Bir Ortaçağ Devrimcisi; François Rabelais
  1. Anasayfa
  2. Deneme

Bir Ortaçağ Devrimcisi; François Rabelais

“Alev alev odun yığınları ortalığı aydınlatıyordur: yakılan düşünce ve kitap!”

0

Bir Ortaçağ Devrimcisi; François Rabelais

Artık kelimelerin kifayetsiz olduklarına inanmıyorum. Aslında bu yazıya doğrudan Ortaçağ ile başlayacaktım ama pek bir anlam yüklü kelimelerim, hislerim mevcut içimde kalemimin mürekkebini yazmaya tetikleyen. Bazı insanlar mevcut içimde içime sığmayan. Değil içime, dünyaya sığmayan; sığdıramadığım insanlar, benim insanlarım… Kullandığımız ya da kullanmadığımız; düşüncelerin, yazıların, konuşmaların bağlamlarına göre özümseyebildiğimiz ya da özümseyemediğimiz ama esasında her birinin ayrı ayrı anlamlar yüklendiği, muhakkak bir niyete sığındığı, bir aidiyetinin olduğu kelimelerin anlatmakta yetersiz kalmayacağı; ama benim büyüklüklerinin karşısında, kelimelerin sonsuz kudretinin baskısı altında konuşmaya, yazmaya ve belki de anlamaya bile yetersiz kaldığım insanlar… Bir şekilde hayatıma girmiş, herkesin de hayatında bir yer etsin istediğim insanlar ki ben zannediyorum dünyanın en şüpheci insanıyım. Bazen var olduklarına dahi inanmakta güçlük çektiğim, sihirmiş, büyüymüş, mucizevi birer yaratıklarmış gibi tahayyül ettiğim insanlarım var işte benim. Aklımın, kelime hazinemin ve hatta hayallerimin fazlasıyla sınırsız kaldığı bu insanların varlıklarını kendime, sizlere bir bir kanıtlamak arzusu belki içimdeki, bu satırlarla başlamama yazıya vesile. Bilmiyorum. Bildiğim, onlar çağlarının bize bıraktığı en değerli mirasları, kana kana susuzluğumuzu giderebileceğimiz coşkun su pınarları. Kaldı ki, ne kadar susuz olduğumuzu ancak bir tilkiyi çocuk yüreğimize dost edindiğimiz vakit hissedeceğiz! Onları birilerinin anlatımıyla değil, bizatihi, kendi kelimelerinin kudretine mülteci kılarak kendimizi anlayacağız.

İşte o insanlardan biri François Rabelais! Sabahattin Eyüboğlu’nun, Azra Erhat’ın, Vedat Günyol’un tabiriyle bir ortaçağ devrimcisi. Gerçek devrimin yalnız var olanı yıkmakla değil, varlığın üstüne varlık katmakla başarıldığının bilincinde kaç dünyalının içinde, Ortaçağ ile Yeniçağ arasında köprü kurmuş, Ortaçağ’ın insan değerlerini pek az sanatçının bağdaştırabildiği ölçüde bağdaştırmış bir adam.

Ortaçağ, Rönesans ve Rabelais

Ortaçağ’da 15. Yüzyılın sonunda, artık zihniyetler tamamen kilisenin katı kurallarına mahkûmdur. Felsefe belli başlı kalıplara sığdırılmıştır. Feodalite çökmüştür. Kilise ve asillerin karşısında burjuvalar gelişmişler ve dönemin düşünce yapısına karşı dursalar da karşı olduklarına doğrudan saldıramamışlardır. Bu başkaldırıları pratik zekâ ve sağduyuyla, alay, şaka, dolaylı yergi gibi yollarla yapmaya çalışmışlardır. Yeniden, yoktan var etme güçleri yoktur. Reddettikleri değerlerin yerlerini alabilecek değerler bulsalar hemen benimseyecek ve topluma da aktarabileceklerdir. Bu şekilde yeni bir insan, yeni bir dünya anlayışı ortaya çıkarabileceklerine inanmışlardır. Bu yeni değerler de Rönesans ile şekillenecektir.

Rönesans, Ortaçağ’ın dünya algısından, geleneklerinden sıyrılıp Antik düşünce, sanat ve edebiyat anlayışına yeni bir açıdan bakarak yenilenme çabasıdır. Avrupa ancak Rönesans ile Ortaçağ Hıristiyanlığının dar kalıplarından kurtulmuştur. Bu da yine Ortaçağ’ın manastırlarında el yazmalarıyla çoğaltılan Antik eserlerin Rönesans’a kapı aralamalarıyla gerçekleşmiştir. Rönesans’la birlikte Avrupalılar bütün yeteneklerini en üst düzeyde geliştirerek mükemmel insan olma ülküsünü gerçekleştirmek için çabalamışlardır. İnsan, yani “aklın ışığında tabiata hükmetmek isteyen, dinin öbür dünyada vadettiği cennete gitmeye beklemekten ziyade dünyada mutlu yaşamayı arzulayan, estetik duyguları, manevi yetenekleri gelişmiş kimse.”

Aynı dönemde düşünce, bilim, sanat alanlarında yenilikler baş gösterirken bir yandan da dinsel bölünmelerden kaynaklanan savaşlar başlamıştır.

“Alev alev odun yığınları ortalığı aydınlatıyordur: yakılan düşünce ve kitap!”

İşte bu ikiliğin orta yerinde alev almış odun yığınlarına kahkahalarıyla su serpmeye çalışmış bir isim ise François Rabelais olmuştur.

Rabelais 1483-1494 yılları arasında Chinon’da doğmuş ve 1553 de Paris’de ölmüştür. Yazar, doktor, Rönesans düşünürü, keşiş ve Antik Grekçe bilginidir. Önemli bir hiciv ustası, grotesk gülmecenin babasıdır. Dev Gargantua ve oğlu Pantagruel’in serüvenlerini anlatan eğlenceli destan niteliği taşıyan eserler yazmıştır. Eski Yunan-Latin hümanizmasının derin izlerini taşıyan eserlerindeki alaycı yaklaşımıyla döneminin dogmatik düşünce yapısını hicvetmiştir. Yenilenmek, gelişmek için benimsediği temel ilke Ortaçağ’ın bir kenara bırakılarak Antikiteye başvurulmasıdır. Ona göre bütün Antikiteyi kucaklayan bir öğretim ve eğitim sistemini oluşturmak ilk iştir. Gerekli olan temelini gerçek hayattan alan, kafa ve vücudu bir arada ve denk olarak geliştirecek bir pedagojidir. Çağının en büyük hikâyecisi olan Rabelais insan tabiatının esasında iyi olduğunu ve ancak doğaya uygun olarak gelişebileceğini savunmuştur. Ona göre erdeme giden yol doğadan geçmektedir ve gülmektir insanı insan eden.

Demem o ki; Ortaçağ’dan farksız, kokuşmuş dünyamızda motorları maviliklere süreceğimiz, güzel, güneşli günler için Rabelais’nin Antikiteye sığındığı gibi sığınalım biz de Rabelais’ye. Uzak bir isim geldiyse size, belki daha aşina olduğumuz; Shakespeare’e, Moliere’e, Voltaire’e, Goethe’ye, Balzac’a, Tolstoy’a, Hugo’ya, Saint Exupery’e, Montaigne’e… Daha da bizden isimler olsun isterseniz; Halit Ziya’ya, Reşat Nuri’ye, Recaizade Mahmut Ekrem’e, Sait Faik’e, Peyami Safa’ya, Ömer Seyfettin’e, Cemil Meriç’e, Sabahattin Ali’ye, Yahya Kemal’e, Tanpınar’a (…) sığınalım biz de çağımızı aydınlığa kavuşturmak için.

Kim söylemişti hiç hatırlamıyorum ama küçükken biri bana demişti ki: Cehennemde ateş yok, herkes kendi ateşini, odununu kendi yüklenip götürecek cehenneme. Öyle var olacak cehennem. Çok inanmıştım buna küçükken. Kendi kendimize bir cehennem inşa edebilmeyi becerebiliyorsak pekâlâ bir cennet de inşa edebiliriz kendi kendimize. Cennete sahip olmak için illa da ölmek gerekmez bence de. Ölen kuru bir beden çünkü; baki kalansa ruh… Bu şekilde biz de Rabelais gibi su serpebiliriz çağımızın alev almış odun yığınlarına. Bunun için sımsıkı sarılmamız gerekir inşaatlarımızın temellerine. O zaman hadi şimdi sımsıkı sarılalım bu temellere!

 

Kaynakça:

Berke Vardar, Fransız Edebiyatı

François Rabelais, Gargantua

Yazarın (eceeskiköy) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Bir Ortaçağ Devrimcisi; François Rabelais

Yazar-Çevirmen Fransızca Öğretmeni

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir