Dört Nisan İki Bin Yedi.
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Dört Nisan İki Bin Yedi.

Çok değil, iki sayfayı geçmez bir hikâye koskoca dünya hayatında. Cehennem yangını denizleri ateşe veren, bir gönlün kuytularında...

0

Dört Nisan İki Bin Yedi.

Çok değil, iki sayfayı geçmez bir hikâye koskoca dünya hayatında. Cehennem yangını denizleri ateşe veren, bir gönlün kuytularında…

Yazmak çok kapsamlı bir eylemdir. Çoğu zamansa acıdır. Acıdır ve yazanın canını acıtır.

Kelimelerdir düğümlenen insanın kursağında, en çok can yakan. Mesela bir babanın evladına kızarken dudaklarından değil, gözlerinden isabet eden çocuğun kalbine, kelimeleridir acıtan. Babalar gözleriyle kızar çünkü, gözleriyle severler. Bir dostun kırık kalbinden dökülen küskün kelimeleridir acıtan bazen de. İki sevgilinin elvedasıdır birbirine. Bir öğretmenin sitem ederken, çoğu zaman hep tembellik eden öğrencilerine, sarf ettiği kelimeleridir bütün haklılığıyla yine çoğu zaman. Kin, öfke, cehalet, insanı insana bilhassa kırdırmak için kullanılan kelimeler, kurulan savaşa meyilli cümlelerdir en ama en çok acıtan, hem de bütün bir insanlığı, oysa çoğunun farkında bile olmadığı ve bütün konuşulan kelimeler karşısında konuşamamak mahkûmiyeti insanın, ne çok konuşacak kelimeler biriktirmişken hâlbuki…  Kelimelerin insanın kursağında düğümlenmesi…  Hayat acıdır çünkü ve kelimelerdir hayatın bütün anlamını yüklediği omuzlarına. Bundandır demek ki kelimelerde acıdır, insanın canını acıtır.

Dahası yazmak hep bir aşk sancısıdır. Sonrası hep bir sürgün, yazmak davasıdır.

Esasında aşk da çok kapsamlıdır. Bir kadına, bir adama yahut bunların dışında kalan herhangi bir maddeye; doğaya, sanata, edebiyata,  vatana, mesleğe, Allah’a ya da herhangi bir davaya, uğruna bir ömür adanılan. Artık ne geliyorsa aklınıza, neye âşıksa kalbiniz…

Aşk,  hep bir efsane… O vakit anlam kazanıyor zira. Gerçek oluyor bomboş, yalan bir dünyada ve gerçekler, hep mi acıtıyor insanın kalbini? Hayır, tam da beyninden vuruyor, beyin acıyor en çok aslında. Çünkü savaşan beyin, mağlup olan kalp, direnen yine beyin…  “Mecnun olmak senin tercihin değil ki, Mecnun olmak senin kaderin.” demişti ya Aksakallı, öyle işte. Mecnun olmak, Leyla’nın benliğinde kaybolmak gibi, aşk, bir kader… Sağlam bir yarım elmanın ışık görmeyip çürüyen diğer bir yarısı gibi. Tahir ile Zühre gibi. Sen bir elmayı seviyorsun diye şart değil elmanın da seni sevmesi. Susuz kalmış bütün bir halkı suya kavuşturursa şayet Şirinine kavuşacak muştusuyla dağları delen Ferhat gibi.  Susuzluktan yanarken bağrın, derin bir su kuyusuna düşmek ama suya erişemeden ölmek gibi.

Tek bir nefes oysa sadece yaşamak ama aşk belki de hep bir kere geç kalmak, yaşamaya en çok da ve bir daha da acele etmemek hiçbir şeye, hiç kimseye Kemal Tahir’in deyimiyle. Aşk; geç kalmak, hiç de acele etmemek, hep bir keder yüklü kader nihayetinde…

04.04.2015

Yazarın (eceeskiköy) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Dört Nisan İki Bin Yedi.

Yazar-Çevirmen Fransızca Öğretmeni

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir
Deneme Sürümü

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir