aslında ona anlatsa, yardım istese, belki o korurdu Ayşe’yi. Ama ya ona tokat atarsa, hem de orta yerde herkesin gözü önünde? Düşünmesi bile utanç vericiydi…

Tam umutsuzluğa kapılmışken aklına gelen dâhiyane bir fikirle birden gözleri aydınlandı. Cami avlusuna doğru yöneldi. Namazdan çıkanlar hemen evlerine dağıldığından etraf sakinlemişti. Bunu fırsat bilip avludaki kesme taştan yapılmış tarihi çeşmenin başına oturdu. Önce büyük ablasının işlediği yakayı özenle katlayıp kenara koydu. Sonra da düğmelerini açıp elbiseyi üstünden çıkardı. İçlik donu ve atletiyle kalınca taşın üstünde her daim duran, hiç bitmeyen beyaz sabunla elbisenin lekelenmiş eteğini çitiledi ve buz gibi akan kaynak suyuyla duruladı. Güneşe bırakırsa hemen kururdu zaten. Yemeği kaçıracaktı ama olsun, ona bir bahane uydururdu. Babamlayım derdi, o zaman ağzını açamazdı kimse. İki tarafından bükerek suyunu sıktı. İyice silkeledikten sonra kuruması için çalıların üstüne serdi. Şöyle bir baktı, leke tamamen çıkmıştı.

Neşesi yerine gelince bir rahatlık çöktü üstüne. Dinlenmek için gölgeye çekilmişti ki kahvenin kapısında duran babasıyla göz göze geldi. Ağzında sigarası, ellerini arkasına bağlamış onu izliyordu. Korktuğunun aksine babasının suratında memnuniyet, hatta sanki gurur ifadesi vardı.  Kafasıyla “hemen eve” diye işaret etti. Ayşe önde babası arkada tarla yolundan eve gittiler.

Annesi babasının kaş göz hareketi üstüne hiçbir şey sormadan elbiseyi alıp mandalladı.

Ablası hemen banyoya soktu onu; ıslanmış içliklerini yıkamaya ayırdı, temiz kıyafet verdi. Kurulu sofraya Ayşe ve babası için de birer tabak kondu. Herkes sessizce yemeğini yedi.

O akşam 64 depremi olacaktı. Evleri yıkılmayacak ama ciddi hasar alacak, onarılana kadar bir ay bahçede yatmak zorunda kalacaklardı. Babası kiremitten bir ocak yapacak; işte o ocakta sabahları çay demlenecek, akşamları da bir tencerede 6 kişiye yemek pişecekti. Annesi her sabah çalıların ortasında Ayşe ve ablasına banyo yaptıracak, önceden olduğu gibi onları tertemiz giydirip öyle oynamaya salacaktı. Hep beraber çalışacaklar, beraber yiyip yine beraber yatacaklardı. Aileleri hiç olmadığı kadar birlik ve dayanışma içinde, haneleri huzur dolu olacaktı.

Evin en küçüğü olan Ayşe’ye de çamaşır yıkama görevi düşecekti…

Öykü: 64 Yazı

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– 64 Yazı

İlginizi Çekebilir
-Mev’iza-

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir