Anadolu Mucizesi
  1. Anasayfa
  2. Kitap Tanıtımları

Anadolu Mucizesi

Yazan: Amelie

0

Anadolu Mucizesi

Umuda muhtaç, bir parça ışığı bin mutlulukla karşılayabilme potansiyeline sahip olduğum şu günlerde okuduğum bir kitaptan bahsetmek istiyorum izninizle. Kitabın giriş cümlesi şöyle:

“Yeryüzünde bir ülke var. En zengin değil ama en sağlıklı ve de geleceği en umutlu.”

“Aynı ülkeden mi bahsediyoruz acaba?” diye düşünmeden edemedim, ne yalan söyleyeyim… Kitabın yazımı 1980’li yıllara denk geliyor, yanlış hatırlamıyorsam. Yine böyle karmaşık, içinden çıkılmaz bir süreç.. Üstelik daha acılı ve ağrılı bir zaman diliminden geçilmişken yazılmış bu satırlar. Tesadüf mü tevafuk mu derseniz, tevafuktan yana hakkımı kullanmak isterim, zira bu ülkeye emek veren bir memur olarak, hayatımda ilk defa ülkemi de emeklerimi de hiçe sayarak, arkama bakmadan buradan kaçıp gitmek istedim. Neresi olursa olsun, yeter ki ertesi sabah uyandığımda tek derdimin, havanın çok fazla yağışlı olmasından ötürü bahçemdeki bitkilerimi elden geçirme telaşım olmasını istedim. Bunun için araştırmalara da giriştim, hatta çok da güzel bir yer de buldum, üstelik öyle yağış alan, perişan bir yer de değil. Gayet okyanus kenarı, yıllık sıcaklığı 20-30 santigrat dereceler arasında değişen, Kanada’nın Halifax eyaletinden bahsediyorum. İçimde hala bu eyalete taşınma umudu var ama sanırım bu ülkeye bağlı kalmak diye bir şey var, damarlarıma kadar işlemiş olan. Bir hocam şöyle demişti; “Bizim, buradan başka gidecek yerimiz yok. Ya burada öleceğiz, ya burada yaşayacağız.” .. Bilmiyorum belki bu sözler, belki bahsettiğim takıntılı durum; son elime aldığım kitapta yazanlarla birleşince tuhaf hissiyatlar alemine bir yolculuğu şart kıldı bana.

Kitap, yaşadığımız bu toprakların, fetihler ve savaşlardan çok daha öte, nasıl ilmek ilmek ilimle ve mana ile işlendiğinden bahsediyor. Mesela, Anadolu’ya M.Ö.’nin belirsizliğini korumasıyla birlikte M.S. beş ve altıncı yüzyıllarda gelen ilk Türkler’in Bulgar Türkleri olduğunu öğrendim. Nitekim sonraları gelen Kuman-Kıpçaklar’ın Bulgar Türkleri ile birlikte Bizans tarafından bozguna uğratılması, bu ilk toplulukları kendi benliklerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmış. Yine Doğu Anadolu’da Saka Türkleri’nin bir boyu olan Part Türkleri, Anadolu’ya gelen ilk Türklerden. Güney Anadolu tarafında ise Horasan ve Türkistan’dan gelerek buralara yerleşen, Osmanlı arşivlerinde “Türkmen Ekradı Taifesi” olarak adlandırılan bir Türk boyu, yani Kürtler’in olduğu görülüyor. Tüm bu Türk boy ve aşiretleri, Alparslan’ın Malazgirt’e girişinden yaklaşık altı asır  önce Anadolu’da yerleşmiş ve 1071’de, birbirine yabancı olmayan halkların birleşimine önemli etkide bulunmuştur.

Nitekim bu etkinin en büyük temeli Hoca Ahmet Yesevi tarafından atılmıştır. Dergahında yetiştirdiği yüzlerce öğrencinin (ki bu sayının 99000 olduğundan bahsediliyor) çerağını Anadolu’nun ücra köşelerine fırlatarak, buralarda yaşayanların Türk-İslam kültürünün yaşayış şekli olan tasavvufla kucaklanmasının yolunu açmıştır. Kitapta Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Mevlana, Ahi Evren gibi Pir’lerin gittikleri yol açısından farklılık göstermelerinin eleştirilmesine de bir cevap getirilerek şöyle bir tanımlama yapılmıştır:

“.. Bu ulu kişilerin hepsi aynı kaynaktan gıdalanıyor ve hepsi aynı görkemli eserin ayrı ayrı bölümlerini inşa ediyorlardı. Yunus Emre, toplumun yapı taşları olan fertleri tek tek yontup biçimlendiriyor, Hacı Bektaş-ı Veli mimar olarak yapıyı meydana getiriyor, Mevlana binayı tezyin ve dekore ediyor, Ahi Evren binanın statiğini düzenliyordu.”

Burada dikkat çekilen bir nokta, her liderin bir mana ustasıyla yetiştirilmesidir. Örneğin Sultan Alparslan’ın mana ustası Buharalı Ebu Cafer Muhammed,  Sultan Osman’ın Şeyh Edebali, Sultan Orhan’ın Hacı Bektaş-ı Veli, Çelebi Mehmed’in Yunus Emre, Sultan II. Murad’ın Hacı Bayram Veli, Fatih Sultan Mehmed’in Molla Gurani, Akşemseddin ve Akbıyık.

Kitapta edindiğim en önemli bilgilerden biri de Fatih Sutan Mehmed’in mana ustalarından olan Molla Gurani’nin asıl adının Şihabüddin Amedi olmasıdır. Kendisi 12. yy’da Afganistan-Horasan’dan Diyarbakır Ergani’ye gelen Gur(Kurmanc) Türk Boyu’na mensup olup, bugün Diyarbakır’a verilen Amed isminin de kaynağını teşkil etmektedir.

İstanbul’daki Cibali semtine ismini veren Cibali Baba’nın hikayesi; Ankara’nın başkent olacağına dair beş asır önceden yazılan şiir; Kadı Hıdır, İtalyan Mimar ve Fatih Sultan Mehmed arasında geçen hikayeyi (ki bugünlerde adalet kavramına duyulan hasreti daha da kabartacak türden bir hikayedir) de bu kitabı alarak okumanızı tavsiye ederim.  Kitap, Haluk Nurbaki’nin “Türkistan’dan Türkiye’ye Anadolu Mucizesi”.

***

Kitabı okuduktan sonra aklımda tek bir cümle vardı, bu vatanda yaşayan herkes, azınlıklar hariç, Türkistan’dan gelen bir Türk boyunun getirdiği çerağa bulaşmış. Kökenimizin ne olduğuna bakmadan, Türk-İslam harmanı içerisinde bir bütün olunabilmiş. Orhun Abideleri’nden Oğuz Kağan Destanları’na, Divan-ı Hikmet’den tutun Divanü Lügati’t Türk’e kadar tüm bu harman, satırlara nakış nakış işlenmiş. Bize düşen de sanırım aslımızı hatırlamak, en çok da bugünlerde…

Anadolu Mucizesi

Diğer kitap tanıtımlarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– Anadolu Mucizesi

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir