Bir Kahve
  1. Anasayfa
  2. Öykü

Bir Kahve

Yazan: Zeynep Güner

0

Bir Kahve

Çok heyecanlıyım, çok… Kalbim ha dedi çıkacak göğüs kafesimden. Ellerim, ellerimi hissetmiyorum, uyuşmuşlar; yaprak gibi tir tir salınıyorlar. Alnımdan bir damla ter düşüyor kahve fincanına. Hadi gelse artık!

Hava sıcak olmasına rağmen sırf uğur getirsin diye en sevdiğim mavi kaşmir kazağımı giydim. Gözlerime lacivert kalem sürdüm ki rengi iyice ortaya çıksın. Saçlarımı düzleştirdim, kabartıp sprey sıktım. Babamın olmamış diyen bakışının moralimi bozmasına izin vermeden güvenli adımlarla çıktım evden. Tekrar tekrar ne diyeceğimin, nasıl davranacağımın alıştırmasını yaparken fark etmeden yarım saatlik yolu on dakikada yürümüşüm. Evden de erken çıkmışım herhâlde ki buluşma saatimizden bir saat önce mekâna vardım. Nereye otursaydım da kapıdan girişini, halini, tavrını ilk ben görseydim? Görseydim de aklıma kazısaydım aşkımızın filizlenişinin her saniyesini.

Hafif loşta kalan, gizemli ve aynı zamanda göze çarpan bir masanın kapıya bakan sandalyesine daha yerleşmemişken, suratıma bakmadan siparişimi soran garsona “Arkadaşımı bekliyorum.” dedim. Aslında arkadaşım mıydı ki? Resmi olarak sevgilim de sayılmazdı… O halde şimdilik arkadaşım diyebilirdim. Kim bilir belki yarın sevgilim, birkaç aya nişanlım, bir seneye kalmaz kocam olurdu. Gerçi ben erken evlenmek istemiyordum ama ilişkimiz hız kazanırsa durdurmak için bir hamlede bulunmazdım. Hayat ne getirirse yaşamak gerekir, değil mi ama? Varlığını çoktan unuttuğum garson kafasını kaldırıp suratıma bakmaya tenezzül göstererek:

“Peki beklerken ne alırsınız?”

Belki o da erken gelir diye düşündüm. Heyecandan evde duramamıştır benim gibi. Elinde koca bir buket kırmızı gül ile -yok yok beyaz papatyalar ile- kapıdan içeri girer. O kutu da nesi? Yoksa yüzük mü? Kendini kaptırma kızım, altı üstü bir kahve içeceğiz diye tekrarladım kendime. Bir kahve…

“Kahve.”

Fincanın tam içine damlayan teri görmezden gelip alnımı kuruluyorum. Öyle ya da böyle, davet eden ben olduğumdan soğukkanlı davranmam uygun kaçar. Ama işte şu suratıma yapışan şapşal gülümsemeyi de silemiyorum. Derin bir nefes alıyorum: 1, 2, 3, 4, … kontrol bende.

Davetimi kabul etmesi beni şaşırtmadı doğrusu. Onun da bir süredir bana amfinin arka sıralarından baktığını hissediyordum. Hele bir keresinde kantinde karşılaştığımızda ne kadar da içten gülümsemişti. Dizilerde olur ya, tam o an zaman yavaşlar, fonda çiy bir müzik çalar, delikanlı genç kıza doğru eğilir ve kulağına “Hadi gidelim buradan” der. Kız daha cevap vermeden spor bir arabada, bir saniye sonra da boğazda bulurlar kendilerini. İki demli çay söylenir, bir simit paylaşılır. Sohbeti duyamayız ama o ahu gözler, gülen dudaklar her şeyi anlatır. İşte böyle sonlanacak sanmıştım o gün. Kısmet bugüneymiş demek.

Kahvem bitince yenisini söylüyorum. Bu kahveye yetişir ne de olsa… Sözüme ne kadar sadık olduğumu görsün istiyorum. Kahve için sözleştik, çay içecek değilim elbette. Bana gözünü kırpmadan güvenebileceğini, zor günlerinde yanında olacağımı, onu hep destekleyeceğimi bilsin. Yoksa peşinden ayrılmayan o hoppa kızlardan ne farkım kalır ki? Beni ayakları yere basan, güçlü bir kadın olduğum için sevmeli, dış güzelliğim için değil. Elbette fiziğimi de beğenmeli. Ama ruhuma âşık olmalı, aklımı arzulamalı, insanlığıma hayran olmalı. Saate bakıyorum, hâlâ buluşma saatimiz gelmemiş. Ne yapayım, bari üçüncü fincanımı sipariş edeyim derken kahve hemen masamda.

Yan masadakiler gürültülü bir şekilde şakalaşıp gülüyor. Biri çayına iki şeker atıp karıştırıyor, bir başkası çatalını düşürüyor, alt kattan ağlayan çocuk sesleri geliyor ve kapı açılıyor, o değil. Bunca gürültüye rağmen gözlerim kapıda dikkatimi bu ana toplamaya çalışıyorum. Kaç gündür hazırlanıyorum ama beynim ölü bir sümüklü böcekten kalan narin bir kabuk gibi boş ve şeffaf. Gelip otursa, ne diyeceğim bilmiyorum. Kuruyan beynimi ve boğazımı kahveyle ıslatıyorum. Bu sefer garson kahvem bitmeden geliyor. Arkadaşım için bir şey sipariş vermek isteyip istemediğimi soruyor. Ne içer, ne yer ben nereden bileyim ki? Arkadaşım diyorum ama tanımıyorum. En sevdiği renk ne, melemeni soğanlı mı soğansız mı yer, mezun olunca ne iş yapmak istiyor, hiçbir fikrim yok. Garson sırıtarak başımda bekliyor. “Komik olan ne?” diye sormak istiyorum, hayır yani komik bir şey varsa beraber gülelim. “Su” diyorum onun yerine. O saniye bir bardak ve pet şişede suyla geri geliyor. Sanırsın bir tek bana çalışıyor. Nam-ı diğer arkadaşımın gelmesini beklemeden suyu içiyorum. İçtikçe susuyorum, susadıkça terliyorum. Bunca terlemeye rağmen bir de öyle çişim var ki göbeğim olmuş dümbelek. Masanın başından ayrılmayan garsona tuvaletin yerini soruyorum. Alt kata inince sağdan ikinci kapıymış. Fırsattan istifade bir kahve daha içer miyim diye soruyor. Yandakiler yine kahkahayı basıyor. Yaşlıca bir kadın, “Tuzluğu kullanmıyorsanız alabilir miyim?” diyor. Bakıyorum, hâlâ 10 dakika var buluşma saatine. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başlıyor. Garson tekrar geliyor, daha o sormadan ben “istemez” diyorum. Ceketimi ve çantamı alıp koşar adım kafeden çıkıyorum. Unutuyorum kahveyi de, çişimi de, garsonu da. Temiz bahar havasını içime çekerek sakin sakin eve doğru yürüyorum.

 

Korsan Edebiyat’ı instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Haftalık bültenimize ücretsiz abone olup gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

– Bir Kahve

İlginizi Çekebilir
Doğum Günü Mumu

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir