Fakat Müzeyyen
“Tütünümü, anahtarımı aldım, evden tam çıkıyorum, bir şeyin eksik olduğunu fark ettim. Önemsemedim. Yol, bana uygun bir ruh önerebilirdi.” cümlesiyle başlıyordu kitap…
Önceleri sevgilisinin evinde kalan Arif, terkedildikten sonra bir süre otelde kalmaya başlar. Para kazanmak içinse, arkadaşının barında Dj’lik yapmaktadır. İlk kitabını yayınlamaya çalışan bir yazardır Arif, içe dönük bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Hiçbir kitabı yayınlanmamıştır, bundan da utanç duyar kendince. Kabadayı edasındaki tavrı, argo üslubu yansır kitaba. Aşkı bilmez, hayalindeki kadını metaforik olarak canlandıramaz… Yazdığı kitaptaki kadını görür sürekli hayal meyal, fakat yüzünü göremeden kadın kaybolur ortadan. Merak eder durur kadını, peşine takılır gider, gider. Kadın tam arkasını dönecekken, kaybolur resim… Ad koymaya çalışır kadına, bulamaz. Ta ki gerçeğiyle karşılaşana kadar… Müzeyyen…
Bir gün yakın arkadaşlarının düğününde sigaralarla konuşurken hatta sigaralara karakter biçerken Müzeyyen görür onu. “Şimdilik eşyalarla konuşan, cep telefonu kullanmayan ve otelde yaşayan bir adam… Hiç fena görünmüyor. Senin için gönderdiler beni yukarıdan…” der Müzeyyen o esprili, dalga geçer tavrıyla.
Fakat günün birinde Müzeyyen ansızın bir notla çekip gider. Arif ise bunun nedenini anlamak için soruşturmaya başlar. Yavaş yavaş Müzeyyen hakkında bilmediği şeyleri de öğrenir. Ancak sorusuna yanıt bulamaz. Müzeyyenin acısını unutmaya çalışırken kitabını bitirir ve kitap yayınlanır…
Kitabın arka kapağından;
Kitap, Dolmabahçe’den Karaköy’e giden hızlı ve karmaşık bir anlatıma sahip. Anlatımdan, kurgudan, zamandan uzak bir romana post modern yakıştırması yapmak ayıp da değil zannımca.
Romanın tek kötü yanı –yahut kötü denilirse bilmiyorum- karmaşık olması. Bu da filmle tamamlanıyor bana kalırsa. Sonuç olarak bitti kitap. Fakat İlhami Algör‘ün kitapta da dediği gibi;
“Bitse ne olur,
Bitmese ne…”
Konuklarımızın diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.
Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.
Fakat Müzeyyen