Çok Bilinmeyenli İki Denklem: Dil ve Eğitim
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Çok Bilinmeyenli İki Denklem: Dil ve Eğitim

Yazan: Amelie

0

Çok Bilinmeyenli İki Denklem: Dil ve Eğitim

Eğitim ve dil… Bu iki başlık, bir milleti ya parça parça edebilir; ya da tam tersine kocaman bir topluluğu güçlü bir millet haline getirebilir.

Eğer cihanşümul bir diliniz varsa, kocaman dünyaya hakimsiniz demektir; çünkü insanların ne düşündüğünü, ne düşüneceğini ve sonrasında bu düşünceleriyle neleri planlayıp neleri gerçekleştireceğini kontrol edebilirsiniz. Dünyada bu denli büyük üç dil var; Arapça, İngilizce ve Türkçe… İnsan, kelimeleriyle gerçeğe dönüştürebilir düşündüklerini. Sonra bu gerçeği yaşanılır kılmak için harekete geçer.. 1984 romanında George Orwell’ın  muhteşem karakteri Winston, bu yüzden düşünce polislerinden kaçıyor. Aslında düşünce polislerine yakalanma korkusundan, düşünmekten kaçıyor. Romanda, özellikle dikkat çeken bir ayrıntı; “Yenisöylem” diye ifade edilen, değiştirilen dil. Eski döneme ait olan kelimeler kısaltılıp ya da tamamen atılıp, “yenisöylem” dili olarak düzenleniyor. Bahsedilen bu durum, zamanında Türkiye’de de yapıldı.

Dil devrimi dediğimiz, Latin harflerinin kabulü ile bazılarının ifadesiyle “bir gecede cahil oldu” bir millet.. Önceleri bu ifadeye öfkelenir, ne demek istiyorsunuz siz, insanlar daha kolay okuma yazma öğrendiler, cehalet asıl sizin bu örümcek beyinlerinizde hala devam ediyor derdim.. Bu sözümün hala arkasındayım; ancak geçenlerde okuduğum bir kitap bu konuda çok fazla kafamın karışmasına, bazı konuları daha da araştırmama sebep oldu. Bahsettiğim kitap, Yavuz Bülent Bakiler’in “Sözün Doğrusu-2”. Kitapta dil devrimi ile gelen durumdan bahsediyor ama özellikle bir noktaya değinilmiş, zamanında dil devrimi yapıldıktan sonra, eski yazılı kitap ve kaynaklara ihtiyacımız yok diyerek eski yazma eserlerimiz, arşivimizde bulunan binlerce Osmanlıca belge belli bir ücret karşılığında Bulgaristan’a satılmış. Mayıs 1931’de gerçekleşen ve 30-50 ton ağırlığında ve çoğu Maliye Bakanlığı’na ait yaklaşık 1,5 milyon belgenin Bulgaristan’a satılması konusunda Hakan Anameriç ve Fatih Rukancı’nın yaptığı “Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Özel Arşivlerin Ülke Tarihindeki Önemi ” başlıklı çalışmayı okumanızı tavsiye ederim.

Bir milletin hafızasını yok etmek için, önce dilden başlanır. Dili yok edilen kişi, düşündüklerini ifade edebileceği kelime bulamadıkça, düşündüklerini ifade ettiği kelimelerin boyunduruğu altına girmeye mahkumdur. Evet, bir dil devrimi yapılması gerekiyordu, ancak bunun eskiyi tamamen atmakla ilgisi olmamalıydı. En azından, arşivleri araştıracak, bunun için seçilecek hem Osmanlıca’ya hem de Latin harflerine hakim olacak özel bir grup kurulabilirdi. Şu anda Türkiye’nin uğraştığı sorunların neredeyse tamamı kendi tarihini, kendi dilini bilmeyen bir güruhtan kaynaklı. Bilmediğimiz tarihimiz ve kullanmayı da konuşmayı da beceremediğimiz dilimizle, kendi değerlerimizi savunmayı bırak anlamaktan aciziz. Ki bu durum, işi kendi arşiv belgelerimizi satmaya kadar götürmüş.

Burada ufak bir ekleme yapıp Güneş Dil Teorisi’ni araştırmanızı istirham ediyorum. Kıverniç adlı Avusturyalı’yı iyi araştırın derim.. Daha yakından bir araştırma yapmak isterseniz, dışarıya çıkın ve rastgele bir mekana gidin, kendinize bu mekanın yiyecek listesinden bir şey seçmeye çalışın.. Acaba isimleri tamamen Türkçe olan bir liste bulabilmeniz mümkün olabilecek mi?

***

Bir diğer başlık, kanayan yaramız eğitim.. Şu sıralar eğitimi yeniden düzenleme çabası var. En son gelen 4+4+4 sisteminin uygulamaları, iyisi ile kötüsü ile altı yılı doldurdu. Şu anda 3+3+3+4 şeklinde bir düzenlemenin yapıldığı, Sınıf Öğretmenliği ve Okul Öncesi Öğretmenliği’nin birleştirileceği ve “Temel Eğitim” başlığı altında toplanacağı söyleniyor. Her beş yılda bir eğitim sisteminin değiştirilmesi, değişen dünyaya ayak uydurmak açısından bakılınca olumlu bir adım, ancak bu değişikliklerin tabanı bilmeyen,  eğitim kökenli bakanların başa geçmediği bir “Milli Eğitim Bakanlığı” tarafından yapılması ne kadar sağlıklı olabilir? Bunu şöyle düşünelim, Sağlık Bakanlığı’na öğretmenlik tabanından gelen bir bakan oturtulabilir mi? Ya da Maliye Bakanlığı’na bir eğitimcinin geldiğini hiç gördünüz mü? Öğretmenlik, herkesin “ne var ya ben de yaparım” diyebileceği bir alan değildir, bunu hala anlayamadığımız için her yıl üniversite sınavlarında sıfır alan yüzlerce öğrenciye sahibiz. Bu sayı her yıl daha da artıyor. “Hiçbir şey olamazsam öğretmen olurum” mantığıyla eğitim fakültelerine alınan binlerce sözde öğretmen adayı, mezun olduktan sonra atandığı okullarda tazecik beyinleri katlediyor.

Bir ülkeyi makineli silahlarla savunabilirsiniz, iktisatçılarla ülkenin mali konularını düzenleyebilirsiniz; ancak her birinin uzman oldukları alanlar sadece kendi alanlarıdır. Oysa bir öğretmen, tek başına kocaman bir orduyu, eğitim ordusunu temsil eder ve üstelik silah olarak da kalemi ve yaratıcı beyinleri eğitme yeteneğini kullanır. Ki bu bahsettiğim silah, hem o makineli silahların tetiğini çekecek insanları hem de mali konuları düzenleyecek iktisatçıları yetiştirebilecek emsalsiz ve aynı zamanda en tehlikeli silahtır.

Çok Bilinmeyenli İki Denklem: Dil ve Eğitim

Sitemizdeki diğer denemelere de göz atabilirsiniz. 

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir