Ölürken
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Ölürken

Vicdanını yitirdi mi insan, korkmak gerekir ondan. Çünkü vicdan, yüreğin pırlantasıdır.

0

Ölürken

Oysa evin yolu hep mutsuz yürünüyordu bu şehirde. Bazen sarhoş, bazen sessiz, bazen ıslak… Ama değişmiyordu mutsuzluk. İnanmaktan yorulduğum hayallerimi, çarşaf çarşaf anlatırken sokaklarda; uyuz bir köpek gibi ayağımı sürüye sürüye gidiyordum eve. Eve ve karanlık odalarıma… Yalnızlığın garip bir düzeni oluyor. Yani sen bulaşıkları yıkamazsan, kimse o bulaşıklara elini sürmüyor. Bu da haliyle, zorunlu bir çalışma sistemi yaratıyor.

Ama ben ayak uyduramıyorum. Hayata, çalıştığım işe, yazdığım onca satıra, kısacası dünyanın tüm meşgalelerine… Ayak uyduramadığım gibi ahkâm kesiyorum hayata dair. Nereye yetişeceksem, geç kalıyorum. Bu arada yaşlanıyorum. Yaş alıyorum durmadan… Gözümdeki yaşları boşaltamıyorum. Birikiyor… Biriken her şey, insana ağır bir yük oluyor aslında. Hepimizin istekleri var, hayalleri ve gerçekleri… Kimisinin büyük acılarına bakıp küçümserken, kendi küçük acılarımızı ne kadar da abartıyoruz. Biliyorum, tutunduğum iki üç dal olmasa bırakacağım kendimi. Boşlukta bir kuş gibi süzüleceğim. Ama tutunuyorum, ya da tutuyorlar düşmemem için…

İstediğimiz gibi olmuyor dünya. Biz ne kadar değiştirmeye çalışsak da, bir şeyler ters gidiyor. Değişmiyor hiçbir şey. Öyle değersiz, öyle gereksiz ki her şey… Sığındıkları yalan dolan hikâyelere bakıyorum da, herkes gelip geçiyor… Kimse kalmıyor, kimse bir asır sevilmiyor. Çıkarlar dünyasında, kalıcı bir ad yok. Bundan bin yıl öncesindeki kavgaların taraflarıyız. Bu kavgayı biz çıkarmadık. Ama bir davamız var. Bu dava her şeyden üstün tutuluyor. Geri kalan her şey daha az gerekli…

Ben böyle oyunlar oynamak istemiyorum. Gitmek istiyorum. Henüz balta girmemiş bir ormanda, yırtıcı bir hayvana yem olmak daha anlamlı geliyor. Dayanamıyorum artık, bu körlüğe, yüzyılları hiçe sayan bu cahilliğe… Dostluk kavramını sorguluyorum mesela, içinden çıkamıyorum bir türlü. Nasıl dost olabiliriz? Nasıl arkadaş? Nasıl sevgili? İçini kemiren bencilliklerle dolu bütün ilişkilerimiz. Ben anlaşılmak istiyorum. Ben ağlayabileceğim, sığınabileceğim bir yatak istiyorum. Her şeye çok uzak bir hikâye bu! Benim hikâyem. Gece sabaha dönüyor. Her gün geçtiğim sokaklara, insanlar hayranlıkla bakıyor. Ama bilmiyorlar, çok şey değişti ve değişiyor da hala. Ben ölüyorum, şehir günden güne büyüyor. Ama ben bozuk kaldırımlarına takıldığım eski sokakları arıyorum. Artık kimse eskiyi sevmiyor. Kapatmak istiyorum dünyaya kendimi, ama dünya öyle apaçık yaşanıyor!

Kaçamadığın bir son gelse üzerine doğru ve sen olanca dehşetinle görsen yaşanacakları, ne yapardın? Kime anlatırdın derdini? Sevdiğin kilometrelerce uzaktayken ve henüz hiçbir hücrenin acısını bilmiyorken; söylesene ne yapardın? Bunca yalan dolan, falan filan hepsini bir kenara atıp, öyle kusurlarınla, kırışmış teninle nasıl açıklardın gerçeği? Gitmek istiyorum, gelmeyeceğim, geri dönmeyeceğim yerlere. Ama bırakırken kendimi yolun sessizliğine, ardımda kalanların yasını tutuyorum. Bu ikilemler, göğüs kafesime bir hançer gibi saplanıyor. Bir yandan da, benden büyük işler başarmamı bekleyen insanların yüzündeki hayal kırıklığını görüyorum. Şu hayatta hep hayal kırıklığı yaşattım sevdiklerime. İnanmadım onların inandığı hiçbir şeye. Belki de bu yüzden bir yanım eksik… Bu yüzden gülemiyorum içtenlikle. Ama kimse şartları iyileştirmedi. Bir yol göstermedi kimse… Hep yolumu kendim açtım. Yanlış yollardı hepsi. Çok büyütmemeliydim insanları. İnsanların varlığı, bu hale getirmedi mi dünyayı? Ama ben gözlerine baktığım her insana hep umut yükledim. İnsanlar da, hayal kırıklığı yarattı. Her şey mahvoldu bir süre sonra. Utanmadılar hiç. Hiç sıkılmadılar. Enayi yerine konulduğum her hikâyeden gelip geçti sevdiklerim. Ama ben kalakaldım. Oynamadım yerimden.

Bir sohbeti bile çok gören, bir selamı vermeden geçen, gönlümü değil cebini düşünen yüzlerce hikâyem oldu. Yüzlerce sevdiğim insan… Ama kimse benim gibi bakmadı, kimse içten olmadı. Bir duvar çekti aramıza, sırları vardı; kirli, acınası ve karanlık. Gizlediler utanmadan. Hiç sıkılamadan gizlediler. Anlamadığım bir şey vardı. Tek şey… Herkes gibi olmayı nasıl da içlerine sindirdiler? Herkes gibi gülmeyi, yalan söylemeyi, utanmamayı, durulmamayı…

Vicdanını yitirdi mi insan, korkmak gerekir ondan. Çünkü vicdan, yüreğin pırlantasıdır. Pırlantası kaybolmuş bir yürek, sadece acı verir. Ondan başka şey beklenemez. Beklenmemeli… Ama günler geçiyor, o güzel fiziğiniz bir bir köreliyor. O caka satan bedenleri, siz gelin bir de yaşlandıklarında görün. Milyon dolarlık hayatların, hastane köşelerindeki ibretlik sonlarına tanıklık edin. Bakın görün, nasıl da pişmanlıklar, ahlar, eyvahlar…

Ben ölürüm. Elbet bir vadem var. Ölümü çok öncelerden kabullenmiş bir insan için, çok da korkulacak bir olay değildir bu durum. Ama hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan milyonları düşünüyorum da, ne huzurlu gideceğim…

04.01 05.07.16

Ölürken

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. Ölürken
İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz. Ölürken

Ölürken

İlginizi Çekebilir
Kayahan

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir