Hüzünlü Virginia
  1. Anasayfa
  2. Deneme
Trendlerdeki Yazı

Hüzünlü Virginia

“Kadının varlığına katlanamayan zihniyet; elbette onun yazmasına, okumasına, düşünmesine de karşıdır…”

0

Hüzünlü Virginia

Ne demiş şairimiz, hüzün ki en çok yakışandır bize… Sevgili Tanrı, kadın olmak ne zaman kolaydı? Ne zaman kolay olacak? Ben görebilecek miyim? Yoksa benim Füruğ’u, Virginia’yı yazdığım gibi tutup birileri de beni mi yazacak?

Ah, Virginia’nın hüzünlü gözleri… Onun fotoğraflarına dikkatle baktığınızda gözlerindeki hüznün ruhunuzun derinliklerine dokunduğunu fark edersiniz. O gözlerde çokça ölüm, müthiş derecede kırgınlık, düzene bitmek bilmez bir öfke ve aynı zamanda umut vardır.

“Bir kadının parası ve kendine ait bir odası olmalı.”

Sevgili Virginia, yirminci yüzyılda çağının çok ötesinde bir kadın yazar olmanın cezasını elbette çekecekti ve yanlış zaman diliminde var olmanın acısını hüzünlü gözlerinde yaşatacaktı. Fakat ne acı ki biz kadınlar için doğru zaman yoktur. 1882’de Londra’da dünyamıza değdi Virginia. O dönemde bu denli büyük bir yeteneğe sahip olarak doğan herhangi bir kadın ya dünyaya meydan okurdu ya da çılgına dönüp kendisini vururdu. Virginia ise hepsini yapmakta bulmuştu çareyi. Mücadeleci ruhu aynı zamanda dünyadan çekip gitme mevzusunda bir o kadar kararlıydı.

“Neden? Neden bir cinsiyet bu kadar refah içindeyken diğeri sefalet çekiyordu?”

Ayrımcılığa tahammül edemiyordu fakat hayatının her alanında ayrımcılığa uğruyordu. Yazmak istiyordu fakat öylesine yazamazdı. O bozuk düzen, “Kanıtla kendini!” diyordu. “Ya Shakespeare gibi olağanüstü bir yazar ol ya da yazma!”. Öfkesi bu kaba düzeneydi. Virginia yazılarıyla kadınları kabul görmeyen o bozuk, kaba, nezaketsiz düzene meydan okumakta buldu çareyi. Kendine Ait Bir Oda isimli kitabının bir bölümünde Virginia düşündürücü bir fikir ortaya koydu. Shakespeare’in bir kız kardeşi olsa ne olurdu – yani, benzer bir yeteneğe ve aynı aile geçmişine sahip bir kız kardeş? Woolf; o döneme ait kadınların eserlerinin bulunmadığı bir kitap rafına bakıp, şunu iddia ediyordu: Eğer nadir bulunan cesarete sahip bir kadın, bir şekilde o dönemin kadının kendini gerçekleştirmesi durumuna karşı ortaya koyduğu engellerini yıkabilseydi, muhtemelen isimsiz bir yazar olurdu ya da “kadının tanınmasının tiksindirici” olduğu bir kültürde, bir erkek takma adı kullanarak yazardı.”

Virginia bu kısır döngüden kurtulamayacağını anlıyor fakat içindeki yeteneği durduramıyordu. İçinde dünyaya meydan okuyan bir yetenek vardı fakat ruhu sancıyordu. Bir erkek yazar kadar değer görmemesi, yazdıklarını savunmak için sürekli bir mücadele içinde olması ruhunda derin hasarlara yol açıyordu. Dünya erkeğe dediği gibi kadına da “İstersen yaz, beni hiç ilgilendirmiyor…” demiyordu. Dünya tutup kaba bir kahkahayla, “Yazmak mı?” diyordu. “Yazmak senin neyine?”

“Kadının varlığına katlanamayan zihniyet; elbette onun yazmasına, okumasına, düşünmesine de karşıdır…”

Kadından bu denli korkan topluluğu anlayamıyordu. “Bunun sonucunda son derece garip ve karmaşık bir yaratık çıkıyor. Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazınında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır.” Hayatın bu çelişkisini bir türlü kabullenemiyordu. Çoğu şiirlerin, masalların kahramanı biz kadınlardık. O vakit niçin gerçek hayatta biz kadınlar, kahraman şiirler yazınca yadırganıyorduk? Kahraman kadınlar kahraman yazılar yazmak istiyordu. Kim engel olabilirdi? Herkes!

“İsterseniz kitaplıklarınıza kilit vurun; ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne de sürgü ne de kapatabileceğiniz bir kapı.”

Virginia’nın bu denli hüzünlü gözlere sahip olmasının asıl nedeni küçük yaşta annesinin ölümüne şahit olmasıydı. Yıldızlara birlikte baktığın biri gidince gökyüzü üzerinden alınmış gibi hisseder insan. Dünyadaki yerini mütemadiyen yadırgamasının altında yatan sebep annesinin zamansız gidişiydi.

“Dünyanın her geçen gün bir cehenneme doğru sürüklendiğine inanan bir insanın, yaşama tutunması ne denli mümkün olabilir ki?”

Annesinin ölümünü kız kardeşinin ölümü izledi. Ruhsal çöküntüsünün temelleri ağır bir şekilde atılmaya başlamıştı. 1904 yılında babasının ölümüyle ruhu adeta karanlığa hapsolmuştu. Manik-depresif oluşu, yaşadığı sinir krizleri böylelikle onu intihara adım adım sürüklüyordu.

Bu darbe, bu ikinci ölüm darbesi beni yıktı, parçalanmış kozanın içinde kanatlarım yapışık, titrek ve buruş buruş halde öylece kaldım.”

Kardeşleriyle Bloomsbury’e taşınarak yazarlığını besleyecek bir oluşum içerisine girdi. Bloomsbury düşüncenin dürüstlüğüne inanan, özgürlükçü birçok ünlü edebiyatçıyı içinde barındırıyordu. Victoria Dönemi kısıtlamalarının dışında yaşamayı seçen entelektüel bir topluluktu. Virginia bu süreçte feminizm ve edebiyat tarihinin en önemli isimlerinden biri haline gelmişti. Yazdıkları, benimsediği düşünceler çağının çok ötesindeydi.

“Bir kadın olarak, bütün dünya benim ülkem.”

Her eserinde teknik ustalığını konuşturuyor, serbest dolaylı anlatım ile kadın bilinçlenmesine odaklanıyor, cinsellik ve ölüm temaların öncü olma yolunda ilerliyordu. Deliliği ve intiharı inceleyerek kitaplar yazıyor, edebiyat dünyasında adeta çığır açıyordu. Virginia romanlarında, yaşadığı dünyanın öznel gerçeklerini hem akıl sağlığı yerinde olan hem de olmayan insanların gözünden sunuyordu. Durmadan okuyor, durmadan kendisini geliştirmek için çaba harcıyordu.

“En iyi yetiştirilmiş kadınlar, zihinleri en uygar olanlardır.”

Erkek egemen bir dünyada tüm varlığını korkusuzca dünyanın önüne koyarak buradayım! diyen de o idi. Ölümün kıyısında çokça gidip gelen, onu defalarca kez intihara sürükleyen bu adaletsiz yaşamdan vazgeçmeyi kafasına koyan da o idi.

“Kadınlık korunması gereken bir uğraş olmaktan çıktığı zaman her şey mümkün olur.”

Zannımca dünyadan kendi isteği ile ayrılan, ayrılmak zorunda kalan bütün kadınların nefesi, yaşayan bütün kadınların nefesine karışıyordu. Kendimiz için değil, biz mücadeleci bütün kadınlar için yaşamak ve varlığımızı cesurca ortaya koymak zorundaydık. Cinsiyetimiz kadındı fakat biz bir insandık. İnsanca yaşamak hakkımızdı. Bedellerini çok önceden ödemeye başladığımız ve hâlâ ödediğimiz bir haktı bu.

“Değil mi ki lanetlenmiş bir soyuz ve batan bir gemiye zincirlenmişiz, demek bütün olanlar kötü bir şaka; öyleyse biz de hiç değilse kendi payımıza düşeni yapalım, öbür tutsakların acısını hafifletelim hücremizi çiçeklerle, minderlerle döşeyelim, elimizden geldiğince dürüst olalım.”

Son romanını yazdığı sıralarda artık kendini yeterince yetenekli hissetmiyordu. Her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres, onu dehşete ve ruhsal bunalıma itiyordu. Daha fazla kendisine acı ve ıstırap veren bu dünyaya dayanamayacağını farkına vardı. Evlerinin yakınlarında bulunan Ouse Nehri’ne ceplerine bir sürü taş doldurarak atlayıp dünyamızdan ilelebet uzaklaştı. Geriye iki intihar mektubu kaldı. Birisi kardeşine diğeri ise kocası Leonard Woolf’a…

Böylelikle yetenekli bir kadın yazar daha erkenden dünyamızdan ayrılarak sonsuzluğa uçuyordu.

Ne hoş bir güzelliği vardır; Hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin. Kimseye bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların. Onurlu bir yaşamı seçenlerin.”

Hüzünlü VirginiaYazarın (Simay Kurtoğlu) diğer yazılarını da okuyabilirsiniz. Hüzünlü Virginia

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Hüzünlü Virginia

Sait Faik zamanında; "yazmasam deli olacaktım” demiş. Ben de o vesileyle yazıyorum. Yazmak benim ben olmamı sağlayan bir unsur.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir