Doğu’nun Batı’sından: Panorama
  1. Anasayfa
  2. Hayatın içinden

Doğu'nun Batı'sından: Panorama

Yazan: Amelie

0

Doğu’nun Batı’sından: Panorama

Son üç buçuk ayını kendine ait olmayan mekanlarda, birbirinden farklı şehirlerde geçirenler adına yazıyorum… İnsan bazen bir uçurumun kenarına geldiğini fark edince önce beklemeyi tercih ediyor. Aslında biliyor o uçurumdan yuvarlanacağını, kaçamayacağını ama; sanki bekledikçe tam tersi olacağı hissine kapılıyor. Sükûnet devam edecek sanıyor. Ya da o sükûnetin huzuruna bırakıyor kendini, kandırıyor bir süre. İnsan, kanmaya meyilli. Nereye kadar sürsün, sen söyle ben sustum diyen şarkıdaki gibi olmuyor tabi her şey. Bir anda yuvarlanmaya başlıyor insan kopan kayalarla, sert yamaçlarda. Bir düzlüğe varmak istiyor, bir zemine. Düşüşün ne kadar sert olduğunun bir önemi yok, yeter ki varsın. Onca hırpalanma, yara bereden sonra bir nefese muhtaç gökyüzüne doğruluyor. İstiyor ki mavi merhem olsun canına.

***

Coğrafi olarak “Doğu” diye tabir edilen ama, kendi alanım açısından değerlendirdiğimde “Batı”dan daha ileride olan bir yerdeyim. Kendi alanım açısından değerlendirmek ne demek, hemen ona değinmek istiyorum. Türkiye’de bir üniversitede görev yapıyor olmak, herhangi bir devlet kurumunda çalışıyor olmaktan çok farklı olmasa da işleyiş konusunda bazı farklılıklar barındırıyor. Yine de değişmeyen tek kural var: Gereksiz iş yükü, angarya. Ancak bu durum bulunduğum yer için geçerli değil… Nitekim bu yazıyı yazma sebebim. Özellikle doğuda herhangi bir üniversitede çalışanlara ağız bükerek, içi acıyarak bakanlar için yazıyorum bu yazıyı.

Muş Alparslan Üniversitesi. Dört yol diye tabir edilen bir kentin (şehrin Kuzey’i Erzurum; Batı’sı Bingöl; Güneybatı’sı Diyarbakır; Güney’i Batman; Kuzeydoğu’su Ağrı; Doğu’su Bitlis-Van) Diyarbakır yolu üzerine kurulmuş bir devlet üniversitesi. On yıllık bir üniversitenin sahip olabileceği alt yapı imkanlarının belki de en iyisine sahip denilebilir. Bir üniversitenin insanlara olumlu izlenim bırakabilmesinin kütüphanesi ile mümkün olabileceğini savunurum ve nitekim bu durum Muş Alparslan için de geçerli. Özel çalışma odaları, dinlenmek için tasarlanmış ferah, renkli ara katları, istediğiniz kitabı getirtme imkânı. Bir akademisyen daha ne isteyebilir? Henüz kütüphane bünyesinde çok fazla kitap yok ancak her geçen gün sayısının arttığını söylemek mümkün.

Eğitim Fakültesi açısından konuşursam, birçok angarya iş ortadan kaldırılmış. Bir fakülte için sınav programları, ders programları, hocaların ders ücret çizelgeleri, kongre katılım yolluk ücret beyanları tüm akademik çalışanlar için işkencedir. Bir de bunlara ek olarak sık sık yapılan toplantılar vardır. Fakülte’de tüm bunlar sistematik hale getirilmiş. Ders programları için bir standart oturtulmuş. Sınav programlarında gözetmen ve sınıf ayarlamaları da belli bir sistematiğe göre yapılıyor. Ayrıca hocaların ders ücret beyanları sene başında hazırlanıyor. Ama hepsinden öte tüm bunlar online olarak, bilgisayar üzerinden gerçekleştiriliyor. Hocaların katıldığı kongrelerin yolluk-yevmiyeleri ile ilgili e-devlet sistemi aktif olarak kullanılıyor. Fakülte ile ilgili yüz yüze konuşmayı gerektirmeyecek durumlarda mail sistemi aktif olarak kullanılıyor ve gereksiz toplantıların önüne geçiliyor. Yani hocalara angarya olacak her ayrıntı, angarya olmaktan çıkarılmış sistematik işleyen bir çark haline getirilmiş. Hocalara sadece çalışmak kalmış. Üniversite yönetimi ve Eğitim Fakültesi hocalarının çoğunluğu eğitimlerini farklı üniversitelerde tamamlayıp Muş’a gelmiş, donanımlı kişiler. Hepsinde inanılmaz bir çalışma azmi ve isteği var. Neredeyse her hoca bir TÜBİTAK projesi ile uğraşıyor. Hocalar birbirlerinin makalelerini tıpkı bir hakem gibi inceleyip, birbirlerine dönütler veriyor. Üniversite yönetimi oldukça tarafsız ve çalışan insanı desteklemeye çalışıyor…

Denilebilir ki “olması gereken bu”. Her ne kadar olması gereken bu olsa da, bırakın bu durumun onda birini gerçekleştirmeyi bir çok “Batı” üniversitesinde angaryadan geçilmiyor. Asistanlar günlerce gece yarılarına kadar ders ve sınav programlarını oturtabilmek için perişan oluyorlar. Hocalar ders ücreti beyanı, gereksiz toplantılar ile her hafta uğraşmaktan kendi çalışmalarına odaklanamıyorlar. Ki bazı üniversitelerde asistanlar, hocalarının ücret beyanlarını hazırlıyorlar. Ama daha da vahimi, çalışmanıza engel olan, tüm gün kim nerede ne yapmışlarla uğraşan küçük düşüncelerle kendini harcayan çalışma arkadaşları.

Bilimle uğraşmak yerine saçma sapan işlerle uğraşan beyinler. Sonra soruyoruz neden ilerleyemiyor bu ülke? Bu soruya cevap vermek için “Çalışmak isteyen insan için mekân mı yoksa çalışma ortamı mı önemlidir?” sorusunun cevaplanması gerek önce. Coğrafyadan Vatana adlı bir kitap var şu an elimde, Remzi Oğuz Arık’ın yazdığı. Yazar kitabın 64-67. sayfaları arasında bu ülkeye layık olabilmek kavramı üzerinde duruyor ve bunun için birinci sınıf bilgi sahibi insan, birinci sınıf sanatçı, bir meslek sahibi, bir dava insanı olmaktan bahsediyor. Yani kişi her ne işle meşgulse, bu işin en iyisi olması gerektiği üzerinde duruyor. İşinin ehli olmak.

***

Kar beklenen bir şehrin Pazar sabahında İstasyon Caddesi’nde kurulmuş Hancı’nın cam kenarından bin umutla… Yine, yeniden bir şarkıyla.

Diğer yazıları da okuyabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– Doğu’nun Batı’sından: Panorama

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir