Aile Boyu Hindistan

Yazan: Işıl Bayraktar Thomsen

Aile Boyu Hindistan

Bazı hayatların Hindistan’dan önce ve Hindistan’dan sonra diye iki evresi var. Benimki onlardan biri. Hint mayasıyla tutan hayatımı çoğaltıp, ona geri getirdim. Altı yıl sonra yeniden Hindistan’dayım. Bu defa aile boyu!

Soluduğum havayı renksiz ve kokusuz bir gaz kütlesi olarak tanımlamam güç. Yoğuşsa, hindistan cevizi yağı akacak gibi yoğun. Sarımtırak rengi, buram buram kokan kimyon, kişniş, zerdeçal zerreciğinden olabilir. Gri tonlar tuk-tuk egzosu. O kesin. Zamanı bayıltıp durdurabilecek kadar mayhoş bu hava. Ama zaman durmuyor. Bilakis bir tütsü kuşatması altında kışkırmış, enine boyuna zıplayıp genleşiyor. Bilinçaltı diyarlarında yolculuğa da işte böyle binbir türlü kokuyla bilet kesiliyor…

Uçaktan dışarı adım atıyor ve aldığım ilk nefeste bunları düşünüyorum. Altı yıl önce yere sığmayıp göğe taşmış hislerim, burada, havada asılı baharat kokulu sandıklardan çıkıp belleğimde teker teker yeniden beliriyor. Her şey çok soyut. Çünkü Hindistan öyle. Düpedüz aşk benim için. İşte meyveleri de yanımda, benim gibi uçaktan çıkmış bekliyorlar. Evvel zaman içinde Ganj kenarında bulduğum Niko, iki yaşındaki oğlumuz Teo ve artık Hindistan’da tek başına olmayan ben, bizi biraraya getiren hikayenin yeniden içindeyiz. Gökten düşmüş üç elma olarak ilk durağımız Mumbai Havalimanı.

Sabahın erken saatlerinde Danimarka’dan başlayan uzun bir yolculuk sonunda Mumbai’ye vardığımızda artık çoktan gece yarısı. Teo saat farkından sersem ama ilk uzun seyahatini başarıyla tamamladığı için gururlu. Niko ve ben biraz dökülüyoruz. Uykusuzluk akan yol yorgunluğumuz neyse ki Hindistan coşkusuyla kıvamını biraz inceltmiş. Havalimanında çocuklu yolculara verilen araç servisine atlıyoruz. Pasaport kontrolüne varana kadar gördüğüm her Hint’e ağzım kulaklarımda gülücükler atıyorum. Çocuklu yolculara öncelik tanınan pasaport kontrolüne böyle sarhoş bir sevinçle geliyoruz. Aynı kocaman gülüşü pasaport kontrolünde çekilen fotoğrafa da konduruyorum. İmkanım olsa o fotoğrafı görmek isterdim. Çünkü saç baş tarumar ama gözlerden 23 Nisan neşesi çığırdığım o surat, bagaj alımında yerini sıradan bir vesikalığın ifadesizliğine bırakıyor. Konveyörden ilk benim sırt çantamı alıyoruz. Sonra hiçbir bagaj kalmayana kadar bekliyoruz. Ama nafile. Niko ve Teo’nun çantası yok. Görevliler çantanız aktarma sırasında Münih’te kalmış diyorlar… Bu zarf eşliğinde Hindistan’ın ilk sorusu elimize ulaşmış bulunuyor; “Sabırlı mısın?”

Sana da namaste Hindistan!

Bünyem yorgunluktan yıkılıyor. Ama sonuç vermeyecek anlamsız bir çöküşe teslimiyet yerine annelik kalkanlarım otomatik devrede. Annelik de kısaca bu zaten. Kendiliğinden bir kendinden geçiş sonucu hep başkasının iyiliğini öncelemek. Tabii o başkası, yüzde yüz sana bağımlı bir insan yavrusu olunca durum değişik. Hem tamamen onun kontrolü altındasın hem de her şeyi bizzat kontrol etmek zorundasın. Kendi kendini oynatan bir kukla gibi. Evinde de olsan böyle, gecenin bir yarısı Mumbai Havalimanı’nda da. Neyse ki Teo’nun keyfi yerinde. Etrafı algılamakla meşgul. Çantamızın Hindistan’a yollanması için gereken işlemleri yapıyoruz. Bu bürokrasi bir saatimizi alıyor. Nihayet dışarı adım atabildiğimizde saat sabahın ikisi.

Havalimanı kapısının hemen önünde upuzun bir tuk-tuk sırası var. Anında dibimizde bitiveren bir adam bizi sırada bekleyen araca götüreceğini söylüyor. Uzunca yürüyor ve sıranın sonunda, ya da görece başında bekleyen tuk-tuka geliyoruz. Şoför eşyalarımızı alıp minnacık bagaja bir çırpıda yerleştiriyor. Çok eşyamız olduğu da söylenemez. Toplamda biri Münih’te kalmış iki büyük, iki de küçük sırt çantasıyla geldik Hindistan’a. Asıl yükümüz Teo’nun puseti. Ama onun da Hindistan’da büyük kurtarıcı olacağını düşünüp pek yük gibi görmüyoruz açıkası. Tuk-tukun arka koltuğuna yerleşiyor, ortamıza oturttuğumuz Teo’yu kavrıyoruz. Şoför aracı çalıştırıyor. Patlayan egzosun aksak ritmiyle davul sesi duymuş gibi halaya duran tuk-tuk hatıraları belli ki benim gibi Niko’da da canlanmış. İkimizin de suratında aynı şapşal mutluluk. Teo şaşkın ve yeni keşfettiği alternatif gerçeği kayıt altına almakla meşgul bir laborant kadar ciddi.

Şoföre otelin adresini veriyoruz. Rezervasyonu önceden yaptırdığımız bu otel, hava alanına 2 kilometre mesafede. Bu otelde yalnız bir gece geçirip sonraki gün yolculuğumuzun esas durağı olan Kerala’ya uçacağız. Bozuk caddelerde 10 dakika süren bu ilk tuk-tuk yolculuğumuz, bir ara sokaktaki iş hanı görünümlü otelin önünde sonlanıyor. Şoför taksimetreyi gösterip “660 rupi tuttu” diyor. “Gece tarifesi” diye de ekliyor. O gösterene kadar taksimetreyi pek ciddiye almamıştım. Çünkü araca bindiğimizde zaten 640 gösteriyordu. Ancak bir saatlik yolculuk o kadar tutar diye düşünmüş, bu kadar abartılı bir aldatmacaya ihtimal vermemiştim. Meğer vermeliymişim. Yediğimiz büyük kazığın farkında ama tartışacak kondisyondan çok uzak, 20 rupilik yol için 650 rupi çıkarıyoruz. Derin bir nefes çekip sükuneti koruyorum. İki saniye kadar. Çünkü şoför geri kalan 10 rupiyi istiyor. Neyse ki Niko, adama hak ettiği cevabı bir İskandinav sevecenliğiyle verip geçirmem muhtemel kısa devrenin önünü kesiyor. Taksici sesini çıkarmadan yoluna devam ediyor. Biz de resepsiyonda kimsenin olmadığı iş hanına giriyoruz.

Resepsiyon dediğim, bir metre genişliğinde bir resepsiyon masası. Cılız beyaz ışıklarla aydınlanmış bomboş koridorda iki asansör bize bakıyor. Çıt çıkmayan bir sessizlik. Duvardaki tabelalar ve boya kokusundan anlıyoruz ki bina gerçekten yeni yapılmış bir iş hanı. Henüz neresinde gizlediğini bilmediğimiz bir kısmı da otel olarak kullanılıyor. İnternetteki otel bilgileri arasında bu yok tabii ki. Önemli de değil. Çünkü artık tek isteğim uyku kardeşim versin elini beraber eriyelim… İçerisi öyle boş ki birbirimize ne yapalım şimdi diye sorarken sesimiz yankılanıyor. Ve sesimizin yankısıyla, resepsiyon masasının arkasında kıvrılmış uyuyan görevli çocuk kalkıyor. Hindistan işte böyle sebeplerden inanılmaz. Öngörülemez durumlar sahnesinde çok acayip bir tiyatro. İşte şimdi de bir yabancılaştırma efekti olarak görevli çocuğun rüya aleminden yer yüzüne inişini seyrediyoruz. Nihayet bizi algılıyor. Biz de onu algılayabildiğimizde, otele geldiğimizi söylüyoruz. İngilizcesi yok, belli. Ama bizi anlaması zor değil. Sabahın üçünde sırtımızdaki çantalar ve paralel bir evrendeymişcesine etrafı izleyen Teo ile, handaki yazıhanemizi açmaya gelmediğimiz kesin. Çantalarımızın bir kısmını alıyor ve birlikte asansöre biniyoruz. Geldiğimiz katta otelin ismi, deri bekleme koltukları ve bu defa sarı ışıklarla aydınlanmış resepsiyondaki ayık genç, ingilizce bizi karşılıyorlar. Doğru yerdeyiz. En azından biz öyle olduğunu sanıyoruz. Çünkü görevli genç, rezervasyonumuzun sistemde gözükmediğini söylüyor. Tam olarak o saniye değil ama otelde boş oda olmadığını eklediğinde, o deri koltuğa çöküyorum.

Mumbai’de konaklayacaklar aynı çöküşü yaşamamak için, ödemelerini baştan yapsın rica ederim. Bu otel bize rezervasyon teyidi gönderse de, ödeme yapılmadığı için sistem bunu kaydetmemiş. Hata onların. Fakat durumun vehameti hatada değil, otelde oda olmayışında. Görevli çocuk bize başka bir otel bulmak için telefon başında bir saat geçiriyor. Ve o bir saatin sonunda tam da Hindistan’a yakışan bir ironiyle tam karşı otelden bir oda buluyor. İçine düştüğümüz durumdan üzgün olduklarını, ama maalesef diğer otelin ödemesini yapamayacaklarını söylüyorlar. Neyse ki artık hissizim…

Eşyalarımızla birlikte yeni otelimize giriyoruz. Aynı iş hanı konseptli otelimizdeki oda penceresiz, klimalı, ama temiz. Az sonra fark edeceğim bir diğer özelliği ise duvarlarının adeta kağıttan oluşu. Yatağa yığıldığımızda bu yüzden ben hariç herkes uyuyor. Sabahın beşinde personelin gürültülü uyanışı, kahvaltı hazırlıkları, odalardaki konuşmalar ve bebek viyaklamalarını dinliyor, bir yandan da klimayı aralıklarla çalıştırıyorum. Çünkü klima berbat bir icat ama Mumbai’de penceresiz bir oda da maalesef çok sıcak. Zaman böyle geçiyor. Sabah 8 gibi usul usul bir tilki uykusuna dalıyorum. Ve üzerinden henüz iki saat geçmiyor ki Teo’cum dikilmiş, bezinden yatağa geçen kesif kokulu durumdan memnunsuz beni uyandırıyor. Kuş yapsa şans derdik deyip, Hindistan’da ilk günümüze uyanıyoruz…

Namaste.

Işıl Bayraktar Thomsen’ın;

İnstagram Hesabı: @misilbayraktar

Youtube Kanalı: Işıl Bayraktar

Işıl Bayraktar ile gerçekleştirdiğimiz röportaja da buradan ulaşabilirsiniz.

Aile Boyu Hindistan’ın ilk bölümü:

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık