Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun

Yazan: Vaka Nüvis

0

Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun

Radyodaki adam “bugün yıkığım” dedikçe ben de içimden bir de beni görsen kendi yıkıklığından utanırsın diye geçirdim. Sustum derin bir offf çektim. Karşıki dağlar yıkılmadı! Zira karşıki dağda devlet toki evi yaptırmıştı, temeli sağlamdı anlayacağın. Sigaramdan bir nefes çekip üzerine fondiplediğim demli çayımla inceden veda ediyordum gençliğime. Uzaklaşan sadece gençliğim değildi elbette. Uzaktan bakınca ne de afili gözükürdü gözüme, ama o çok uzaklaşmıştı hem de hiç göremeyeceğim kadar. En son onu gördüğümde sadece ince zarif bir sırttan ibaret olduğunu hatırlıyorum. Şimdi odamdaki ufak, yerin dibini gören penceremin pervazına koyduğum çayımla dertleşiyorum. Radyodaki ses Müzeyyen’e bağladı. İnceden söylüyor namussuz, inceden de örselediğini bilmeden. Artık ne televizyon izliyorum ne de gazete elime alıp okuyorum. Bir kendim, bir çayım, bir de gökyüzünü hiç göremeyen pencerem ile zamanımı heba edip, gitme vaktimi bekliyorum. Ha bide baba yadigârı radyom var tabi. En çok da eskiyi özlermiş ya insan, ben eskidikçe eski halimi bile özlemekten nefret ediyorum. Radyodaki ses İbrahim Tatlıses’e bağladı… Tombul tombul memeler dedikçe tiksindiğimi fark ettim! Değiştirip daha depresif bir kanal aramakla boğuşurken, kapının çaldığını duydum. Açmaya bile yeltenmedim o derce ölüyüm artık, gelende zaten pek ısrarcı değildi ki iki çalıştan sonra o da kayboldu. Tıpkı hayatıma giren ama izin almadan çekip giden insanlar, hayvanlar ve saksıda yetiştirdiğim sardunyalar gibi. Ne vakit üzerine titreyecek bir şey bulsam ilk o beni bırakıp gitti. Şimdilerde en çok hatırladığım çocukluğum. Anneannemi hatırlıyorum çoğunlukla, koynunda uyurdum, rahatsız olmasın diye geceleri dönmeden uyumaya alıştırmıştım kendimi ama yazın olduğunda memlekete giderdi uzun bir süre dönmemek üzere, hayatımdaki ilk terkedilişi 5 yaşında yaşamıştım. Nereden bilebilirdim bu durumun üzerimde alışkanlık haline dönüşeceğini fakat hiç fark etmeden oldu her şey… Radyoda en çok sevdiğim filmin müziğine denk geliyorum. “Muhsin Bey” isimli o şahane filmin bir o kadar hüzünlü olan müziği, sanki ağlamam için beni hırpalıyor. Fakat aptal radyo kanalındaki ahmak sunucunun ara sesleri bu hüznü yerle yeksan edip dağıtıyor… Bir hışımla kökten kapatıyorum radyoyu, sigaramı basıp kül tablasına karşımda duran zemin kat’a manzaralı pencereme dert yanıyorum… Senin anlayacağın bugünde ağlayamadık sevgili pencerem diyorum! Lanet olsun pazarlamadıkları bir müzik araları kalmıştı onu da başardılar sonunda diye diye yeni bir sigara yakıp çayımı yudumluyorum. Çay da soğumuş mu ne? Acımış da sanki yenisini yapmak için ayaklandığımda, kapının altından yere saçılmış zarfları görünce şaşırıp kalıyorum. Uzun yıllar sonra gördüğüm zarflar beni şüpheci bir sevince kaptırıyor. O mu acaba diye geçiriyorum içimden bunca zaman sonra kim yazar ki bana düşündüğümde zihnimde sadece birisinin ismi beliriyor… Eğilip aldığımda zarfların gönderici bölümü hep arka taraflarında, bir hışımla çevirip bakınca acı sonla karşılaşıyorum… Gönderen güzelim devlet babaymış faturayı yatırmayı unutmuşum! Pehhh diyorum insanı bir tek kim unutmaz biliyor musun? Maddi anlamda borçlu olduğun kurumlar, insanlar… İşte hayatın güzel çelmesi budur! Bir ayağı kırık koltuğuma yavaşça oturup radyoyu açtım… Frekans güneşe bağlanmıştı. Sanki içimdeki tüm sesleri titretir gibi “Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun” diyordu Zeki Müren… O vakit çay koyalım sevgili pencerem diyerek, ayaklarımın dibindeki zarfları süpüre süpüre mutfağa gittim sessizce…

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir
Kovadaki Balık

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir