1. Anasayfa
  2. Mektup
Trendlerdeki Yazı

Gidemeyen Olmak – 1


0

Gidemeyen Olmak – 1

Gidemeyen Olmak deneme

Bir çeşit mektuptu aslında kelimelerimin yer almak istediği. Mektuba bir hitabet bulamadım; hitabeti olmayan mektupları daha çok sevdiğim için ya da gerçekten hitap yerine geçecek bir kelime bulamadığım için. Kendime mi olsun bu mektup yoksa canım okura mı diye düşünürken, yazmaya başladım.

Ne kendime bu yazı, ne de bir mektup.

Çokça zamandır kimseden mektup almayana, mektupları cevapsız kalana, aldığı ret cevaplarının ardı arkası kesilmeyene, kelimelerini emanet ettiğinde hep ihanete uğrayana; sana, ona, bana.

Merhaba canım okur, nasılsın?

Beni sorarsan, aşağıda yazdıklarım gibi aslında; parçalı bulutlu, kederli kelimeli; eksik, bölük pörçük, yine de umutlu, biraz “sonu gelsin de bitsin”li.

Avucumda bir mavi defter. Yeşili daha çok yakıştırdığım ama maviden gönlümü alamadığım bir zamanın kelimeleri var içinde. Kabul edilmeyen mektuplarım beynelmilel olunca, bunca kabul edilmezliğin kelimelerini de dökmek lazımdı. Zaten yazı dediğin, içindeki zehrin izleri. Akmayınca, içinde çürüyor.

Penceremden gördüğüm dağların üzerini beyazların örtmesine sayılı zamanlar var. Mevsimleri, gördüğüm bu dağların renklerinden seçiyorum. Bir ay kadar önce sarılar, turuncular, kahvenin bilmediğim bin bir tonu. Sonu gelen bahar. Biraz öteye gidince, bir altı ay kadar öte, yemyeşil zümrütten etekli, neşeli bir yazın “ben geliyorum”lu gülen yüzü. Şimdilerde evden dışarıya çıktığınızda artık bir şal ile mantonuzu sarmanız gerekiyor, ciğerleri üşütmek var sonunda. Hele de bu zamanlar, zencefil, hak getire. Kış çayının bile size faydası olmaz.

Hep bu zamanlardı buraya ait anılarımın oluşmaya başladığı. Hep de bir istekle; “gideyim ama geri dönmek için gideyim”. Neden, çünkü şu ara herkes bilimum memleketlerde yaşam çok iyi diye bırakıp gitme peşinde her şeyi, en çok da vatanı. Sorumluluk kısmında gerekeni yapmayınca, bunu düşünen çocuklarınızın olması çok doğal. Bunun için kimseye de kızma hakkınız olamaz. Bir öğretmen olarak ben de gitmek istiyorum, doğrudur. Ancak böyle bırakıp gitmek, dönmemek üzere gitmek; aklımın, gönlümün ve yüreğimin kabul ettiği bir şey değil. Beni yetiştirene, “hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” diyene ihanet. Benim için bu böyle. Daha beterini yaşarken bir an bile zihninin köşesinde tereddütü geçirmemiş bir dâhinin ülkesinde öğretmen olan bir kadın olarak bunu kendime yakıştırmam. Zaten bu yazıların başladığı yer de burası.

Dördüncü yılımın ortalarında, Stockholm Üniversitesi’nin ve Ljubljana Üniversitesi’nin hocalarıyla yürüttüğüm yazışmalardan aldığım tatlı olumlu cevaplar, kendime çizmek istediğim yolun güzel görünen buz dağı. Buz dağı diyorum çünkü bunun arka planında sayfalarca hazırlanan projeniz, bu projeyi defalarca okuyan en az beş kişi, hepsinden önemlisi bu projeyi yazmak için bilgisayar başında geçirdiğiniz geceli gündüzlü üç ay var. Bir de bu buz dağını bulunduğu yerden keyifle izleyen, bu proje ile başvurduğunuz burs başvurularını değerlendirme ekibi var. Elbette ki değerlendirme çok mühim ama bizim yazımızın konusu olma sebepleri, başvuruyu reddetme gerekçesini ret cevabını verdikten bir hafta sonra tarafınıza göndereceklerini ifade etmeleri. Kendilerine tek bir sorum var: Reddi verirken gerekçesine bakmıyor musunuz yoksa verdiğiniz reddin yeteri kadar gerekçeli olabilmesi için zaman mı kazanmaya çalışıyorsunuz?

Karşılığını alamadığım mektuplarım gibi cevabını hiç alamayacağım bir soruydu bu.

Mesele ret değil, gerekçesini bir hafta sonra görebilmek. Bütün işlerin elektronik ortamda yürütüldüğü bu çağda gerekçeli mahkeme kararı gibi burs reddi gerekçesi bekliyorum canım okur.

***

Bir şarkı dinliyorum şimdi. Hafta ortasında tanıştığım çok tatlı birinden kaldı anısı. İlk tanışmanızda size ney ile üflediği şarkı olunca, özel oluyor, güzel oluyor elbet bu şarkı. Öyle herkese açmadığınız kelimeleriniz gibidir, icra dediğiniz. Kıymetine lâyık görmüştü beni de. Gidemeyen olduğum şu vakitlerin en güzel anıları oldu. İnsana “iyi ki gitmedin” dedirten. Mine Geçili daha güzel söylüyormuş ama olsun, benim duyduğum en güzeliydi. Siz Mine Geçili’den şöyle dinleyebilirsiniz:

***

Yol boyu yürürken, sağda solda canlanan anı kırıntıları da gidemeyenin boğazına saplanan hançerler. Birine bakarken mesela bileğinize taktığınız o üç renkli bilekliğinizin ilk gününde dinlediğiniz şarkı oluyor. Sonra bir binanın üst katında yediğiniz yemekte size anlattığı ilk anısının yağmurlu bir günde perişan olup, misafir olamadığı ormanın derinliği. Diğeri, en acımasızı, ona son kez sarıldığınız yerin sizin her gün adım attığınız, evinizin önü. Her eve girişinizde öldüren, sonra dirilten; onunla da kalmayıp küle çeviren.

***

Şarkı güzel, dinlemek lâzım:

“…Her çağda gönlümü bin hüzün sardı/ Ağladım mı güldüm mü /Yaşadım mı öldüm mü/ Bir kısa gün gibi, bir ömür geçti de anlayamadım”

Bu da ondan kalan, “hicâz bir notadan çok ötesi”.

 

Yazarın (filhakikas) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz. (Gidemeyen Olmak)

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. (Gidemeyen Olmak)

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir