Gülüşüne Hasretliğimiz
0

Gülüşüne Hasretliğimiz

img_711433

Bir umutsuzluk mikrobu dönüp dolaşıp, tam esnemek için ağzımı açtığım anda ciğerlerime doğru yol alıyor. Sonra, bulaşıklar birikiyor lavaboda. Perdeler hiç oynamıyor. İki gün boyunca karanlık ve havasız bir odada mikrobumu büyütmek için uyukluyorum. Bilinenin aksine, uyku bendeki tüm hastalıkların hortlamasına sebep oluyor. Eğer bir gün bilim insanları uykusuzluğun çaresini bulursa, ilk müşterileri ben olacağım…

İnandığın hikâyeler büyük bir gürültüyle yıkılırsa eğer, ne yaparsan yap altında kalıyor insan. Altında kalıyor ama o moloz yığınının altından çıkmaya da cesareti kalmıyor. Sonra bin bir türlü yalanlarla kuruyor hikâyesini… En çok çevresindekileri yaralamaya çalışsa da, aslında en büyük hançeri kendine saplıyor. Çok gariptir, o hançer öldürmüyor. Bir süre süründürdüğü kesin, ama asla öldürmüyor. Sonra, -bir süre sonradan bahsediyorum- o hançer kendi kendine çıkıyor. Ya da biri, sen bomboş sokaktaki kaldırımda yürürken aniden karşına dikilip göğsündeki hançeri çekip alıyor. Gözlerini gözlerine dikip, bileklerinden tutuyor. O an bileğine hiç silinmeyecek bir parmak izini bırakıyor ki, derdinin dermanı bu… Oracıkta gülüşüne hasret kaldığın, yanında huzur bulduğun, kokusunda uyuduğun oluveriyor. Ne eski yaran, ne de yaşananların acısı… Siliniyor, hiç olmamış, yaşanmamış gibi…

Bütün aşk romanlarının, bütün sevgi hikâyelerinin özeti bundan ibaret aslında… Kimse kimsenin derin yalnızlığını hissetmiyor. Bunu, bu dünya zaten mümkün kılmamış. Ölüm gerçeğinin bir yansıması bu ayrılıklar. Olması gereken, yaşanması gereken dertler. Kimse ilk anda doğrusunu belirleyemiyor. Yanlışlarla çevriliyiz ve o kadar kalabalığız ki şu dünyada… Mesela ne kadar uğraşsam da, bu yazıyı okuyanların tamamını bilemeyeceğim. Hiç tanışamayacağız. Ama, bir gece vakti masama oturup yazdığım bu yazı, bir şekilde sizlere ulaşmış olacak işte.

Bir umutsuzluk mikrobu büyürken bir süre sonra zehre dönüşür. O zehir ki, her şeyi boş verip bomboş yaşamayı seçmiş bir yaralı için ölümcül sonuçlar doğurur. Çünkü bir süre sonra, sevgiye dair olan o tertemiz duyguları, gecelik ihanetlere çevirir insan. Saatlik kalabalıklara karışır. Yüzüne hiç değişmeyen sahte bir gülücük kondurur ve fotoğrafları dünya mutluluk abidesi ödülü alır. Ama içinde öldürdüğü ne varsa, gitgide canını yakar. Oysa içindeki zehri, bir çiçeğin narinliğine baktığında atmaya başlar insan. Bir kuşun süzülüşü, bir bebeğin gülüşü ya da yaşlı bir çiftin el ele yürüyüşü panzehiridir umutsuzluk zehrinin… Düşmemek için, tutunmak gerek hayatın güzel anlarına… Ne yaşadıysan yaşadın; bundan sonra daha iyisini, daha güzelini, daha temizini yaşacaksın. Ölmedin daha, ölmeyecek gibi yaşayacaksın!

Güzeli yüceltmektir derdimiz. Hırslarımızı gömüp, nefsimize hâkim olup, bir arada yaşama arzusudur arzuladığımız. İyilikleri ve doğrulukları yüceltebilmenin tutkusudur. Acıların tez vakit dindirilmesi, yaraların iyileşmesidir dileğimiz. Ama çıkarsız, ama ne olursa olsun yanlışa düşmeden. Ayırmadan insanları… Canlıların yaşama hakkını gözeterek ve bu güzel dünyanın dengesine saygı duyarak… Sevgiye sonsuz bir koşudur istediğimiz. Bundandır, bacaklarımızı güçlendiriyoruz, yüreğimizi ferah tutuyoruz, sevgimizi depoluyoruz. Bundandır, umutsuzluk mikroplarına savaş açıyoruz. Ve bundandır, gülüşüne hasretliğimiz…

12.09.16 00.30

Yazarın (KorsanKalem) diğer yazılarına da göz atabilirsiniz.
İnstagram hesabımızı da takip edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir
Nilgün Marmara

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir