Yağmur Kaçağı
  1. Anasayfa
  2. Anı

Yağmur Kaçağı

Yazan: Aycadısı

0

Yağmur Kaçağı

Huzursuzum nicedir.

Ve bu duygumun nedeni, niçini belli değil! Belki de su katılmamış bir Melankoliğimdir? Bilmem kaçıncı kattaki evimde, pencere camıyla zina yapan, saldırgan yağmur damlalarının bıraktığı izleri seyrediyorum .

Yağmurun  artan şiddeti, yalnızlığımı daha da çok yüzüme vurduğundan ,kızıyorum.. Ellerim babamın öğrenciliğinden  kalma küçük radyoya uzanıyor istemsiz. Evde bir soluğa, gürültüye ihtiyacım var! Kanaldaki spiker, kulak tırmalayan cızırtılar eşliğinde, şiddetli yağmur yüzünden hemen hemen tüm yolların kapandığını, acil bir durum yoksa evden dışarı çıkılmamasını salık veriyor. Sapkın damlaların gürültü savaşını kazandığını kabullenerek, kapatıyorum radyoyu.

Bilinçaltımdaki delişmen Asi harekete geçiyor ansızın. Sağanakla flört edeceğim. Kararımı veriyorum. Anahtarlarımı kaptığım gibi, otoparkta alıyorum soluğu. Bir yerlerden çağrılmışım da, yetişmem lazımmış gibi büyük bir aceleyle geçiyorum direksiyonun başına.

Çağrılmak!

Edip Cansever’in ‘Çağrılmayan Yakup’ u geliyor aklıma.

Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup

Bunu kendine üç kere söyledi.

Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar

O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım.

Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli,

Daha hiç çağrılmadım.

Biri olsun “Yakup!” diye seslenmedi hiç…

Yakup!

Anlıyorum kendimi. Nedensiz seviniyorum. Adrenalin iyi gelecek bana, biliyorum.

Ve şimdi! Motor…

İçimdeki kaçma, uzaklaşma hissini bastırmaya çalışarak bu devasa cam fanusun içinde yaşayan hemen herkesin, benim gibi birer ‘Tutuklu’  olduğunu düşünüyorum. Yok  aslında birbirimizden farkımız diyerek dertli dertli içimi çekiyorum.

Koca bir küfür sallayarak önüme çıkan ilk sapaktan daha önce hiç girmediğim bir yola sapıyorum. Bu yol nereye gidiyor? Ya da daha önemlisi kime gidecek bilmiyorum? Ama önemi yok…İşte bunu biliyorum.

 Hiç kimse tarafından çağrılmadığımı unutmamaya çalışarak, ama bir süre sonra  bile isteye unutarak, rolüme bürünüyorum .

Çünkü ,-mış gibi yaparak, festival filmlerindeki bunalım kahramanlar gibiyim bu gece. Kendimi buna inandırıyorum.

Sessizce sırıtıyorum…

Aslında kadere inanmam ben! Peki bu içimi kıpırdatan ümitli  halim de neyin nesi? Bir anda fark ediyorum ;önümde ve ardımdaki tek tük araçların farları yanıyor cılızca ve benim sevgili, çılgın, eşsiz yağmurum onlara da yağıyor. Kıskanıyorum…

Yollarına düştüğüm, Şehr-i İstanbul’un henüz ırzına geçilmemiş bir yerleri, demek! İçimde büyüyüp kocaman olan heyecana kaptırıyorum kendimi.

‘Eh ne yapalım?!’ diyorum , sırıtmaya devam ederek, ‘Çaresiz, kaderimize boyun eğeceğiz!’

Fakirlikti bu belki.. Yoksunluktu.. Ya da uzun lafın kısası; çaresizliğin çaresi.. Bir nevi züğürt tesellisiydi ilerlediğim bu yol. Madem tamamen kaçamayacaktım o halde gidebildiğim en uç yere gidip, henüz tamamlanmamış bir karanlığa varacaktım. Belki bu bana iyi gelirdi.

Evet evet… O tamamlanmamış karanlığı bulup, tamamlardım belki? Bunu nasıl yapacağımın bir önemi yoktu. İçime dolan yeni ve garip bir beklentiyle, merak duygumu, kafamdaki mikserle çırparak hızımı arttırdım.

Eh…Bu çaresizliğin çaresi ,gariban tesellim, bana yürek çarpıntısı yaptıysa, radyo şansımı da  tekrar denemeliyim değil mi? Otomatik kanal arama düğmesine basıyorum. Vay! O da ne? Sıkı dur Bunalım Kahraman, zira şimdi fonda Neşet Baba  çalıyor..!

‘Tatlı dillim…Güler yüzlümmmm… Ey ceylan gözlümmm,

Goynüm hep seniiii arıyorrrr… Neredesin sen?’

Deli gibi çırpınan sileceklerim, hayal kırıklıklarım, içimdeki huzursuzluk, nedenlerim, niçinlerim  ve ben  en bozuk makamda, çılgınlar gibi bağırarak bu ucu yanık türküye eşlik ediyoruz.

Eeee?…Ne oldu benim bir kaç saat önceki bunalımıma?

Hadi canım!

 Ne yani bu kadar basit miydi? Şımarıklık mıydı yaptığım? Kaçmalara çalıştığım bu koca fanus, ardımdan gelmiş ve beni bu  türkü ile can evimden mi vurmuştu yani?

Yanaklarımdaki tuzlu tadı, dudaklarım anladığında iş işten çoktan geçmişti galiba.

Meğer tüm istediğim, bağıra çağıra söyleyebileceğim yanık bir türkü, Neşet Baba ve doya doya ağlamakmış…Yağmura eşlik ederek, önümü bile görmeden, ağlamaya devam ettim. Hızımı düşürerek dörtlülerimi yakıp, sağdaki ceplerden birine  çektim kendimi. İndim. Kapıyı bile kapatmadan  dışarıdaki ılık ve kocaman yağmur damlalarına bırakarak kendimi , gökyüzü ile birlikte ağladım… ağladım.. ağladım.

Ve evet! Sonbahar’dı bu! Bana da nihayet gelmişti. Derin bir ‘Ohhh’ çekerek gırtlağımı parçalarcasına bağırdım. Hem de ne bağırmak! Sonradan bir kaç gün acısını duyumsayacağım kesindi. Ama ‘Olsun be!’ dedim.

‘Değdi…’

Kendimi uzun zamandır ilk kez bu kadar özgür hissettim. Boşalan şarjımı iyice doldurup bir de yağmur altında dans ettim miydi tamamdı!

‘ Çılgın sende!’ mi dediniz..? Dediniz galiba…?

Hımm…

Çılgınlık iyidir be azizim..

Her  er ya da hatun kişiye lazımdır.

Deneyiniz!

Hamiş: Yağmur Kaçağı.. demişken, Attila İlhan’ın kaçaklarına da selam olsun.

Sevgiylekalın.

Sitemizdeki diğer öykülere de göz atabilirsiniz. 

Bizleri instagram üzerinden de takip edebilirsiniz.

Yağmur Kaçağı

İlginizi Çekebilir
Şiir: Beni Afrika Bırakma

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir