Türkiye’de Öğretmenlik Mesleğinin Tarihi
  1. Anasayfa
  2. Araştırmalar

Türkiye’de Öğretmenlik Mesleğinin Tarihi

Yazan: Amelie

0

Türkiye’de Öğretmenlik Mesleğinin Tarihi

Türk eğitim tarihinde örgün eğitimde çalışan ilk öğretmen tipleri sıbyan mekteplerinde öğretim yapan muallimler ve medreselerde öğretim yapan müderrislerdir. Sıbyan mektebi öğretmenleri için ilk defa Fatih döneminde medrese programından ayrı olarak ders programı düzenlenmiş, öğretmenler için hazırlanan bu programda medreselerde okutulan bazı dersler kaldırılarak, bunların yerine tartışma kuralları ve öğretim yöntemleri gibi, dersler konulmuştur. Bu nedenle bazı araştırmacılar Türkiye’de ilkokul öğretmeni yetiştirmenin tarihini Fatih döneminden başlatmaktadır (Arslanoğlu, 1997: 174; Akyüz, 2007). Ancak Fatih’ten sonra bu program bozulmuştur. Bugünkü anlamda ilk defa 16 Mart 1848’de İstanbul’da sıbyan mekteplerine öğretmen yetiştiren Darül-Muallimin kurulmuştur (Akyüz, 2007). 1860’lı yıllarda ülkede 12 binden fazla “sıbyan mektebi” bulunmaktadır. O tarihlerde henüz ilkokul (sınıf) öğretmeni yetiştiren okullar açılmadığı için buralarda imamlar öğretmenlik görevini üstlenmiştir. 1868’de açılan “Darülmuallimin-i Sıbyan”ın 1875 yıllarında öğrencisi 25’i geçmemiştir. Rüşdiye, İdadiye ve Sultaniyeler için yetişen öğretmenler de çok az sayıdadır (Akyüz, 2007:187) . 1869’dan sonra erkek ve kız öğretmen okulu açılırken (Matematik, Coğrafya, Tarih, Kompozisyon ve Din), 1874’te idadiler açılmaya başlanmış, bu dönemde öğretmen yetiştiren kurumlar sıbyan, rüştiye ve idadiye olmak üzere üç dereceye ayrılmıştır (Akyüz 2001: 150). 1871’de Darülmuallimin’in üç şubesinde,100 maaşlı ve 100 maaşsız olmak üzere toplam 200 öğrenci vardır. Bu öğretmen okullarının, 1874’te sayıları tüm ülkede 300’ü aşan “Rüşdiye“ mektebi öğretmenlerini bile sağlamakta yetersiz kaldığı söylenebilir (Akyüz, 2007: 187). Mutlakiyet döneminde (1876-1908) daha çok ilkokul öğretmeni yetiştirmeye önem verildiği görülmektedir. 1875’lerden itibaren öğretmen okulları İstanbul dışında açılmaya başlanmış; Bosna, Girit, 1882-1890 tarihleri arasında Sivas, Bursa, Kudüs, Trabzon, Selanik, Halep, Erzurum, Van, Musul gibi, taşra bölgelerde önemli sayıda ilkokul öğretmeni yetiştiren okullar açılmıştır (Berker 1945: 142). Osmanlı döneminde 1858’e kadar kızlar yalnız ilkokul öğrenimi yapabilirken, bu tarihten sonra kızlar için ortaokul düşünülmüş bu okulların bayan öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere 1870’de İstanbul’da kız öğretmen okulu (Darul Muallimat) açılmıştır (Cicioğlu 1983: 14). 1851 tarihli Darülmuallimin Nizamnamesi, öğretmenliğin bir meslek oluşunun ilk belgesi olarak görülmektedir ki bu nizamnamede, öğretmenliğin hukuki ve sosyal statüsünün yükseltileceği, alınan öğrencilerin az sayıda olacağı (20 kişi) ve öğrencilere dolgun maaş bağlanacağı, atamalarda kesinlikle iltimas ve kayırma yapılmayacağı, okullara sınavla giriş olacağı ve mezunların başarı derecelerinin atamada göz önünde bulundurulacağı, mezunlar atanıncaya kadar (3 yıllık öğrenim süresi bittiğinde) maaşlarının ödeneceği ve bu okullarda tutulacağı gibi maddeler yer almaktadır. (Temel sağlam atılmış ancak, dışarıdan gelenlere öğretmenlik kapısının açık tutulması, bu mesleğin herkes tarafından yapılabilecek bir meslek gibi algılanmasına sebep olmuş ve sorunlar çıkmasına engel olunamamıştır).

İlköğretime öğretmen yetiştirme üzerinde önemle duran Emrullah Efendi’nin çabaları ile hazırlanan (1913) “Tedrisat-ı İptidaiye Kanunu Muvakkatı”nda (Geçici İlköğretim Kanunu) her il merkezinde yatılı birer Darülmuallimin açılması hükmü yer almıştır. Bu durum, öğretmen okullarının gelişmesinde önemli bir dönüm noktası sayılmakla birlikte, öğretmen yetiştirmeye o dönemde verilen öneme dikkat çekme açısından önem taşımaktadır (Doğan, 2005).

Cumhuriyetin başında 1923-1924 öğretim yılında ilkokullara öğretmen yetiştiren 7’si kız öğretmen okulu, 13’ü erkek öğretmen okulu olmak üzere toplam 20 okul vardı. 8 Nisan 1923’te kabul edilen 328 Sayılı Kanun’la, öğretmen okullarının 1 Eylül 1923’ten başlanarak genel bütçeye alınması ve her türlü ekonomik hizmetlerin doğrudan MEB tarafından idaresi sağlanmıştır. Ancak ilköğretim giderleri ve öğretmen maaşlarının, 1948’den itibaren genel bütçeden ödenmesi gerçekleştirilmiştir (Akyüz, 2007: 351).

1924 yılında altı yıl olan ilkokulun eğitim süresi beş yıla indirilirken, dört yıllık ilk öğretmen okullarının eğitim süresi beş yıla çıkarılmış ve ders programları yeniden düzenlenmiştir (MEB 1992: 8). 1923’te 1081’i kadın öğretmen ve 9021’i erkek öğretmen olmak üzere toplam 10102 ilkokul öğretmeni vardı. Bunların 2734’ü meslek eğitimi görmüş, diğerleri medreselerin alt sınıflarından ayrılmış veya bir iki senelik Darül Mualliminden mezun olan kimselerdi. 1926 yılında kabul edilen Maarif Teşkilatına Dair Kanun ile İlk Muallim Mektepleri ve Köy Muallim Mektepleri adı altında iki tip sınıf öğretmeni yetiştirildi (Köy ve şehirdeki yaşantı farklılığından dolay). 1927-1928 öğretim yılında, kırsal bölgelere dönük öğretmen yetiştirme konusunda bir uygulamaya başlanmış, üç sınıflı köy okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla Denizli ve Kayseri’de iki “Köy Muallim Mektebi” açılmıştır. Dört yıl süren bu uygulamadan beklenen sonuç alınamamıştır (MEB -TTKB 1992: 8). Öğretmen okullarının öğretim süresi 1932-1933 öğretim yılında altı yıla çıkarılmış, ortaokul programlarının aynen uygulandığı ilk üç yılı ilk devre, son üç yılı da mesleki devre sayılmıştır. Bir süre sonra ilk öğretmen okullarının ilk devresi kaldırılmış ve ortaokullardan öğrenci alınmaya başlanmıştır. Köy öğretmeni yetiştirme sorunu 1937’de tekrar gündeme gelmiş, Milli Eğitim Bakanlığı ile Tarım Bakanlığı’nın ortak çalışmaları ile askerde başarılı olan çavuşlar 6 – 8 aylık “Eğitmen Kursu’na” tabi tutularak yetiştirilmişler ve ayda 10 TL karşılığında köylere gönderilmişlerdir. Köy eğitmenleri fikri zamanla gelişerek “Köy Enstitüleri”nin kurulmasına basamak oluşturmuştur. Biri Eskişehir Mahmudiye diğeri İzmir Kızılçullu’da olmak üzere iki “Eğitim Yurdu” açılmıştır. Bu uygulama, 3238 sayılı “Köy eğitim Kursları” ve “Köy Öğretmen Okulları” ile ilgili kanunların çıkarılmasına, son olarak da Köy Enstitüleri ile ilgili 4274 sayılı Kanunun yayınlanmasına kadar uzanan bir dönemin başlangıcı olmuştur. 1924-1938 Yılları arasında ilköğretime öğretmen yetiştiren ilköğretmen okullarına yöneltilen eleştiri “nazari” derslere fazla önem verip meslek derslerini ve “ameli çalışmaları” yeterli titizlikle ele almayışları olmuştur (Akyüz, 2007). 1940’ da Köy Enstitüleri kurulmuştur. Bu enstitüler “iş içinde işle iş için” mantığı ile hareke etmiştir; bu açıdan bakıldığında kurtuluş savaşının eğitime yansıması olarak değerlendirilebilir. 1936-1946’da İlköğretim Genel Müdürlüğü yapmış olan İsmail H. Tonguç, Türk ilköğretiminin reformcusudur. 1943’de 40.000 köyün 35.000 i okulsuz; halkın % 80’ni okur-yazar değildi; 70.000 ilkokul öğretmenine gereksinim vardı. Öğretmen yetiştirme meselesi ilköğretimin ana problemini teşkil etmekteydi. Köy Enstitülerinin çalışma sistemleri aşağıdaki gibidir:

Günlük Çalışma

  • Sabah 30 dk. Müzik,
  • Ulusal oyun ve spor etkinlikleri
  • 4 saat ders veya iş,
  • Öğle yemeği
  • 4 saat ders veya iş
  • Aksam yemeği
  • 2 saat etüt,
  • 45 dk. Serbest okuma
  • 8 saat uyku ve dinlenme

Haftalık Çalışma

  • 22 saat kültür ve yöntem dersi
  • 11saat ziraat (tarım, hayvancılık) dersi
  • 11saat zanaat (teknik) dersleri
  • Cumartesi özeleştiri toplantıları

Aylık-Mevsimlik Çalışma

  • İmece yöntemiyle bataklık kurutma, ağaçlandırma, yol, köprü, su kanalı yapımı, toprağı verimlileştirme, ekin, hasat, bisiklet, motorlu araç, yük hayvanı ile ürün taşıma, şube nöbetleri

Yıllık Çalışma

  • 5 yıl süreli yılda 1 ay nöbetleşe izin
  • İzinde köy incelemesi, araştırma, inceleme gezisi

Kentlerden uzakta, kırsal çevrelerde kurulan bu okulların sayıları zamanla 21’i bulmuştur. Köy enstitülerinin mezunlarından bu okullar ve bölge okulları için öğretmen ve müfettiş yetiştirmek, Enstitülere rehberlik yapmak ve köy incelemelerine merkez oluşturmak üzere, Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde, Yüksek Köy Enstitüsü adıyla 3 yıl süreli bir okul daha (1942) açılmıştır. Bu kurum Ocak 1945’ten itibaren, “üç ayda bir” olmak üzere “Köy Enstitüleri Dergisi”ni çıkarmıştır (Akyüz, 2007: 393–394). Köy Enstitülerinin amacı; sosyal ve siyasal yönden çağdaş köy yaşantısının eğitim aracılığıyla yaratılmasıydı. Bu amaçla kurulan köy enstitüleri, tarımsal uğraşları öğrencilere yaşayarak öğretebilmek için kırsal alanlarda toplanmış, köylü gençleri, köy kalkınmasının lideri olarak yetiştirmek amaçlanmıştı. Böylece, Atatürk İlke ve İnkılâpları ışığında kalıcı bir değişim eylemi yaratılması ve kalkınmanın nüfusun önemli bir kısmının yaşadığı kırsal kesimden başlatılması hedeflenmişti. Beş yıl süreli öğrenim veren Köy Enstitüleri’ne beş sınıflı köy ilkokullarını başarıyla tamamlayan sağlıklı ve yetenekli köy çocuklarının alınması kanunla belirtilmiştir. Başlangıçta sayıları 14 olarak plânlanan Köy Enstitüleri, zamanla 21’e ulaşmış ve ülkenin her bölgesine düzenli olarak dağılmıştır. Köy Enstitüleri’nde “karma eğitim” yapılmakta, köy ve köy yaşamına yönelik derslere programda yoğun olarak yer verilmekteydi. Köy Enstitüleri’nin programlarında 1947’de yapılan değişiklik, 1952–1953 ders yılından itibaren uygulanmış ve Köy Enstitüleri önemli ölçüde genel bilgi derslerine yönelmiştir. Şubat 1954’te yayınlanan 6234 sayılı kanunla, bu kurumların varlığına son verilerek tümüyle geleneksel ilk öğretmen okullarına dönüştürülmüştür. (Akyüz, 2007: 395–396).

1946’da çok partili ilk seçim süreci başlayınca Demokrat Parti köy enstitülerini hedef olarak seçmiştir. Köy enstitülerine yöneltilen eleştiriler daha çok siyasi içerikte olmuş, özellikle çok partili ilk genel seçim sürecinde demokratlar bu kurumlara “öğretmenler için gerekli bilgileri vermemek, gelenek ve görenekleri hiçe sayıp ahlak töresini tahrip etmek, halkın çocuğunu zorla çalıştırmak, halka angarya yükleyip eza etmek, milliyetçiliği öldürmek…” suçlamalarını yöneltmişlerdir (Sakaoğlu, 1992: 99).

1953 yılına kadar, iki tip ilkokul öğretmeni yetiştirme politikası sürdürülmüş; bu yıldan sonra 6234 sayılı Kanunla, öğretmen yetiştiren kurumlar “İlköğretmen Okulu” adı altında birleştirilmiş olup, ilkokul üzerine altı, ortaokul üzerine üç yıl öğrenim vermiştir. İlkokul öğretmenlerini de yüksek öğretimde yetiştirmek için 1974 yılından itibaren iki yıllık eğitim enstitüleri açılmaya başlanmıştır.

1961 yılında çıkarılan 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun geçici 3. Maddesi, Bakanlığa 10 yılda 85–90 bin sınıf öğretmeni yetiştirme görevi vermiş, bunun sonucu öğretmen okullarının sayısı 80’e, öğrenci sayısı 54 bine, mezun sayısı da 9 bine yükseltilerek sayı problemi çözülmeye çalışılmıştır (Dilaver, 1994: 37).

1970 yılında Öğretmenlerin daha iyi yetiştirilmeleri ve üniversiteye girebilme olanaklarını elde edebilmeleri amacıyla ilk öğretmen okullarının öğretim süresi ilkokuldan sonra yedi yıla, ortaokuldan sonra dört yıla çıkarılmıştır (Şahin, 1999: 19).

1976 yılında sayıları 50’yi bulan bu kurumların 30’u daha sonra kapatılmış ve 20 Temmuz 1982’den itibaren eğitim yüksekokulları haline dönüştürülerek üniversiteler bünyesine alınmıştır (MEB -TTKB 1992: 8).

1970-1980 yılları arasında öğretmen yetiştiren bu kurumlara yöneltilen eleştiriler ise, bu yıllarda üniversiteyi kazanamayan öğrencilerin bu okullara alınmış olması ve eğitim enstitülerinin belirli siyasal grupların adeta kaleleri konumuna dönüştürülmesi olmuştur. 1989 yılından itibaren eğitim yüksekokullarının öğrenim süresi 4 yıla çıkarılmış ve eğitim fakültelerine dönüştürülmüştür. Cumhuriyet döneminde, genel ortaöğretim kurumlarına Türkçe öğretmeni yetiştirmek amacıyla 1926-1927 yılında Konya’da “Orta Muallim Mektebi” açılmıştır. İki yıl süreli olan bu okul, daha sonra Ankara’ya taşınmış ve eğitim şubesi eklenmiştir. 1928-1929 öğretim yılından itibaren matematik, fizik, tabi bilimler, tarih, coğrafya şubeleri de açılmıştır. Öğretim süresi, genel eğitim veren iki yıllık bir hazırlık sınıfından sonra bir buçuk yıllık meslek eğitimi vermek üzere üç buçuk yıl olarak düzenlenmiştir.

1930 yılında adı “Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” olmuştur.

1940 yılında bu amaçla İzmir, İstanbul ve Balıkesir’de yeni enstitüler açılmıştır.

1960’da Buca Eğitim Enstitüsü açılmıştır.

1978 Yılında sayıları 18’i bulan üç yıllık eğitim enstitülerindeki toplam öğrenci sayısı 69.313 olarak belirtilmektedir.

1982 yılında bu enstitüler de üniversiteler bünyesine alınmış, bu tarihten itibaren öğrenim süreleri 4 yıl olarak eğitim fakültelerine dönüştürülmüştür.

1973 yılında yayınlanan “1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu”; “Öğretmenlik, devletin eğitim-öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir” hükmünü getirmiş ve öğretmenlerin, hangi öğretim kademesinde olursa olsun yükseköğrenim görmelerinin sağlanması gerektiğini öngörmüştür. Bunu sağlamaya doğru bir adım atılarak, Temel Eğitim 1. kademe denen okullara (ilkokullara) sınıf öğretmeni yetiştirmek üzere, eğitim süresi uzatılarak, 2 yıllık “Eğitim Enstitüleri”nin açılması kararlaştırılmıştır. 1974–1975 öğretim yılından itibaren bazı İlk öğretmen okullarında bu tür Eğitim Enstitüleri açılmış ve bünyesinde Eğitim Enstitüsü açılmayanlar ise “Öğretmen Liseleri”ne dönüştürülmüştür. 1976’da sayıları 50’yi bulan 2 yıllık Eğitim Enstitüleri, eski İlk öğretmen okulları binalarında faaliyet göstermişlerdir (Akyüz, 2007: 383).

Eğitim Yüksekokulları, 1982–1983 öğretim yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nca uygulanmakta olan programı devam ettirmişlerdir. 1983 yılında ise YÖK tarafından hazırlanan sınıf öğretmenliği programı kabul edilerek 1983–1984 öğretim yılından itibaren uygulamaya başlanmıştır (Doğanay, 1985: 14–15). 1973 tarihli 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile getirilen, “tüm öğretmenlerin yüksek öğrenim görmeleri” ilkesini gerçekleştirmek için, 1986 Nisan’ından itibaren, önceki yıllarda orta öğrenim düzeyinde yetişmiş sınıf öğretmenlerine (130.000 kişi) Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi tarafından 2 yıl süreli “Eğitim Önlisans Programı” başlatılmıştır (Akyüz, 2007: 384). 1989–1990 öğretim yılında sayısı 28 olan “öğretmen liseleri”nde, lise eğitim programı aynen uygulanmakta idi. 1983 yılında öğretmen liseleri programlarının; öğretmenliğe yatkınlaştırıcı, teşvik edici, branşlaşmaya yönlendirici şekilde düzenlenmesi ile bu okulların öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarına kaynak teşkil etmesi öngörülmüştür (Dilaver, 1994: 37).-bu dönemde öğretmen alımında farklı değişkenlerin de göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilmiş ama uygulanmamıştır.

1980’li yıllarda Özal dönemiyle birlikte liberal ekonominin güçlenmesi, yeni meslek gruplarının ortaya çıkması, memurların gelir düzeylerinin giderek düşmesi ile birlikte öğretmenlik mesleği de eski saygınlığını giderek yitirmiş ve toplumsal statüdeki yeri aşağıya doğru düşmeye başlamıştır.

Yüksek Öğretmen Okulları, 20 Temmuz 1982’de Eğitim Fakültesi ve Eğitim Yüksekokulu haline dönüştürülerek üniversitelere bağlanmış, öğretim süreleri de 1989–1990 öğretim yılında 4 yıla çıkarılmıştır. Bu kurumların bir kısmı Temmuz 1992’de Eğitim Fakültesi haline getirilirken, bir kısmı da Eğitim Fakültelerine Sınıf Öğretmenliği Bölümü olarak bağlanmıştır (Akyüz, 2007: 389). 1992-1999 yılları arasında öğretmenlerde hiçbir şart aranmamış –formasyon vs- ve şartlara uyan her başvuru kabul edilmiştir.

04.11.1997 tarihli YÖK Yürütme Kurulu’nun 97.30.2761 sayılı kararı ile 1998–1999 eğitim-öğretim yılından itibaren “sınıf öğretmenliği” bölümleri, “ilköğretim bölümü” adı altında “Sınıf Öğretmenliği Anabilim Dalı”na dönüştürülmüştür. Öğretmen yetiştirmede “yeniden yapılanma” diye nitelendirilen bu kapsamlı uygulamadan yaklaşık 8 yıl (1998–2006) sonra, ilköğretime öğretmen yetiştiren lisans programları yeniden düzenlenmiş ve 2006–2007 öğretim yılından itibaren uygulanmaya başlamıştır.

2015 itibariyle Türkiye de toplam 114’ü devlet ve 76’sı da vakıf olmak üzere toplam 190 üniversite mevcuttur. Bu üniversitelerin istisnasız tamamında Fen- Edebiyat fakülteleri mevcut olup bu fakültelerin tarih, edebiyat, biyoloji ve kimya gibi bölümlerinden her yıl binlerce öğrenci mezun olmakta ve bu öğrenciler sürekli değişen “öğretmenlik şartlarına” ayak uydurmaya çalışmaktadırlar. Şöyle ki, YÖK özellikle 1998 yılında öğretmen yetiştirme konusunda ayrıntılı bir mevzuat değişikliği yaparak Fen-Edebiyat mezunları için öğretmen olabilme yolunu büyük ölçüde kapatarak, anılan fakülte mezunlarının öğretmenlik sınavına dahi girebilmeleri için tezsiz yüksek lisans şartı getirilmiştir. Haliyle bu durumda siyasal iktidarlar Fen Edebiyat Fakültesi mezunlarının ve kamuoyunun haklı eleştirileri karşısında fazla tepkilere maruz kalmamak için alelacele çözüm yolları bulmaya çalışmışlardır. Bunlardan en güncel olanlarından birisi, 2001 yılındaki mevcut hükümetin görevinin sona ermesine yakın bir zamanda yaklaşık beş bin Fen-Edebiyat mezununun ataması olmuştur. Öğretmen atamaları konusunda diğer bir dikkat çekici uygulama da 2004 yılı öğretmenlik başvuruları sırasında olmuştur. Anılan tarihte yapılan öğretmenlik başvuruları sırasında en yetkili kişiler tarafından “fen-edebiyat mezunlarının başvurusunun kabul edilemeyeceği…” şeklinde yapılan açıklamalardan sonra başvuruların bitimine dört gün kala “sertifikası olsun-olmasın” bütün fen-fen edebiyat mezunlarının öğretmenlik için başvuru yapabileceği ilan edilmiştir. Öğretmen yetiştirmede ciddi ve normal yetiştirme yolu dışında belirli dönemlerde çeşitli uygulamalara da başvurulmuştur. Bu uygulamalardan bazıları içerik ve uygulama şekli değişik olsa da halen devam etmektedir. Bunlar;

  • Yedek subay öğretmenlik (1960- …..),
  • Vekil öğretmenlik (1961-….),
  • Öğretmenlik formasyonu (1970-….),
  • Mektupla öğretmen yetiştirme (1974),
  • Hızlandırılmış programda öğretmen yetiştirme (1975-1980) (Akyüz 2001: 352-353) uygulamaları olmuştur.

SORUNLAR

(a) Genellikle niteliğe önem verilmeyen bir eğitim politikası izlenmiştir,

(b) Eğitimin doğasına uygun kişilikte ve yapıda öğretmenler yetiştirilememiştir,

(c) Milli bilinçten yoksun öğretmenler yetiştirilmiştir,

(d) Doğaya ve çevreye karşı duyarsız bir öğretmen kitlesi yetiştirilmiştir,

(e) Toplumun büyük çoğunluğu öğretmenin çabasını desteklemeden uzak kalmıştır

(f) Bir eğitim sorunu olarak öğretmen yetiştirme bir model, para sorunu değil, ciddi olarak ele alınması gereken devletin temel sorunudur (MEB, 1992: 116).

KAYNAKÇA

Akyüz, Y. (2001). Türk eğitim tarihi, İstanbul: Alfa Yayınları.

Akyüz, Y. (2007). Türk eğitim tarihi (11. baskı). Ankara: Pegem A. Yayıncılık.

Berker, A. (1945). Türkiye’de ilköğretim. Ankara.

Cicioğlu, H. (1983). Türkiye cumhuriyetinde ilk ve orta öğretim (Tarihi Gelişim), Ankara.

Dilaver, H. H. (1994). Türkiye’de öğretmen yetiştirme ve istihdam şartları (1. Baskı). İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları no: 2775.

Doğan, C. (2005). Türkiye’de sınıf öğretmeni yetiştirme politikaları ve sorunları. Bilig, 35,133-149.

MEB. (1992). Öğretmen yetiştirmede koordinasyon, Ankara.

Şahin, H. (1999). Sınıf öğretmeni yetiştirme programlarının değerlendirilmesi. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Öğretmenlik Mesleğinin Tarihi

Sitemizdeki diğer araştırma yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Türkiye’de Öğretmenlik Mesleğinin Tarihi

İlginizi Çekebilir
Değişemeyen Kadınlar

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir