Altın Yaldızlı Kara Beşik
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Altın Yaldızlı Kara Beşik

Yazan: Özlem D. P.

0

Altın Yaldızlı Kara Beşik

“Tutkalla iyice yapıştıracaksın. Yoksa okula götürmeye kalmadan kırılır.” dedi Sema. Tamam, dedim. Gelecek zamanlardaki tutkal maceralarımda yalnız olacağımı adım gibi bildiğim suskun harflerimle. Mırıldanır gibi. Ama homurdanmak değildi kesinlikle. Söylenmek de değildi. O an, benden bir yaş büyük olana, sırf eli daha yatkın diye saygımdandı pusuşum. Hakkı, hak sahibine teslim edişi öğrendiğim ilk tecrübe diyelim ya da.

Beyaz tutkal tahta beşiğin girintilerinde kururken, boyandıktan sonra not alınacak ve vitrine kaldırılacaktı. Tabi bunlardan haberi bile yoktu. Nedendir bilmem, kuruyup komşuya gönderdiğimizde beyazlıklarından zift akacağını hiç aklıma getirmemiştim. Oysa babam usulca tıklattığı kapıda Necmi Amca ile konuşurken atölyesinde bir fırça boya atıvermesini ve benim çocuk gönlümün olmasından bahsetmişti. Hani sanki bana acımasını ister gibi. Hani şu sabinin dersi işte, sen de bilirsin senin çocuklardan der gibi. Benim o beşiğim dünyanın en küçük, minicik bir şeyiymiş de Necmi Amca’nın çok önemli zamanını ayıracak olmasından hayıflandığını belirtir gibi.

Oysa ben, Sema’nın uzun parmaklarının tutkal fırçasıyla dans edişini ve yapıştırırken ki gülen gözlerini görmüştüm. Yoksa seneye tek başıma yapacak olmanın korkusunu bir avuç tutkallı mideye indirerek bastırmak niye gelsin aklıma? Sevmediğim ve elimden gelmeyen bu İş Eğitimi Dersi bana kalsa dünyanın en gereksiz, karın ağrısı yapan dersiydi. Çünkü beni Sema’ya mahkûm etmişti. Sonra da Necmi Amca’ya.

Yine de annem vitrinde kitaplardan birkaç tane alarak yer açtı ona. Beşiğime. Kara beşiğime. Kıl testeresiyle yavaş yavaş kesip ve hatta elimi de kestirip bazı yerlerini kana buladığım beşiğime. Annem hatırlar mı bilmiyorum, ama benim pek bebeğim de olmamıştı. Yani bir tane vardı. En tepesinde duruyordu vitrinin; hem de ambalajı çıkarılmamış. Bir kez elime almıştım sanırım beş dakika idi. Sonra annem ayakları paslı sandalyeyi mutfaktan getirip onu yine oraya, ulaşamayacağım o kutsal tepeye koydu. Kollarım onu sarmalayıp yatak olamadı. Zaten bir beşiği de yoktu. Olmayan beşiğe en çok siyah mı yakışırdı yani Necmi Amca? Belki de bir sehpa boyuyordu. Bitirdi ve fırçadaki boyayı sıyırmak istedi benim beşiğimle. Boş beşiğimle…

Aysel Teyze getirince benim gözlerim doldu. Annem de şaşkındı, hemen toparlasa da… Necmi Abi’ye zahmet verdik falan dedi. Beşiği çamura belediğini söylemesini beklerdim. Ama söylemedi. Zamanında vermediği bebeğin beşiğini de başkası almıştı geceye bulamıştı. Gözyaşlarımla yıkayıp içini doldurmak istedim o akşam. Bir de Sema’nın gelip bu yılın son ödevine bir çare bulmasını. Ev telefonundan onu aradım. İkinci çalışında açıldı telefon ve Sema üşenmeden gecenin onunda pijamalarıyla bizim eve geldi. Sırtında çantası, elinde formasını koyduğu bakkal poşeti. Bizde kalsın demiştim teyzeme. Eniştem tamam, demiş. Geldi.

Simsiyah bir beşik. Asfalt gibi. Sürdüğü tutkaldan eser yok görünürde. Evirdi, çevirdi ve “Evden boya almaya gidiyorum.” dedi. Bizde de var, dedim. Benimkilere baktı, ”Böyle değil.” dedi. Annem onun elinden tuttu, boyayı almaya gittiler. Giderken benim terlikleri giymiş, turuncu, kenarında beyaz çiçeği olan. O gece, o yatılı okula gideceği gün çantasına ona fark ettirmeden koyacağımı planlamıştım. Uykuluydu, parmakları ve turuncu ona çok yakışıyordu.

Avcunda altın sarısı bir boya. Parmaklarının arasında fırça. Sobanın yanına oturduğumuzda mandalinalar da geldi peşimiz sıra. Turuncu. Kınalı parmakları turuncu kokuyordu. Beşiğin bütün kenarlarını altına boyadı. İncecik çizgilerle süsledi beşiği. İşte o zaman, vitrinin üzerinde duran o bebeği yatırmak istedim ilk kez. İlk kez bir bebeğim olsun istedim. Oysa yaşım on dörttü. Annem gülerdi. Bilmezdi ki neler saklıydı avuçlarımda. Yine de ona hiç belli etmedim.

Sema sobanın yanına koydu beşiği. Kurusun, dedi. Biz mandalinalarımızı yedik. Kuşburnu fokurdadı tepemizde. Birer bardak içtik. Sema kanepede, ben de yerde yattım. Aynı odada. Sobaya yakın. Annem ışığı kapattı. Gece kapkara. Sema uyudu. Ben düşündüm. Ya seneye çareler bulamazsam İş Eğitimi dersi için diye. Karnımda bir acı. Evet, acı; ağrı değil. Gözümü kapattım. Bebek atladı vitrinden. Gözleri kuytuda kalmış, yanakları da yumruk çiğniyor gibiydi. Alnına altın dizmişler. Güzel olsun da vitrine koysunlar diye mi? Tıpkı benim beşiğim gibi süslensin de beğenilsin diye mi? Şimdiki aklım olsa en kara haliyle götürürdüm beşiği okula. Çalınmış çocukluklara beşik yaptırmak da ne ola ki?

Sema mı? Ona yirmi beş yıl sonra teşekkür edebildim. Tam çeyrek yüzyıl sonra. İkimiz de büyüdük. Çocuklarımız oldu boyumuz kadar. Keşke onunla sabaha kadar konuşsaydım göremeyeceğim yılların acısını önceden çıkartmak istercesine. Beşik mi? O da kışın sobaya atılıp zifte boyadı bebeği. Ne beşik kaldı, ne bebek. Tıpkı şimdiki gibi.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Altın Yaldızlı Kara Beşik

İlginizi Çekebilir
Şiir: Hiç

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir