Jamais-Vu
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Jamais-Vu

Yazan: yula

0

Jamais-Vu

Günün ilk ışıklarıyla uyandı. Her sabah yaptığı gibi, önce kalkıp perdeleri açtı. Kar yağmıştı geceden. Soba çoktan sönmüş ev buz gibi olmuştu. Alışkındı soğuğa. Çatlamış ellerini dudaklarına götürüp sıcak nefesinden üfledikten sonra giyinmeye başladı. Yolu uzundu. Tren yoluna en az 3 kilometre yürüyecek, yarım saatlik tren yolculuğunun ardından iş yerine ulaşacaktı. Kapıyı açtığında soğuk hava bir tokat gibi yüzünü yaladı. Aldırış etmeden yürümeye başladı.

Yaz tatilinde büyük şehirden yanına gelen yeğenini hatırlayıp gülümsedi. Bir gün önce yediği peyniri çok sevdiğini söyleyen yeğenine, yarım saatlik yürüme mesafesindeki komşu köyden peynir almaya gitmeyi teklif ettiğinde çok şaşırmış “ Telefonu yok mu arayıp sipariş verelim” demişti. “Ah siz büyük şehir çocukları” diye alay etmiş, onu da peşi sıra sürüklerken yol boyunca nutuk atmıştı. “ Sizler bir adım ötenize yürümeye üşendiğiniz için böyle güçsüz, obez, tembel çocuklar oldunuz. Oysa güzel şeylere ulaşmanın bedeli vardır oğul” demişti.

Tren istasyonuna geldiğinde, istasyonun bekçi köpeği Karabaş bir dost edasıyla yanına geldi. Dün geceden arta kalan tavuk kemiklerini önüne bıraktı. Mutlaka kendi yemeğinden ona da ayırır, hemen her gün bir şeyler getirirdi Karabaşa. Ama bazen kuru ekmekten başka yediği bir şey olmuyordu… O zaman eli boş gelirdi. Anlardı Karabaş. Ses etmez sadece kendini sevdirirdi…

Trene binip, kaldığı yerden kitabını okumaya başladı. Bir ara başını kaldırıp hızla yanından geçip giden evleri, ağaçları izledi. Her seferinde bu sahneyi sanki ilk kez yaşıyor gibi hissediyordu.

İş yerine geldi, tulumunu giyip çalışmaya başladı. Ahşap oymacılığı yapıyordu. Elleri bu yüzden hep yaralı, hep nasırlıydı. İşini en güzel şekilde yapmayı severdi. Ustalığına hayranlık duyup, çok uzaklardan tanışmaya gelenler de olurdu arada sırada. Ama etraftakiler pek de umursamaz, işlerini daha ucuza yaptırmaya çalışırlardı. O da umursamazdı bunu. Nasıl olsa bir çorba kaynasın yeterdi!

Çalışırken çok farklı dünyalara dalar, ahşaba şekil verirken o dünyalardan ilham alırdı. Adeta işini yaparken transa geçer, kimseyle sohbet etmez, akşam ezanı okunmaya başladığında malzemelerini elinden bırakırdı. Bugün de, o günlerden biriydi… Ta ki o ayak seslerini duyana kadar.

Yüksek ökçeli bir ayakkabının tahta zemindeki ahenkli sesiyle irkildi. Aslında önce bir koku duydu. Bir kadın kokusu… Sanki tanıdık bir kadın kokusu. Başını kaldırdı işinden ve ayak sesinin geldiği yöne baktı. Orta yaşlarda, ince kemikli beyaz yüzü olan, zayıf bir kadındı. Tamamen siyahlara bürünmüştü. Başında siyah bir kürk şapka, üzerinde siyah kürk manto vardı. Kadının gözleri de simsiyahtı. Göz göze geldiler.

“Merhaba usta” dedi. Ses tonu öyle güzeldi ki içi titredi.

“Buyurun nasıl yardımcı olabilirim” dedi kekeleyerek. Kadın şuh bir kahkaha attı.

“Beni tanımadın mı?” dedi.

Tanımamıştı… Donuk bir ifadeyle kadına baktı. Başını öne eğip “ Tanıyamadım” dedi.

Kadın bu kez alaycı bir ifadeyle gülümsedi.

“ Her neyse çok önemli değil, ben sipariş vermek için gelmiştim. Bir yatak başlığı yaptırmak istiyorum, ama görkemli olmalı, yapabilir misin? “ dedi.

“İstediğiniz bir model varsa yapmaya çalışırım”.

Kadın birkaç adım daha yaklaştı. Yüzüne doğru eğilerek kararlı bir ses tonuyla, “Sana bırakıyorum. Ustalığını konuşturabileceğin bir şey istiyorum, daha önce kimse için yapmadığın bir şey ve benden başka kimse için yapmayacağın bir şey olmalı” dedi.

Başını öne eğerek “Tabi ki ölçüleri verin hemen başlayım” diyebildi. Yanakları kızarmış utanmıştı. Bu yaştan sonra neden böyle bir duyguya kapıldığını anlamıyor, bir taraftan da içten içe kendine kızıyordu. Kadın gittiğinde çoktan akşam ezanı bitmişti. Apar topar malzemelerini bırakıp, tulumunu çıkardı, dükkanını kapatıp dönüş yoluna koyuldu.

Trene bindiğinde bu kez kitabını okumadı, pencereden dışarıyı izledi ve kadını düşündü… Eve yaklaştığında komşu Hacer anne karşıladı onu. “Oğul, nerde kaldın hadi çorba soğuyacak gel “ dedi.

Hiç bir şey yiyecek hali yoktu. “Hacer anne başka zaman inşallah, gidip dinleneyim ben biraz” dedi.

“ E oğul dün sen dediydin ya, yarın bana senin meşhur tarhana çorbandan yapar mısın Hacer anne diye? Ta komşu köyden tarhana alıp geldiydin ya!”

Ne gariptir ki hatırlamıyordu!

Belli etmemeye çalışıp “Peki Hacer anne hadi içelim” dedi. Hacer anne, çorbalarını içerken bir sürü şeyler anlattı gündelik olaylardan. Bu sahneleri hem hatırlar gibi oluyor, hem de bahsettiği insanları tanımıyordu. Arada Hacer anne “Bildin mi Süleyman efendinin oğlu Naci, hani şu askerde olan “ diye hatırlatmalarda bulunuyordu. Yemekten sonra müsaade isteyip eve geçti. Sobayı yaktı, üzerini değiştirip yatağına uzandı. Tavana bakarken hala o kadın vardı aklında. Onu düşünürken uykuya daldı…

Diğer birkaç gün tüm işini bırakıp, yatak başlığına çalıştı. Daha önce hiç yapmadığı ve bir daha yapmayacağı bir nakış düşledi. Ahşaba şekil verdikçe kendisi de şekilleniyordu… Sanki ilk kez ahşap oymacılığı yapıyormuş gibi heyecanlı, meraklı ve iştahlıydı. Bir hafta içinde yatak başlığı bitmişti… Ama kadın ortalarda yoktu. Ufak tefek işlerle uğraşıyor ama eskisi kadar yoğunlaşamıyordu. Aklında ki tek düşünce kadının gelip eserini görmesi, o hayranlıkla yatak başlığını incelerken onun güzel gözlerinde kaybolmaktı.

Ama kadın gelmiyordu…

Bir sabah yine dükkanı açtı, hışımla ahşap başlığı alıp arka taraftaki karanlık depoya attı. O an rahatladı. Kadını ve yatak başlığını tamamen aklından çıkarıp, ahşaplara şekil verirken, tekrar hayal dünyasında yolculuklara çıkmak üzere biriken işlerini yapmaya koyuldu.

Günler günleri kovalıyor, hayatı hep aynı rutinde devam ediyordu…

Bir sabah trene bindiğinde karşısına bir adam oturdu. Buraların yabancısı olduğu her halinden belliydi. Eğitimli birine benziyordu. Belki de bir öğretmendi. Adam hafifçe başıyla selam verip gülümsedi ve elindeki kitabı okumaya başladı. Kitabın kapağındaki isimde, daha önce duymadığı bir kelime yazıyordu. Kendisi de kitap okurken rahatsız edilmek istemediğinden ne kadar merak etse de, bu kelimenin ne olduğunu bir türlü soramıyordu. O an adam başını kitaptan kaldırıp yüzüne baktı.

“Kitabı mı merak ettiniz” diye sordu gülümseyerek.

“ Adı çok garip geldi, ben de kitap okurum ama bunun adı yabancı sanırım”

“Jamais-vu. Evet, yabancı bir kelime, anlamını biliyor musunuz?” diye sordu.

Bilmiyorum anlamında başını salladı.

“Deja-vu, yaşanan bir olayı veya görülen herhangi bir mekanı daha önceden görmüş olma duygusudur. “Deja” kelimesi Fransızcada daha önceden anlamına gelirken, “voir” kelimesi ise görmek anlamına gelir.”dedi. Şaşkındı. O da buna benzer hisleri defalarca yaşıyordu gündelik hayatında. Demek ki bu durum birçok kişi için geçerliydi. Adam konuşmaya devam etti;

“Bir durum daha vardır ki, benim kitabımın ismi olan, o da Deja-vu olgusunun tam tersidir; jamais-vu. O duyguda ise her zaman gördüğünüz şeylere sanki ilk kez görüyormuşsunuz gibi tepki verirsiniz.”dedi.

Kafası allak bullak olmuştu. Acaba gündelik hayatta yaşadıkları bunun gibi şeyler miydi? Hacer annenin yemeğe beklemesi, isimler, yüzler, ilk kez görüyormuş veya duyuyormuş gibi hissettikleri! Bunun karşılığı mıydı? Kimi zaman çok tanıdık gelen görüntülerle, kimi zaman hiç yaşanmamış gibi hissettiren durumların sebebi bu muydu?

Öyle dalmıştı ki, adamın trenden indiğini bile fark etmedi. Kafasında ki sorularla dükkanı açtı, tulumunu giyip çalışmaya koyuldu. Bir süre sonra yüksek ökçeli bir topuk sesi duyuldu ahşap zeminde. Karşısında bir kadın duruyordu. Kokusu tanıdık gibiydi!

Kadın alaycı bir gülümsemeyle “ Merhaba usta, benim için bir yatak başlığı yapmanı istiyorum. Ama ustalığını konuşturabileceğin bir şey, daha önce kimse için yapmadığın ve benden başka kimse için yapmayacağın bir şey olmalı” dedi.

O an kadını hatırladı. Hışımla taburesinden kalkıp, büyük feneri aldı, depoya koştu. Depoda onlarca yatak başlığı duruyordu! Hepsi aynı model ve aynı işçilikteydi. Bunca zamandır jamais-vu yaşamıştı!

Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. İlk şaşkınlığı üzerinden atar atmaz hemen dükkana döndü. Kadın ortalarda yoktu! Sokağa koştu, sağa sola baktı. Hiçbir yerde bulamadı. Sanki kadın bir anda yok olmuştu! Tekrar depoya gitti. Son yaptığı yatak başlığından bir parça kırılmıştı. Kırılan parçayı ararken, tanıdık bir kadın sesiyle irkildi.

“ Hayatım, hala bulamadın mı yatak başlığının kırılan parçasını?”

Döndüğünde o kadın duruyordu karşısında! Aynı kürk manto ve şapkayla!

Kadın okkalı bir kahkaha attı, “ Sevgilim neler oluyor, neden beni ilk kez görüyormuşsun gibi şaşkınlıkla bakıyorsun?” Hadi ben hazırım çıkalım, unuttun mu ödül törenin var? “Jamais-vu” kitabın en çok okunanlar listesinde bir numara oldu?”

“Ha bu arada, bence artık başka bir Ustayla çalışalım. Her seferinde onca yol gidip yeni bir yatak başlığı sipariş etmekten yoruldum artık”…

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Jamais-Vu

Jamais-Vu

İlginizi Çekebilir
Konuşan Oda

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir