Yuvarlak Masa Şövalyeleri
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Yuvarlak Masa Şövalyeleri

0

Yuvarlak Masa Şövalyeleri

Masada oturan beş kişi, beş farklı hikâye vardı.
İlki iyi bir yazar değildi, mesela imkânı yok öykü yazamazdı.
Kendi hayatını zar zor idame ettirirdi, başka hayatları yoluna koymayı ne olursa olsun başaramazdı.
İyi bir yazar değildi ancak, anlatmak istediği şeyi güzel anlatırdı.
Lafı yoluna koyduğu vakit, o yol muhakkak dinleyicinin kalbine doğru uzanırdı..

Aniden bir telefon çalmaya başladı. Hayli karanlık ortamda, ekranın ışığı göz alıyordu. İsmi okuyamamıştık, lakin arayanın kadın olduğunu anlamıştık. İçimizden hiç biri, bir erkekle konuşmak için masadan kalkmazdı, kaldı ki arkadaşlarımızın çoğu da ortaktı. Birimiz telefonla konuşuyorsa, ötekiler de telefona doğru bağırırdı; küfürler, lakaplar, davetler havada uçuşurdu. Ama arayan bir kadınsa, mümkün değil, o konuşma o masada yapılmazdı. Telefonu aldı, hızla dışarı doğru yöneldi ve beş dakika kadar dışarıda kaldı. Yanımıza geldiğinde suratında karma hislerin izleri vardı. Bir yandan hüzünlüydü, bir yandan neşeli. Bir yandan isteksizdi, bir yandan heyecanlı.

Telefonun görüştüğü bir kızdan geldiğini söyledi. Yanıma gelir misin diye sormuş. Daha fazlasını anlatmasına gerek yoktu. Başka birisi batak oynamaya çağırsa bu mesele edilir, gönül konur, araya kırgınlıklar dahi girebilirdi. Ancak arayan bir kadındı, uzun uzadıya müzakerelere gerek yoktu. Böyle durumlarda tokalaşmalar, sarılmalar bile kısa tutulurdu. Hızla vedalaşılırdı. Masadakiler bile ona, kızın yanına çabuk gidebilsin diye hızla veda etti ve şövalyelerden biri masadan böyle ayrıldı.

Masada en çok konuşan kişi, haliyle en çok şey anlatandı.
Sarı yapraklı, gösterişsiz bir not defteri vardı, yanından eksik olmazdı.
Not defterine aklına gelen cümleleri not eder, zamanla onları süslerdi,
Güzelce giydirip, makyajını yaptıktan sonra da insanlarla paylaşırdı.
Defter not defteriydi ama, farklı anıları da taşırdı.
Zamanında çok hoşlandığı bir kadının basit çizimleri,
Yılların, zamanın darbeleriyle aşınan yapraklar,
Bazı şarkı sözleri, bazı tarihler…
Zaman makinesi gibiydi defteri,
Gözlerini alamazdı bazen defterinden, zamanda yolculuk yapardı.

Saat henüz 23.00’dı. Hepimiz için erken, Ankara için geç. Dolmuşlar 00.00 gibi sona ererdi, metro ağı ise anaokulu çocuklarının elinden çıkmışçasına basitti. Şövalyelerden biri saatini kontrol etmeye başlamıştı, farkındaydık. Bazen taksiyle giderdi, ama taksi Ankara’da lüks sayılırdı. Yürüseniz yorulmayacağınız yere taksiyle ulaşmak için; saatlerce çalışarak yorulmalı, para kazanmalıydınız. Ona taksiyle git diyemezdi kimse, herkes bilirdi sürekli taksiye para yetiştirilemeyeceğini. Erken ve buruk vedalar… Olmaya yakın, ancak tepetaklak olan ilişkileri anımsatan erken vedalar… Zamansız, ama olması gereken bir vedaydı bu. Kimse acele etmedi. Çalan telefon veya bekleyen biri yoktu, görece zaman boldu bu sefer. Herkesle vedalaştı, sıkı sıkı sarıldı. Hatta üzerine ayaküstü ertesi akşamın planları dahi yapıldı. Erken ama sıcak bir vedaydı ve şövalyelerden biri masadan böyle ayrıldı.

Anlatıcının farklı halleri, farklı tavırları vardı.
Bir olduğu kişi vardı, bir de olmaktan keyif aldığı.
Olduğu kişi hayli sessizdi, insanlarla fazla muhatap olmazdı.
Bir şeyler dinlemeyi, izlemeyi ve okumayı severdi, ancak ağzını pek açmazdı.
Olmaktan keyif aldığı kişi ise tam tersine susmak bilmezdi.
Sürekli konuşur, laf atar, sesini kontrol edemez, kendini frenlemeyi beceremezdi.
Masaya oturacağı vakit, olduğu kişiyi ayakta bırakır, onu beklemesini söylerdi.
Masaya oturduğu anda, olmaktan keyif aldığı insanla selamlaşır, yeni gelen içkisinden bir yudum alır,
Alakalı/alakasız bir sürü şey anlatmaya başlardı.

Şövalyeliğin para kazandırmadığı bu karanlık günlerde, şövalyelerin çoğunun ikinci işleri de vardı. Öyle ki zamanla ikinci işlerin önemi artmış, sabah işe gitmek için akşam masadan erken kalkanların sayısı çoğalmıştı. Aralarından birinin durumu da böyleydi. İşe gitmek için, sabah erken kalkmalıydı. Alışıldık bir durumdu bu, her şey gibi zamanla buna da alışmıştı şövalyeler. Kendi içlerinde verdikleri savaşlar, dünyaya karşı verdikleri savaşlar… Gece yarısı olmuştu, trafiğin yoğun olmadığı saatler yaşansa da, Ankara büyük bir şehirdi. Hız sınırları, trafik ışıkları, bakımsız yollar… Eve gitmek zaman alırdı.

Bir veda daha gerçekleşiyordu, gerçekleşmeliydi. Bu bilinen, rutin vedalardandı. Okula gitmek için sabah evden ayrılan çocuğun vedası gibiydi. Aileden biri gidiyordu ve gideceği barizdi. Çocuk arada hastalanır, şövalye ise arada rapor alırdı. Kaytarmaları dahi benzerdi. Benzerdi ancak, yarın kaytarabileceği bir gün değildi. O yüzden kalan içkisini hızla bitirdi, diğer şövalyelerle vedalaştı ve şövalyelerden biri masadan böyle ayrıldı.

Anlatıcı masada olmaktan keyif alırdı,
Tuhaf yönleri de vardı.
Gülmek modaysa, o ağlardı.
Ağladığı zaman dahi, derinlerde kahkaha atardı.
Bir kedi, Uluslararası Uzay İstasyonu’nu ne kadar anlamlandırabiliyorsa,
O da moda olan ve popülerleşen şeylerin bir örnek haline getirdiği insanları ve tavırları o kadar anlamlandırabiliyordu.

Gün içinde kalkanlar bolca darbe almıştı, kılıçların bilenmesi gerekiyordu ve miğferler parlatılmalıydı. Yorgun zihinler ve yorgun bedenler, uykuya emanet edilmeli, tüm şövalyeler ertesi gün için hazır olmalıydı. Kalan iki şövalyeden biri, ayağa kalktı. Uzun bir gün olmuştu, günü ardında bırakmak için masadan kalkmıştı. İki şövalye vedalaştılar, acele etmediler, ayaküstü biraz daha konuştular. Başlarına bir şey gelmezse, yarın yine görüşeceklerdi. Ancak ayaküstü yapılan sohbetin tadı da başkaydı. Biraz konuştuktan sonra tekrar vedalaştılar. İlk vedalarını hatırlayamadıkları için değil, bir kez daha sarılmanın ve vedalaşmanın hiç bir zararı olmadığını bildiklerindendi bu ikinci veda.

Sonunda, anlatıcı tek başına kaldı.
Masada, bir başınaydı.
Olmaktan keyif aldığı kişiydi hala,
İşin tatsız tarafı, konuşacak kimsesi kalmamıştı.
Kafasını yukarı kaldırdığında,
Olduğu kişiyle göz göze geldi ve anladı, vakit tamamdı.
Olmaktan keyif aldığı kişiyle yarın için sözleşti,
Ayağa kalktı, hesabını ödedi.
Olduğu kişiyle selamlaştı ve sessizleşti birden.
Adımları bile daha sessizdi,
Kulağında kulaklığı, sırtında ceketiyle, ölüm gibi sessizdi.

Gülüp eğlenirken dahi o ana dek hep bir derdi var sanmıştı. Artık, gerçekten bir derdi vardı.

Yuvarlak Masa Şövalyeleri

Yazarın (antropolog) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz. Yuvarlak Masa Şövalyeleri

Yuvarlak Masa Şövalyeleri

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir