Günlerden Pazardı
  1. Anasayfa
  2. Öykü
Trendlerdeki Yazı

Günlerden Pazardı

"Günlerden pazardı ve çok canım sıkılıyordu."

0

Günlerden Pazardı

Günlerden pazardı ve çok canım sıkılıyordu. Tıpkı çocukluğumdaki gibi… Çok ses çıkardım şimdi babam kalkacak, kızacak ve televizyonu kapatacak. Sessiz olmalıyım, susmalıyım ama yapamıyorum. En sevdiğim çizgi film başlayacak birazdan. Sus diye bir ses ve susuyorum. Hep susarım ben. Çocukluğumdan beri çok iyi bilirim bunu. Konuşulması gereken zamanda bile susarım ben. Öyle güzel yaparım ki bunu şaşar kalırsınız. Alışkanlık halini almış benimki, eski sıkıcı pazar günlerinden kalma. Babamın evde hep arıza çıkardığı, durduk yerde bize kızıp küstüğü o günler. Artık babam yok; yani var aslında hâlâ hayatta ama benim için yok. Ne yaptığını bilmiyorum. Kız kardeşimle yaptığımız yıllık telefon görüşmemizde alıyorum haberlerini ancak. Babam nasıl? İyi. Beni soruyor mu? Hayır. İyi o zaman… Sonrası yok, uzun bir boşluk. İkimiz de kendi gürültülü sessizliklerimize geri dönüyoruz. Konuşacak kelimemiz olmadığından değil ağzımızı bir açsak eski defterleri açıp eteğimizdeki tüm taşları dökeceğimizin korkusuyla. Konuşmaktan çok ağzımızı bir açarsak bir daha kapatamamak endişemiz. O günü tartışmak istiyoruz. İkimiz de konunun dönüp dolaşıp ona geleceğini biliyoruz. Korkuyorum. Oysa olan olmuştu bu saatten sonra yaşananları değiştiremezdik, zamanı geri almaya, ağzımızdan çıkanları söylenmemiş varsaymaya gücümüz yoktu. Yaraları sarabilirdik ancak onu isteyip istemediğimizi bilmiyordum, işte sorun buydu. Olanları sıfıra çekmek için yapmamız gereken yıllar geçmesine rağmen hâlâ kanayan yaraya neşter sokup onu patlatmaktı önce. Kan ve irin iyice döküldükten sonra yaranının iyileşmesini beklerken olanları masaya yatırabilirdik. Bunun için birinin adım atması gerekiyordu. Ama ah o ilk adım ne zordur hep! Hatta bu saatten sonra imkânsız… Ben olanları arasam bile bulamayacağım kadar derine gömmüşken kardeşimse yok gibi davranıyordu. Bana hâlâ eski adımla hitap etmeye devam ediyordu. Nefret ettiğim, unutmak istediğim eski adımla! Erkan. Geçmişten gelen bir hayalet… Oysa ben artık İnci’ydim. Denizin dibinde yaşayan bir inci. Bulmak için çaba harcaman gereken bir değerli taş.

Günlerden pazardı ve çok canım sıkılıyordu. Kalktım ve üstümdeki miskinlikten bir nebze de olsun kurtulmak için kendime kahvaltı hazırlamaya karar verdim. Hani şu köy kahvaltısı ayağına dünya para verdiğin ama sonunda şeker bombası reçellerden ve yarısı ısırılmış ve bir ucu sararmış peynirlerden fenalık geçirdiğin cinsten. İki yumurta kırdım, yumurtayı hiç sevmem evde neden var anlamadım. Belki lazım olur diye aldım muhtemelen. Yaşlandıkça anneme benziyorum ev yakında çöp eve benzemezse iyi… Bu gidişe bir son vermeli. Yumurta pişiyor ama kokusu midemi bulandırıyor, tavayla birlikte çöpe atıyorum. Tabii kalan yumurtaları da. İştahım kaçtı, kahvaltıdan vazgeçip tekrar yatağa yöneliyorum. Öyle ya bugün pazar, istediğim kadar yatabilirim. Saate baktım daha on bir, öğlen bile olmamış. Dışarı çıksam şimdi her yerde trafik vardır; önce kahvaltı trafiği, ardından gezme, akşam yemeği ve en son da eve dönüş trafiği. Aklı olan pazar günü evden dışarı çıkmazdı. Peki evde tüm gün nasıl geçecekti? Bazen hafta sonları da çalışmak istiyorum, zaten bir süre hep öyle yapmıştım. Kendi acımı işle bastırıyordum, devamlı çalışarak olanları unutmaya çalışıyordum. Acıyla başa çıkmanın en iyi yöntemi buydu benim için: kaçmak! En iyi bildiğimdi sonuçta, hep öyle yapmamış mıydım? Zora geldi mi kaç. Al başını git, hiç düşünme senden sonra olanları nasılsa görmüyorsun, o zaman önemi yok ne olduğunun. Görmüyorsan bilmene de gerek yok. Telefonum çalıyor. Uzanıp almaya mecalim kalmamış sanki. Hiç arkadaşım yok. İşten pazar günü kimse aramaz. En fazla şu uyduruk ürünleri satmak için pazarlamacılardan biri olmalı. Aldırış etmedim. Kafamı yastığa gömdüm ve uyuyormuş numarası yaptım ama ne çalan telefonun sesi ne karnımdan gelen gurultular uyumama müsaade etmedi. Zaten hiç uykum da yok. Telefon nihayet sustu böylece beni bir karar verme zorunluluğundan kurtarmış oluyor. Derin bir nefes alıyorum. Arayan her kimse bir daha aramasa iyi olur. O da ne, bir daha çalmaya başladı! Ben de inatçıyım, kararlıyım o telefonu açmamaya. Bir noktada sıkılıp aramayı bırakmasını umut ediyorum. O benden ısrarcı, telefonu açmamama rağmen inatla aramaya devam ediyor. Aldırış etmiyorum sonuçta bugün pazar ve beni kimin aradığı umurumda değil. Nihayet susuyor, ısrarlı takipçim sonunda beni aramaktan vazgeçmiş belli. Tam rahat bir nefes almıştım ki sonunda gelen bir mesaj sesiyle irkildim. Arayan her kimse bu sefer derdini mesajla anlatmak niyetinde! Elimi uzatıyorum. Ekranda onun adını görüyorum. Sema, kız kardeşim. Bugün geleneksel konuşma günümüz değil, neden bu kadar ısrarla bana ulaşmak istiyor? Sakin kalmaya çalışarak mesajı açıyorum, daha fazla kayıtsız kalmam mümkün değil.

“Erkan, babam iyi değil?” mesajı bir defa daha okuyorum… Bana Erkan diye hitap etmesine bile kızmıyorum. Kafamda bin bir türlü soru dönüyor ne demek iyi değil, ne oldu, ne kadar kötü, durumu ne? Sonra ikinci mesajı açıyorum.

“Babam.” Uzun bir boşluk… Cümlenin sonunu tamamlayamamış belli. Oysa Sema benim aksime konuşur. Ellerim titriyor, saç diplerimden ter akıyor. Üçüncü mesajı açıyorum beklemeden.

“Babam, sana yaptıklarından dolayı çok pişman ve helalleşmek istiyor.” Telefon elimden düşüyor. İnanamıyorum. Yazdıklarını tekrar ediyorum içimden; sana yaptıklarından dolayı, helalleşmek, pişman. Tüm kelimelerin yerlerini değiştiriyorum, tekrar sıraya sokuyorum ama hâlâ çok anlamsız hepsi. Helalleşmek demek o kadar kötüydü. Yıllar önce evlatlıktan reddettiği oğluyla ölüm korkusundan helalleşmek istiyordu.

Günlerden pazardı ve çok canım sıkılıyordu. Bizim yaşlı kurdu demek ölüm korkusu sarmıştı. O da zamana ayak direyememişti demek, ona boyun eğmiş, kocamıştı. Oysa bir zamanlar ne heybetliydi, dev gibi bir adam, koca çınar, evimizin direği, babamız, atamız. Ve pek tabii biricik mirası; oğlu… Ben… Ne hayalleri vardı benimle ilgili. Büyüyecek ve aynı onun adımlarını takip edip onun yolundan yürüyecektim. Zamanı geldiğinde ise onun mirasını devralacak, tüm işleri ben yönetecektim. Benim adıma tüm plan yapılmıştı. Oysa ben neydim, sadece onun bir kuklası mı? Başkaydım, tüm çocuklardan, herkesten farklıydım biliyordum. Daha küçükken fark etmiştim bu farklılığımı. Babam ise görmüyordu, ideallerindeki erkek çocuğunun hayalleriyle yaşıyordu. On beş yaşındaydım, evde yalnızdım, babamın erken geleceğini tahmin etmiyordum. Üstümde Sema’nın kıyafetleri, yüzümde annemin makyaj malzemeleriyle yapılmış acemi bir makyaj, aynanın karşısında kendim olabilmenin vermiş olduğu mutlulukla kendimden geçmişim sonrası ise felaket. Hatırlamak istemediğim kadar karanlık…

Günlerden pazardı ve çok canım sıkılıyordu. Eskileri hatırlamak iyi gelmemişti. Ne kadar geçmişte kalsa bile hatırlamak canımı acıtıyordu. Telefonu elime aldım ve Sema’ya mesaj yazdım.

“Söyle babama ben helalleşmek istemiyorum. Çok geç kaldı.” Yazdığımı okumadan gönder tuşuna bastım. Sonra ikincisini yazdım.

“Bu arada benim adım İnci, Erkan değil. Artık kabul etsen iyi olur.” İki mesaj da gitmişti. Telefonu kapattım ve kafamı yastığa gömdüm. Demek babam helalleşmek istiyordu.

Günlerden pazardı ve çok canım sıkılıyordu.

Günlerden Pazardı

Yazarın (Zeyno) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– Günlerden Pazardı

İlginizi Çekebilir
Öykü: Marika’m

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir